30 Haziran 2011 Perşembe

Sabahattin Ali'nin katilleri bulundu mu?

"Birgün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır"

Dağlar isimli şiirinde kendisi için böyle yazıyordu Sabahattin Ali. Gerçekten de meskeni dağlar oldu. Öldürüldü. Her ne kadar cinayetin faili bulunup, yargılanıp, mahkumiyet aldıysa da; kolektif bilinçte faili meçhul olarak kaldı.

Mayıs ayında Zaman gazetesinde çıkan bir haber Sabahattin Ali cinayeti ile ilgili farklı bir iddiayı ortaya attıysa da, ne yazık ki kimse konunun üzerine gitmedi. Belki yoğun siyasi gündem buna izin vermedi. Ancak görünen o ki bu iddia da Sabahattin Ali cinayetindeki pek çok iddia gibi sönüp gidecek.

Sabahattin Ali cinayetinin gerçek sorumlularının bulunmasını talep etmek, sadece siyasi bir tavır olmamalı. Yalnızca usta bir edebiyatçı değildi öldürülen. Muhalif bir gazeteci cinayetin üzeri de örtülmüştü... Bunların hepsinin çözülmesi anlamına gelecek Sabahattin Ali'nin katledilmesinin emrini verenleri tespit etmek. Sadece bir faili meçhulün ortaya çıkması değil, gazeteci cinayetlerinin hiç birinin failinin meçhul kalmaması yönünde bir adım olacak belki de...


Bu yazıda bu güne kadar Sabahattin Ali'nin öldürülmesi ile ilgili ortaya atılan iddiaları kısa kısa sıralayıp ardından da son iddianın neden önemsenmediği üzerine bir kaç cümle edeceğim.
HERŞEYİN BAŞLANGICI MARKO PAŞA DERGİSİ

Önemli bir edebiyatçıydı Sabahattin Ali. Öyküleri ve şiirleri toplumcu gerçekçilik çizgisindeydi. Ama onun katledilmesine neden olan süreç 25 Kasım 1947’de Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa dergisini yayınlamasıyla başladı.

Çok kısa sürede dönemin en etkili yayını halini alan ve dördüncü sayısında 30 bin tiraja ulaşan dergi Sıkıyönetim İdaresince kapatıldı. Bir yandan da iktidara yakın örgütler derginin satışını önlüyor, bayilerde el koyduklar dergileri gösteriler ile yakıyordu.

Sabahattin Ali geri adım atmadı. Demokrasi mücadelesi tüm engellere rağmen sürdürülmeliydi. Dergi mahkeme kanalıyla kapatılınca, (Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi isimlerden oluşan) aynı kadro bu sefer Merhum Paşa dergisini çıkardı. O kapatılınca Malum Paşa, o da kapatılınca Ali Baba, Yedi-Sekiz Paşa, Hür Marko Paşa... gibi adlar altında yayını sürdürmeye çalıştı.

Dergide yer alan yazılar yüzünden dava bombardımanına tutulan Sabahattin Ali, 3 ay hapse mahkum oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra bir yandan Paşa’lı dergilere bir yandan da İzmir’de Mehmet Ali Aybar tarafından yayınlanan Zincirli Hürriyet’e yazılar yazmayı sürdürdü.

Yargılandığı davalarda yeni cezalar alma ihtimalinin artması üzerine yurtdışına gitmeye karar verdi. Devlet pasaport başvurusuna cevap vermedi. O da satın aldığı bir kamyonla ve peynir ticareti yapma bahanesi ile Kırklareli üzerinden sınır dışına çıkma planı yapıp İstanbul’dan ayrıldı.

KAÇAKÇI ERTEKİN'DEN CİNAYET İTİRAFLARI

Sabahattin Ali'nin kimliği teşhis edilemeyen cesedi Haziran 1948'de köylüler tarafından bulundu. 2 ay önce öldürülmüştü. Köylüler cesedi tekrar gömmüşler ancak teşhis için bir kaç defa mezar açılmıştı...

Bu arada Bulgaristan'a adam kaçıran bir çetenin üyeleri yakalandı. Kaçakçı Ali Ertekin sorgusunda, Sabahattin Ali'nin kendisini muavin olarak yanına aldığını ve onu öldürdüğünü itiraf etti. 4 Ocak 1949'da Ertekin, mahkemede de cinayeti itiraf etti. Bir dönem asker olan ve karıştığı hırsızlık vakası yüzünden ordudan kovulan Ertekin'in evinde yapılan araştırmada Sabahattin Ali’ye ait eşyalar, gözlüğü, ceketi, kitapları bulunmuştu.

