20 Şubat 2013 Çarşamba

NTV'nin İsmail Beşikçi ile imtihanı

NTV Tarih dergisi ilk sayısından beri takip ettiğim bir yayın. BBC History ve Türkiye'deki öncülü Popüler Tarih dergisinin açtığı kulvarda, popüler ama bilimsel bir yayın çizgisi izliyorlar.

Piyasadaki benzerlerine göre farkı açık. Atlas Tarih'den daha bilimsel, Derin Tarih'ten daha akademik, Kürt Tarihi'nden daha geniş perspektiften bakıyor olaylara. Üstelik kendisine BBC Tarihi örnek alıyor ama çok daha yerli.

Derginin bu sayısında  (şubat 2013) ilginç bir röportaj / analiz var. 100 YILLIK ACILI GEÇMİŞİN ÇÖZÜLMEYEN SORUNLARI başlığı altında Kürt meselesini konunun önde gelen isimlerinden İsmail Beşikçi NTV'ye anlattı.



NTV Tarih dergisi Doğuş grubunun yayın çizgisinden hiç de uzak bir çizgi takip etmiyor aslında. Yayınları "bilimsel" ama grubun ideolojik çizgisi onları da sarıp sarmalıyor.

İsmail Beşikçi ise hem devlet ile hem de son zamanlarda PKK ile farklı konumlanan bir bilim insanı. Kürt sorunu üzerine düşünceleri nedeniyle 8 kez cezaevine girip çıktı. 17 yılı cezaevinde geçti. Yayınlanmış 36 kitabından 32'si Türkiye'de yasaklandı. 

NTV DAHA ÖNCE HİÇ DE İYİ BİR SINAV VEREMEMİŞTİ

Velhasıl-ı kelam Beşikçi'nin görüşlerine dergide yer vermek çok önemli. Ama NTV'nin Beşikçi ile sınavı geçmişte pek de iyi not almasını sağlamamıştı. 

Bundan 2 yıl önce, henüz "barış süreci"/"İmralı ile müzakereler" başlamamışken, NTV'nin o dönem en popüler ekran yüzlerinden biri olan Banu Güven İsmail Beşikçi'yi Banu Güven ile Artı isimli programına konuk etmek istemiş, gün boyu programın anonsları ekranda dönmüş, ancak saat 5:30 olduğunda yayına Güven'in eski bir programı sürülmüştü. 

TEKNİK AKSAKLIK DEDİLER İKİ GÜN SONRA EKRANA ÇIKARDILAR

Sarı Hoca'nın ne diyeceğini merak eden izleyiciler Zülfü Livaneli'nin banttan anlattıkları ile yetinmişti. Kulislerde fırtınalar koparken Beşikçi iki gün sonra ekrana çıkabilmiş, 10 Mart 2011 günü yayınlanan özel röportajın girişinde poşu benzeri bir şal takmış olan Banu Güven iki günlük rötarın nedenini "Ankara stüdyosundan canlı yayına bağlarken yaşanan bazı teknik sorunlar" diye açıklamıştı.  [Banu Güven'in Beşikçi ile röportajının tamamını buradan izleyebilirsiniz. ]

Tabi bu açıklama çok inandırıcı değildi. NTV gibi bir kanalın imkanları düşünüldüğünde yayını engelleyen teknik aksaklığın nasıl bir şey  olduğu  ve duyurusu yapılan bir programın iki gün ertelenmek zorunda kalması kafaları karıştırdı.

NTV İLK KEZ YAPMIYOR BUNU

Doğuş Grubunun hükümete yakın durma kararı alıp 12 Haziran seçimleri öncesi Can Dündar ve Mirgün Cabas, Çiğdem Anad gibi NTV'nin ağır toplarıyla birlikte 'erken' tatile gönderilmesi, ardından da 8 Temmuz 2011'de Güven'i kovması ile birlikte gerçekler de gün yüzüne çıkmaya başladı. İddialara göre Güven'in  'erken' tatile çıkartılmasının perde arkasında 2 Haziran'da Vedat Türkali'nin konuk olduğu program ve Leyla zana ile röpotaj yapmak istemesi yatıyordu.