Bir Yugoslav göçmeni olan Ali Ertekin, kendi iddiasına göre, Sabahattin Ali'yi sınıra geldikleri sırada "kanına dokunan" sözler söylediği için öldürmüştü. Mahkemede cesedi gömdüğünü, sonra da anlaştığı gibi İstanbul'a dönüp kendisine ödenecek parayı teslim aldığını itiraf etti. Ancak bir sorun vardı. Ertekin cesedi gömdüğü yeri bir türlü gösteremiyordu.

Yapılan yargılama sonucu daha önce de Milli Emniyet Teşkilatı için çalıştığı da ortaya çıkan Ertekin 4 yıl hapse mahkum oldu. [Asım Bezirci (1987) Sabahattin Ali, Genişletilmiş 3. baskı, Amaç Yayınları: İstanbul.]

Ertekin itiraflar ve yargılanma süreci sonrasında mahkum edilmiş ancak cezaevinde birkaç hafta kaldıktan sonra genel af yasasından yararlanarak serbest kalmıştı.

MİLLİ EMNİYET SORGUDA ÖLDÜRDÜ

Sabahattin Ali cinayeti sol çevreler için korkutucu bir gelişmeydi. Sınırı geçmek için İstanbul'dan ayrılan Ali'nin öldürüldüğü, cesedinin de gizlice gömüldüğü ortaya çıkınca dostları ve tanıdıklarına, yani İstanbul'daki sol-entelektüel çevrelere ciddi bir korku havasının hakim olması çok da normal. Peki bu çevreler cinayeti nasıl yorumladılar?

'BENİ DE SABAHATTİN GİBİ ÖLDÜRECEKLER'

Örneğin Nazım Hikmet bu dönemde halen cezaevindeydi. Sabahattin Ali'yi keşfeden isimlerden biri olarak kendini tanımlayan Nazım, cinayetin işlendiği ve ortaya çıktığı dönemde başka kişisel bir sorun ile meşguldü. Kalbindeki iki farklı aşkın mücadelesi üzerine şiirler yazıyordu... Cinayetten iki yıl kadar sonra, cezaevinden çıkar çıkmaz, askere alınacağını öğrenince "Beni de Sabahattin Ali gibi öldürecekler" demiş ve yurtdışına kaçmayı kafasına koymuştu. Anlaşılan Nazım'ın gözünde Sabahattin Ali'nin katil(ler)i yakalanan kaçakçı Ali Ertekin değil o zaman Milli Emniyet adını taşıyan gizli servisti.

'SABAHATTİN İŞKENCE'DE ÖLDÜRÜLDÜ'
Sol siyasetin uzun süre merkezinde yer alan bir isimdir Rasih Nuri İleri. İleri, hem Sabahattin Ali'yi tanıyan; hem de sol çevrelerde iyi tanınan bir isim. İleri, Evrensel gazetesinin sorularına yanıt verirken Sabahattin Ali'nin işkence sırasında öldürüldüğünü ileri sürecekti:
Sabahattin’le tanıştığımda 19-20 yaşlarındaydım. Dostluğumuz 20 yıl sürdü. (...) Sabahattin Ali, işkencede isim vermediği için öldürüldü. Bir çok faili meçhul cinayet var. Aslında gün gibi ortada failleri ama garip işte...
İleri işkenceyi yapanın kim olduğunu söylemiyor. Polis ya da Milli Emniyet olmalı. Aslında aynı muhataralı durum daha sonra da devam ediyor. 28 Kasım 2010'da Hürriyet'ten Faruk Bildirici'ye konuşan Rasih Nuri şunları anlatıyor Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili:

(12 Mart'ta) Selimiye kışlasında tutuklu iken aynı koğuşta polis şefi Adnan Çakmak ve Talat Turhan da vardı. (Talat Turhan) Diyor ki, “Rasih’in ricası üzerine Adnan Çakmak’a gittim. Adnan Çakmak İstanbul Emniyet’inde polis müfettişlerinin başkanıydı. Arkadaşlarıyla beraber Yeniköy’de bir balık meyhanesine gittik. Yanımda oturan bir polis müfettişi “Ben 40'lı yıllarda Kırklareli'nde komiserken Sabahattin Ali'yi sorguladım ve adam elimde kaldı' dedi.”
Sorgulayıp öldüren Emniyet (Polis) mi Milli Emniyet mi yine belirsiz... İşkence'nin sebebi de öyle. İllegal Türkiye Komünist Partisi'ne üye olmayan, Bulgaristan üzerinden Sovyetlere değil Fransa'ya gitmeyi hedefleyen Sabahattin Ali'den kimin ismi istenmiştir bilinmez...

MİLLİ EMNİYET İÇİN ÇALIŞAN CHP'Lİ

Bir başka iddia ise gazeteci Hıfzı Topuz'un kaleminden... Aynı sol-entelektüel çevreyle oldukça içli dışlı olan Topuz, 2000 yılında yazdığı Eski Dostlar isimli kitabında [Remzi Kitapevi: İstanbul] Sabahattin Ali’nin öldürülmesi için Milli Emniyet için çalışan CHP’li bir gazeteci tarafından emir verildiğini yazdı. Topuz'a göre cinayetin amacı, solcu aydınlar arasında korku salmaktı.

Taraf gazetesinin tarih yazarı Ayşe Hür'ün 20 Ocak 2008'de yazdığına göre bu iddianın kaynağı ünlü polis şefi Parmaksız Hamdi'ydi:
Olayın olduğu tarihte İstanbul Emniyeti Birinci Şube Müdürü olan ‘Parmaksız’ Hamdi Bey, ise, "cinayeti işleyen polis değil, MİT’tir. İnfaz emrini veren de gazeteci, yazar, CHP’de üst düzeylerde bir kişidir. Zaten bu emri veren politikacı da daha sonra feci şekilde öldürüldü, adını veremem” diyerek hem Rasih Nuri’yi ve Uğur Mumcu’yu doğrulamış, hem de kafaları karıştırmıştı.
Ne yazık ki Komünist masası şefi Parmaksız Hamdi de, iddiayı kitabına taşıyan Topuz da o CHP'li gazetecinin kim olduğunu açıklamamıştı. Tek ipucu Milli Emniyet için çalışan CHP'li gazetecinin de daha sonra feci bir şekilde öldürüldüğü bilgisiydi. Kasdedilen ismin CHP milletvekilliği ve Ulus gazetesinde yöneticilik yapmış 1980 yılında da öldürülen Nihat Erim olup olamayacağı iddialarını ise yanıtsız bırakmıştı Hıfzı Topuz.

İDDİASINI İKİNCİ KİTAPTA DEĞİŞTİRDİ

Sabahattin Ali'nin anısına Başın Öne Eğilmesin isimli bir de biyografik roman yazan Hıfzı Topuz ilk kitabındaki iddiasını bu kitabına taşımamış ve 'Sabahattin Ali'nin emniyet için bir asker kaçağı tarafından öldürüldüğünü ileri sürmeye başlamıştı.

EDİRNE SINIR TABURUNDAKİ CİNAYETLER

Son iddia ise Zaman gazetesinde 2 yıl önce yayınlanan bir kitaptaki ilginç bir ayrıntı sonucu ortaya çıktı.

Emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray, 2009 yılında yazdığı 'Geçmişten Geleceğe' isimli kitabınında MİT tarafından 'Rus vatandaşlığına geçmek istediği gerekçesiyle' sınır dışı edilmesi istenen bir üniversite hocasının, Edirne Sınır Taburu'nda görevli iki üsteğmen ve bir yüzbaşı tarafından boğularak infaz edildiğini
ileri sürmüştü.

Zaman'da yer alan haberde Bölügiray'ın kitabından şunlar aktarılıyordu:
Bir akşam kışla Yüzbaşı Aziz (T) ve Levazım Kıdemli Üsteğmen Fevzi (T) ile birlikte otururken başından geçen bir olaya da kitabında yer veriyor. Yüzbaşı Aziz (T), tabur nöbetçi amiri olduğunu aktarıyor. İki subayın da alkollü olduğunu belirten Bölügiray, o sırada polislerin bir sivili getirdiğini ve kendilerine teslim etmek istediklerini yazıyor.

Kitapta yer alan bilgilere göre, kendilerine bu haberi getiren çavuş nöbetçi amire sarı bir zarf uzatıyor. Yazının MİT'in o dönemdeki yapısı MAH'tan geldiğine dikkat çeken Bölügiray, kâğıtta şunların yazdığını anlatıyor:

"...yazı ile gönderilen (...) Üniversitesi hocalarından (...), Stalin'e gönderdiği dilekçe ile Sovyet vatandaşlığına kabul edilmesini istemiştir. Kendisi, Bulgaristan sınırından, 'usulü dairesinde ve kimseye gösterilmeden' sınır dışı edilecektir..."