Türkali, programda Öcalan'ı görmek istediğini belirterek, "12 yıldır hapsetmişler Öcalan'ı oraya. Hiç kimseyle görüşmüyor. Şimdi buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Selam ve sevgi benden Öcalan'a" demişti.

NTV Güven'in progrmaını tatile yollayıp arşivlerinden 2 Haziran tarihli programı da silmişti.

Peki ne değişmişti de 2 yıl önce ekrana çıkması yasaklanan, binbir rest ile mümkün olan İsmail Beşikçi NTV tarih sayfalarına konuk olmuştu?

MUHTEŞEM HAREM DÖNÜŞÜMÜ

Aslında NTV ve Tarih dergisi bu dönüşümü ilk kez yaşamıyor. Muhteşem Yüzyıl Show TV'de yayınlıdığı dönemde 11 Ağustos 2010'da Tarih Konuşmaları programında Fanteziden gerçeğe harem başlığı ile "gerçeği konuşacağız" denilerek harem konuşulmuştu. NTV Tarih yayın kurulundan Necdet Sakaoğlu da Harem gerçeğini anlattı.

4 Ocak 2012 tarihinde Muhteşem Yüzyıl'ın Star TV'de yayınlanmaya başlaması ile birlikte Doğuş Grubu bu tavrından çark etti.

29 Ocak 2012 gecesi NTV'de Tarih Konuşmaları programında Harem konusu, NTV Tarih yayın kurulundan Necdet Sakaoğlu'nun katılımıyla aynı derginin yazarı Ahmet Yeşiltepe'nin moderatörlüğünde yeniden konuşuldu. Diziye neredeyse imalar dışında hiç değinilmedi ama konuya bakış açısı değişmişti bir kere.

Aynı Necdet Sakaoğlu örneğin 17 Ocak 2011'de kendisini arayan Mine Şenocaklı'ya "daha telefonu açar açmaz, “Dizi üzerine konuşacaksak, hiç konuşmayalım” demiş... Şenocaklı'dan “Hocam, diziden değil ecdadımızın gerçek tarihinden konuşmak için arıyorum” yanıtını alınca söyleşiyi kabul etmişti.

SAKAOĞLU BİR KONUŞUYOR BİR KONUŞMUYOR

Halbuki aynı Sakaoğlu birkaç gün önce Milliyet Cadde'den Nil Kural'ın sorularını yanıtlamış ve şöyle demişti: "Hürrem ve Kanuni hakkında yazılanlar nedir? Yapanlar ne kadar uyabilmiş? Bunlar o kadar eksik ki, benim gibi tarih yazıp çizenler, şaşkınlıkla bakıyor. Diziye yapılan eleştirilerde de, dizide de tutarlı olan şey çok az. Örneğin dizide, Hürrem’in Topkapı’da çok günü geçmiş... Topkapı Sarayı’nın gösterilen salonlarının hiçbiri Kanuni döneminde yok..." 

Zaten bir süre sonra "elimizde belge yok" diyen ve daha önce Bu Mülkün Sultanları (Oğlak Yayınları, 1999) ve Osmanlı Sarayı’nın kadınları hakkında yazdığı  Bu Mülkün Kadın Sultanları (Oğlak Yayınları, 2008) adlı kitapları büyük ilgi gören  Sakaoğlu, Kanunî dönemini, kızı Mihrümah’ı ve Hurrem, Mahıdevran ve Gülfem adlı eşleriyle ilişkisini konu alan “Saadetim Yıldızı Sultanım”  isimli bir kitap yayınladı.[Sakaoğlu'nun Başbakan'ın eleştirisini çürütmek için Kanuni'nin seferleri ile ilgili yaptığı matematik işlemini okumak için ise buraya bakabilirsiniz.Sakaoğlu diziyle ilgili soruya şöyle yanıt veriyordu Radikal Kitap'taki röportajda: "Dizi eleştirilebilir, giyim kuşam mekânlar, konuşmalar... çok yanlışlar var. Ama o bir dizi. Yasaklamak, yargı yoluna gitmek doğru değil. Bir başkası çıkar daha doğrusunu yapar o seyredilir." 

DİZİ KÖTÜ GÖSTERİYOR DİYEN DERGİ DİZİYİ KAPAĞINA TAŞIDI

NTV Tarih dergisi de tıpkı NTV televizyonu ve Necdet Sakaoğlu'na benzer bir dönüşüm yaşadı. Dizinin Show TV ekranlarında olduğu ilk aylarda haremin dizide anlatıldığı gibi olmadığını, halvetin başka birşey olduğunu Necdet Saka'nın yazıları ile anlatmaya çalışan dergi, dizi kendi grubuna geçince bir anda reklama başladı.

Derginin çeşitli sayıları, Muhteşem Yüzyıl'ın Doğuş Grubuna geçmesinden sonra diziden yararlanan kapaklar ile çıktı. Örneğin 29. sayı Pargalı İbrahim  kapağında dizide İbrahim karakterini canlandıran Okan Yalabık'ın fotoğrafı yer alıyordu.

GRUP YÖN DEĞİŞTİRİYOR OLAN 
ERKEN ÖTEN HOROZA OLUYOR

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Doğuş Grubu rüzganın nereden estiğini takip eden ve ona göre tavır alan bir yayın çizgisi sergiliyor. Televizyon için de geçerli bu iddia, dergisi için de... İster Muhteşem Yüzyıl dizisi olsun, ister Kürt meselesi. İyi ilişkisini kaybetmek istemediği hükümet Kürt meselesinde tavır değiştirince Doğuş Grubunun yayın organları da tavır değiştirebiliyor. Olan ise Banu Güven gibi "erken öten horoz"lara oluyor.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Yeni Akit'in günah galerisi

Yeni Akit gazetesi son olarak CHP'li Süheyl Batum'un  kızının facebook sayfasındaki fotoğrafları kullanarak "iğrenç" bir haber yayınladı.

Haberde 'Erkeklerle sarmaş dolaş olmasından nasıl bir yaşam hedeflediği ortada. Fotoğraflar müstehcen. Elinden içki şişesi düşmediği görülüyor' gibi cümleler yer alıyor. Ancak bunlar Akit çizgisi için hiç de yeni değil. 

Akit'in "suç dosyası" çok kalabalık. Kısa bir tarama ile bu güne kadar yaptıklarından çarpıcı örnekleri sıralamaya çalıştım. 

 
YOLA BEKLENEN VAKİT DİYE ÇIKMIŞLARDI

Basın dünyasına Beklenen Vakit adıyla giren gazete, daha sonra imtiyaz sahipliğinde yaşanan bir sorun nedeniyle adını “Akit” olarak değiştirmek zorunda kalmıştı. Özellikle 28 Şubat’tan sonraki dönemde yayın politikasını oldukça sertleştiren gazete, bunun faturasını yüzlerce tazminat davasını kaybederek ödedi…

KILIÇDAROĞLU İSİM HAKKINI ALDI

O davalardan birini de açan Kemal Kılıçdaroğlu'ydu.  Akit gazetesi tazminat yükünden kurtulmak için kağıt üstünde kapatılıp Anadolu’da Vakit adıyla yeniden yayınlanmaya başlandı. Ancak alacaklarının peşini bırakmayan Kemal Kılıçdaroğlu, Akit’ten geriye hiçbir mal varlığı kalmadığı için gazetenin ismini hakkını aldı ve TSE’den kendi üzerine tescil ettirdi…

11 Şubat 2013 Pazartesi

Musa Ağacık'tan genç gazeteciye öğüt

Bir dönem özellikle Metin Göktepe davasında gösterdiği tavır ile akıllara kazınan gazeteci Musa Ağacık'tan genç muhabire şöyle öğüt vermiş:

"Haberi sevdiğiniz kız gibi düşünün, ona nasıl ulaşacağınızı tasavvur edin."

[Ne yazık ki kaynağını hatırlamıyorum...]


Ağacık biyografisinde gazetecilik macerasını bakın nasıl anlatıyor:

78′de Aydınlık Gazetesi’ne ayak bastım. Gazetecilik virüsünü kapınca bu kez Demirtaş Ceyhun’un yardımıyla 81 başlarında Türk Haberler Ajansı’na ofisboy olarak girdim. Ve derken 1 Mayıs 81′de 212.nci maddeden kadroya girdim. Girmesine girdim ama İdare Amirimiz anti sevimli Hayri Eroğlu, Basın kartı Sözleşmemi yaklaşık 5 yıl çekmecesinde “unuttuğu” içün, basın kartımı gecikmeli olarak ancak 87′de alabildim.
Daha sonra THA’dan istifa ederek Güneş Gazetesi’ne gittim. Orada Melih Aşık’la birlikte 1 ay “Arka Pencere” de çalıştıktan sonra, İstanbul Yeni Asır’a, oradan da 86 başlarında Milliyet’e geçtik. 95 yılına kadar “Açık Pencere”de Melih Aşık’la birlikte çalıştık.
95′teki Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Güldemir’in “Gel, o kısa söyleşilerini Milliyet’in birinci sayfasında yap”teklifinden sonra ise “Musa’nın Teybi” doğmuş oldu.
Köşe yazarı Ahmet Altan’ın “Atakürt” başlıklı yazısından dolayı gazeteden “şut”lanınca, Güldemir’de durumu protesto ederek istifa etti. “Sosyal demokrat” Derya Sazak’ın Genel Yayın Yönetmeni olmasıyla, gazete çalışanları için de sorunlar başlamış oldu. Tabii bu gelişmelerden “Musa’nın Teybi” de fazlasıyla payını aldı.
Sonunda istifa ederek ederek Mart 99′dan itibaren star’da çalışmaya başladım, “Demokratlık” adına mangalda kül bırakmayan bir kısım sevgili okurlar.

Temelkuran ve köşe yazarlığı

[Bu yazıyı aslında daha önce yazdım, sonra hiç beklemediğim bir şeyi yapıp yanlışlıkla sildim.
Onun için yeniden, aynı şeyleri ikinci kez yazma sıkıntısıyla yazıyordum... 

Sonra süre uzadı. Yazmadığımdan değil sonu gelsin diye beklediğimden... Gecikmiş ama genişlemiş bir yazı oldu yani...]

Ciner Grubun sahibi olduğu Habertürk Gazetesi, yazarı Ece Temelkuran'ın geçtiğimiz sene Ocak ayının ilk günlerinde işine son verdi. Kararı çok sık kullandığı twitter hesabından duyuran Temelkuran "İlk önce benden duyun isterim. Habertürk benimle de yolunu ayırdı. Bütün çalışma arkadaşlarıma başarılar dilerim" dedi.

Peki Temelkuran'ın işten çıkartılma gerekçesi neydi? Bir kaç gün öncesinde gazetedeki köşesini, televizyon kanalındaki programını ve Medya grubundaki poziyonunu kaybeden Yiğit Bulut yüzünden, denge kurmak için mi çıkartılmıştı işten? Yoksa Hükümet eleştirilerini sıklaştırdığı için mi? Belki de twitter'da gördüğü "Türk uçakları sivil kürtleri bombalıyor" mesajını yaygınlaştırıp sonra da yalan olduğu ortaya çıkınca mesajları silmesi neden olmuştu işten çıkartılmasına...

Hangisi olduğunu net olarak bilemiyoruz. Elimizde sadece bazı veriler var... Onları alt alta sıralamaya çalışalım.


5 Şubat 2013 Salı

Medya Mahallesi bitti mi?

CNN Türk'te yayınlanan ve Ayşenur Arslan ile Akif Beki'nin hazırlayıp sunduğu Medya Mahallesi programı dün olduğu gibi bugün de yayınlanmadı.

Konuyla ilgili olarak ne CNN Türk'ten ne de programı hazırlayıp sunan Ayşenur Arslan ile Akif Beki'den bir açıklama yapılmadı.


Ayşenur Arslan Cuma günü son olarak Nazlı Ilıcak'ı konuk olarak almış ve programını "Pazartesi görüşmek üzere" diyerek kapatmıştı.

Dün ve bugün saat 11.00'de Medya Mahallesi için ekran karşısına geçen izleyiciler Başak Şengül'ün sunduğu haber bülteni ile karşılaştı. Şengül de Medya Mahallesi'nin ekrana gelmemesi konusunda bir açıklama yapmadı.

"Çocuklu bir kadının Türkiye'de ne işi var?"

Evrensel gazetesine yansıyan ANKA mahreçli bir habere göre ABD'li kadın fotoğrafçı Sarai Sierra'nın ölümü ülkesinde de Türkiye'dekine benzer tepkilere neden oldu.
 
CBS’in İnternet sitesinde yayınladığı “Türk Medyası: Kayıp New Yorklu Kadın Sarai Sierra Ölü Bulundu” haberine okuyuculardan gelen yorumlar ABD medyasında büyük yankı uyandırdı.

Okuyucuların arasında Sierra’nın ölümü ile ilgili duyduğu üzüntüyü dile getirenlerin yanında, evli ve iki çocuk annesi olan Sierra’nın tek başına yurt dışı gezileri yapmasını eleştirenler de vardı.

‘ÇOCUKLU KADININ TÜRKİYE’DE NE İŞİ VAR?’

Bir okuyucu “Bir kadın nasıl oluyor da kendini keşfetmek adına çocuklarını ve zavallı eşini bırakarak başka bir ülkeye gidebiliyor? Ne tarz bir kadın böyle bir şey yapabilir?” derken, başka bir okuyucu ise, Sierra’nın İstanbul’da bir erkekle tanıştığını ve o kişinin kendisini gezdirdiğini yazıp, “Ben bir kadın olsaydım, ya başka bir kadının ya da profesyonel bir tur rehberinin beni gezdirmesini tercih ederdim” diye ekledi.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Hem Mevlevi olup hem de kredi kartı reklamında oynanılır mı?

Geçenlerde Taraf gazetesinin yazısına sansür uygulaması nedeniyle istifa eden Barbaros Altuğ, Cumartesi günü Ayşe Arman'a röportaj verdi. 

Ayşe Kulin, Ahmet Altan, Perihan Mağden, Hasan Ali Toptaş, Latife Tekin, Kürşat Başar, Buket Uzuner, Canan Tan, Celil Oker, Murat Somer, Aslı Erdoğan, Hatice Meryem gibi isimlerin "Edebiyat Ajanı" olan Altuğ ilginç bir çıkışla hissettiklerime tercüman oldu.

Burada medya üzerine yazıp çizmeye çalışıyorum ama bir yandan medyatik karakterlere dönüşen iki yazarla ilgili olduğu için es geçmeyeyim dedim. 

İşte Barbaros Altuğ'un Orhan Pamuk ve Elif Şafak için röportajda söylediği sözler:

Mitingler haber değil mi?

Sevgili Faruk Bildirici Ağabeyimiz (hem aynı okuldan mezun olmamız hasebiyle hem de vakti zamanında uzun uzun sohbet edip, sorularımızı yanıtladığı için gönül rahatlığı ile "Ağabey" diyorum kendisine) bugün köşesinde ilginç bir soru ve yanıtsız bir yoruma yer vermiş.

Köşesi dediğim yıllarca haber müdürlüğü de dahil emek verdiği Hürriyet gazetesinin okur temsilcisi köşesi elbet. Ombudsman'lar, ya da bizdeki ismiyle okur temsilcileri, gazetelerin sevilmeyen adamları. Çünkü, muhabirlerin, hatta yazarların yanlışlarını, eksiklerini yüzlerine vurmak gibi bir görevleri var. Gerçi her zaman işe yaradığı söylenemez ama görevlerini çoğu başarıyla yapıyor. Kimisi ise kendi gazetesine bakmak yerine rakiplerine "sarkmayı" tercih ediyor.

Neyse uzatmayalım lafı... Bildirici Ağabeyimiz  aslında yanıtını iyi bildiği bir soruyu köşesine taşımış, hatta yetinmemiş dersini iyi çalışan bir öğrenci gibi diğer gazetelerden de kontrol etmiş... Ama yanıt vermek yerine "bizdeki kitlesel protestolar neden haber değil? Bunun bir açıklaması olmalı..." şeklinde ucu açık bir yorum yapmayı tercih etmiş...

İşte Bildirici'nin Mitingler haber değil mi? başlıklı yazısı: 

15 bin kadar maden işçisi, 27 Ocak’ta Zonguldak’ta meydana çıkıp, taşeron şirketleri protesto etti. Son maden kazalarının hemen tamamının taşeron şirketlerin işlettiği madenlerde meydana gelmesi üzerine düzenlenmişti miting.

Zonguldak’tan yazan Tunca Banat adlı bir okur, miting haberinin ertesi gün Hürriyet’te çıkmamasını eleştirdi. “O madenlerde yeni ölümler olursa artık sizin de sorumluluğunuz var” diyordu o kızgınlıkla.

Eleştiriyi değerlendirmeden önce diğer gazeteleri taradım. Tahmin ettiğim gibi, sadece Hürriyet değil, ana akım medyanın çoğu maden işçilerinin eylemini görmemişti. Sabah, Habertürk, Akşam, Vatan, Star, Yeni Şafak, Taraf ve Akit’te de hiç yoktu haber. Sadece Posta, Sözcü, Milliyet, Birgün, Cumhuriyet, Radikal, Aydınlık, Yurt, Sol gazetelerinde haber olabilmişti protesto eylemi. Mitingde konuşan Genel Maden İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alabaş’ın, “Hiç kimse emekçileri görmezden gelemeyecek” sözlerine nazire yaparcasına görmezden gelindiğine göre bu durum sadece Hürriyet’in sorunu değil. 
Bir gözlem olarak, son yıllarda ana akım medyanın kitlesel eylemlere uzak durduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Sadece maden işçileri değil, örneğin ODTÜ öğretim üyelerinin yürüyüşü, Karayolları işçilerinin Ankara’da toplanması, HES’leri protesto eylemleri de haber olamıyor Hürriyet ve diğer gazetelerde. Bu eylemlerin haber olabilmesi için ya olay çıkması (ki olay çıkması da polisin müdahale etmesi ve polisle çatışılması demek) ya da birilerinin soyunmak gibi “medyatik” bir harekette bulunması gerekiyor.
Aynı şekilde bu eylemleri düzenleyen örgütlerin haberleri de itibar görmüyor. Medya Takip Ajansı Interpress’in araştırmasına göre, 2012 yılında gazetelerin ekonomi sayfalarında en çok haber olan birlik TOBB, en çok haber olan dernek ise MÜSİAD. Sivil toplum örgütlerine bakış bu, ana akım medyada.
Kitlesel eylemler haber değeri taşımıyor mu? Bence kuşku yok haber değeri taşıdığına. “Kitle” diye adlandırdığımız da sonuçta binlerce insan. Biz de insanlar için yapıyoruz bu mesleği. Zonguldak örneğinde işin içinde ölümleri önleme sorumluluğu da var üstelik.
Ayrıca Türkiye’deki kitlesel gösterileri haber yapmayan gazeteler, dünyanın başka köşelerindeki eylemleri verebiliyor. Örnek mi? 2011’de ABD’deki Wall Street eylemleri Türkiye’de gazetelerde geniş yer bulmuştu. Oysa Zuccotti parkında toplananların sayısı birkaç yüzü geçmiyordu bile. Hindistan’daki tecavüz karşıtı eylemleri ve Femen üyelerinin soyunarak protesto etmeleriyle ilgili haberler de yayımlanıyor. Öyleyse bizdeki kitlesel protestolar neden haber değil? Bunun bir açıklaması olmalı...


Bunun açıklamasını elbette Faruk Ağabey de bilir, bilmesine de... "Başbakan bu haberlerden rahatsız oluyor diyemiyor" işte...

2 Şubat 2013 Cumartesi

İliştirilmiş Türk Medyası ve PKK analizleri

Vatan yazarı Ruşen Çakır sadece Türkiye'de siyasal İslam üzerine kitap ve çalışmaları ile değil "yakıcı" gerçekliğimiz Kürt sorunu üzerine de kalem oynatan bir isim. Kendisini benzerlerinden ayıran ise, pek çok meslektaşı gibi masa başında oturup, yazması için sunulan bilgi kırıntılarını analiz diye okura sunmaması. 

Zaman zaman yaptığı röportajlar ile konunun taraflarının tespit ve düşüncelerini, kendi analizleriyle birleştirip okuruyla paylaşıyor. Geçenlerde Irak Kürdistanı'nda yaptığı ve gazetesinde 7 gün süren bir yazı dizisi şeklinde yayınladığı röportajlar da yeni(den) başlayan müzakere sürecinin göz ardı edilen bir tarafıyla ilgiliydi. 

Türk Hükümetinin ısrarla "Kuzey Irak", medyamızın “Irak Bölgesel Kürt Yönetimi” diye andığı ancak coğrafi olarak Güney Kürdistan, siyasi olarak ise “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi”  olarak isimlendirilmesi gereken bölgede yaptığı röportajların üst başlığı da bu isimlendirme sorununa dikkat çekiyordu: TÜRKLERİN KUZEYİ, KÜRTLERİN GÜNEYİ.

Yazı dizisinin son bölümünde Türkiye medyası ile ilgili çarpıcı bir de tespit yeralıyordu. Hem medyanın PKK'ya yönelik yaklaşımına ilişkin bu tespite katıldığım hem de kaynayıp gitmesin diyerekten buraya da alıyorum:

Türk medyası yıllar boyunca, kısmen yasal kısıtlamalar, ama daha çok sistemle içiçe geçmiş olduğu için PKK hakkında enformasyondan çok dezenformasyona, analiz ve yorumdan çok manipülasyona ağırlık verdi.
Belli bir normalleşme ve rahatlamanın yaşandığı son dönemdeyse bu sefer, gazetecilikle ilişkileri olmayan ama şu ya da bu odak tarafından medyaya iliştirilmiş bazı isimler, devletin istihbarat birimlerinden aldıkları (veya almış havası yarattıkları) bazı tüyolarla tam bir bilgi kirliliğine yol açtılar.
Örneğin PKK içinde, yöneticilerinin doğum yerlerine ve mezheplerine göre fraksiyonların bulunduğu “bilgisi”, bu örgütün felsefesini ve tarihini biraz bilenler için anlamsız ve yanlıştır. İslam dinine zaten mesafeli duran PKK yöneticilerinin Alevi-Sünni diye ayrışmış olmaları nasıl mümkün olabilir?

Türk medyasındaki PKK analizleri genellikle tam da Çakır'ın altını çizdiği şekilde yapılıyor. Bir takım "kaynak"larla yakın ilişki içinde olan, ya da "kaynak"lardan gelen bilgileri kullanarak gazetecilik yaptığını sanan, hatta "kaynak"ları kullandığını sanan ancak aslında onlara oyuncak olan medya mensuplarımız yazıyor ve kafaları karıştırıyor.