Yüzbaşı Aziz, çavuşa, "Teslim alın ve nezarete atın. Dikkatli olun. Biz onu yarın sabah Bulgaristan'a postalarız, o da sevgili Rusya'sına kavuşur." diyor.

Bölügiray, adam dışarı çıkınca Üsteğmen Fevzi'nin "Nah Rusya'ya gideceksin! Namussuz komünist p...! Biz, bu namussuz gibi üç kişiyi postaladık sınır dışına; ama canlı olarak değil tabii. MAH'ın yazısındaki 'kimseye gösterilmeden sınır dışı edilsin' sözlerinin anlamı, 'adamı yok edin' demek oluyor. Anladın mı şimdi ha!?" dediğini ifade ediyor.

Ertesi gün Üsteğmen Fevzi'nin MİT tarafından kendilerine gönderilen şahsı öldürdüklerini şu cümlelerle anlattığını kaydediyor: "Dün gece Yüzbaşı Aziz ve önceki sınır dışı olaylarında bize yardım eden bir arkadaşla, Üsteğmen Rıza (T) ile adamı sınıra götürdük. Tam sınıra gelince, elleri arkadan bağlı olan adama, önümüzden yürümesini söyledik. (...) Sınırdan Bulgar topraklarına üç dört adım atar atmaz, hazırlayıp yanımızda getirdiğimiz ilmikli ipi hızla arkadan adamın boynuna geçirdik ve iki taraftan Üsteğmen Rıza ile var gücümüzle ipe asıldık. Ben, o arada dizimi adamın beline dayayıp güç alıyordum ve 'küt!' diye bir ses duyuldu; boynu kırılmıştı. Tabii 'kimse görmeden sınır dışı edilmesi' için ateşli silâh kullanamazdık. En sessiz ve temiz yöntem boğmaktı; biz de öyle yaptık. Sonra sınırın üç dört adım ötesinde bir çukur açtık, adamı içine atıp toprakla örttük."

Bölügiray, yıllarca neden sustuğunu ise şu cümlelerle anlatıyor: "Olayı sadece bana anlatmışlardı. Bu nedenle başka bir tanık gösteremezdim. Ayrıca cinayeti nasıl kanıtlardım? Bu çaresizlik içinde susmaktan başka bir şey yapmama olanak yoktu ve ben de sustum; bugüne dek. İlk kez burada açıklıyorum bu olayı."
İddia açık. 1948 yılında en az 4 kişi, komünist oldukları ve Türkiye'den ayrılmak istedikleri için Milli Emniyet tarafından sınır dışı edilmeleri emriyle Edirne Sınır Taburu'na teslim edilmiş. Orada görevli bazı subaylar da "kimseye duyurulmadan sınır dışı edilmesi" emredilen bu kişileri öldürerek gömmüş ve cinayetleri de örtbas etmiştir. Bu askerlerin adları ve rütbeleri biliniyor ancak Bölügiray soyadlarını vermiyor: Üstteğmen Rıza (T), Üstteğmen Fevzi (T), Yüzbaşı Aziz (T). [Bu arada (T)'lerin soyadı olma olasılığından emin değilim. Ancak askeri kısatlmalar içinde böyle bir kısaltma da yok...Belki de kitap yazıldığında "emekli oldu" anlamına "Tekavüd" olabilir. ]

KIZI 'BABAM O HABERDEKİ KİŞİYE BENZEMİYOR' DEDİ


Bölügiray'ın kitabında anlattığı cinayetler her nedense kimsenin dikkatini çekmedi. Yukarıda da yazdım, belki siyasi gündemin yoğunluğu belki de başka nedenlerle önemsenmedi gözardı edildi.

Ama işin ilginci olayı gözardı edenlerden birinin de Sabahattin Ali'nin ailesi olmasıydı.
Zaman fikri takip ile kitapta isimi verilmeyen ama Edirne'de öldürüldüğü ileri sürülen isimlerden birinin Sabahattin Ali olup olamayacağını kızı Filiz Ali'ye sordu. Ertesi gün de aldığı yanıtı haberleştirdi:
Bölügiray'ın anlattığı cinayet vakası ile babasının ölümü arasındaki benzerlikleri sorduğumuz Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali ise babasının katilinin belli olduğu düşüncesinde.

Olayda bahsedilen şahsın üniversite hocası, oysa babasının Ankara Devlet Konservatuvarı'nda hoca olduğunu hatırlatıyor.

Filiz Ali, "Babam gözlüklüydü ama orada anlatıldığı gibi uzun değil kısa boyluydu. Ancak o yıl bilebildiğim kadarıyla Edirne sınırında babamdan başka kimse öldürülmedi." bilgisini veriyor.
Açıkçası bu tepki çok ilginç. "Gerçekler ortaya çıksın, kim incinecekse incinsin!" sloganıyla ve Toplumsal Bellek Platformu adıyla örgütlenmiş olan ve siyasi /faili meçhul cinayetler sonucu ailelerini yitirmiş olan isimlerden biri de Filiz Ali. Ancak Sabahattin Ali'nin katilinin belli olduğunu söylemiş Zaman muhabirine. Haberi belki de hiç okumamış, muhabirin kendisine anlattığı kadarıyla yetinmiş belki de... Bölügiray'ın kitabında ayrıntılarını anlattığı cinayette öldürülenin babası olamayacağını, üniversite hocası olmadığını, uzun boylu olmadığını söylüyor... Zaten haberin iddiası da bu değil ki... Bölügiray Sabahattin Ali öldürüldü demiyor. Öldürülenlerden birinin o olabileceğini biz çıkarım yoluyla ile tahmin ediyoruz.

Toplumsal Bellek Platformu da sloganındaki hedefine rağmen Filiz Ali'nin 'katilleri zaten biliyoruz' tavrına uygun davrandı ve bu kitap/haber ile ilgili herhangi bir açıklama yapmadı.

HASAN CEMAL'DEN BİR TEPKİ BİR TESPİT

Milliyet yazarı Hasan Cemal ise sessiz kalmadı. 20 Mayıs günü köşesinde İlmikli iple boğarak işlenen cinayet başlıklı bir yazı ile olan biteni yazdı. Yazının girişi Zaman'daki habere dayanarak Bölügiray'ın anlattıklarını okuruyla paylaşıyor. Finali ise neden kimsenin konunun üzerine gitmediği hakkında doğru bir tepki ve tespit içeriyor:
Sabahattin Ali bu üç kişiden biri olabilir mi? Çünkü edebiyatımızın büyük ismi Sabahattin Ali de 1948 yılında ve yine Bulgaristan sınırında siyasal bir cinayete kurban gitmişti.

MAH’la bağlantılı olduğu belirtilen katil dört yıl hapse mahkûm edilmiş, ancak birkaç hafta sonra çıkan bir afla hapisten kurtulmuştu. Devlet eliyle işlenen faili meçhuller... Yeni değil ki. Binlercesi işlendi Güneydoğu'da...

Belki de kanıksandığı için kaç gündür tık çıkmadı, 61 yıl sonra gelen bu korkunç itiraf konusunda... Niye bu satırları yazdım ki?..
SON SÖZ NİYETİNE

Sabahattin Ali'nin katili bulundu mu? Gerçekten eski asker, polis muhbiri, kaçakçı Ali Ertekin miydi katil? Yoksa Kırıkkale Polis Karakolu'nda işkencede mi öldü usta yazar? Ertekin sadece ihbar mı etmişti acaba? Yoksa zaten Milli Emniyet takip ediyordu da sınıra gelince mi öldürdüler Türkçe'nin büyük yazarlarından Sabahattin Ali'yi? Edirne Sınır Taburu'nda öldürülenlerden biri olabilir miydi Marko Paşa'nın kurucusu? Yoksa Edirne'de olan bitenle hiç bir ilişkisi yokmuydu? Peki orada öldürülenler kimdi?

Hepsini bir yana bırakın. Yazdıkları yüzünden, düşündüklerini yaydığı ve insanları etkiliyebileceği için korkulan ve yaşamına son verilen bir insandan bahsediyoruz. Sabahattin Ali cinayeti bir başlangıç değildi belki. Ama bir zihniyetin doruk noktalarından biriydi.

"Bizim ölmüz", "onların ölüsü" ayrımını yapmadan, tıpkı öldürülen Kürt gazetecilerin hakkını savunur gibi, tıpkı 1915'de sürgüne gönderilip katledilen Ermeni aydını gazetecilerinin hesabını sorar gibi Sabahattin Ali için de katiller nerede? emri kim verdi? sorularını haykırmak zorundayız.

Yoksa insanlığımızdan bir şeyler daha yitireceğiz demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder