16 Ocak 2014 Perşembe

Bir intihalci olarak Serdar Turgut portresi

Eğer mümkünse bundan böyle lokantalarda hollandaise sos barındıran yemeklerden ısmarlamayın. 
Hollandaise sos azıcık beklediğinde bakterilenmeye başlar; çünkü bakteriler yumurta ve tereyağı ile hazırlanan bu son derece zarif sosa bayılırlar. 
Kitabından konuları öğrendiğim şefin iddiasına göre, şu anda dünyada hollandaise sosu yemek siparişi geldiği anda hazırlayan tek bir lokanta bile yokmuş. 
Abartıyor, bence en azından beş altı lokanta vardır dünyada işi böyle yapan. 
Diğerlerinde ise hazırlanan sos en azından beş altı saat beklediği için bunu yiyenler büyük bir risk altında, benden söylemesi. 
Ancak hollandaise sos şefler açısından iyi bir sostur; çünkü bu da tereyağı israfını önleyen bir şeydir. 
Masalara yemek öncesinde getirilen tereyağı üzerine sigara külünden tutun, ekmek kırıklarına kadar her şey düşer. 
Teorik olarak doğru olan, bu tereyağların çöpe atılmasıdır. 
Ancak nasıl ki hemen hemen hiçbir lokantada, bir masadan alınan ekmek sepetindeki ekmekler de çöpe atılmaz ve başka masalara taze ekmek diye götürülürse (İnşallah bir masa öncesinde oturan müşteriler arasında soğuk algınlığı olan veya şimdi moralinizi bozmamak için saymayacağım başka virüsler taşıyan müşteriler yoktur. Dua edin de olmasın; çünkü bir hapşırmayla iş biter), başka masalardan alınan tereyağı da katiyen çöpe atılmaz. 
Bunların üzerindeki ekmek ve sigara külünü temizleyerek yağı tekrar kullanmanın en iyi ve kolay yolu, bunu hollandaise sos yapımında kullanmaktır. 
Üzerinde ekmek kırıntıları ve sigara külü bulunan yağı iyice erittikten sonra bir süzgeçten geçirip temizlerler ve bunu sos yapımında kullanırlar. 
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bu uzun alıntı Serdar Turgut'un 10 Kasım 2000 günü Hürriyet'teki köşesinde yazdığı yazısından. Önce 13 küsür yıllık bu yazıyı neden alıntıladığımı anlatayım isterseniz.

ÖZKÖK'ÜN TÜRK MEDYASINA EN BÜYÜK KATKISI

Serdar Turgut'u Hürriyet'in Washington temsilciliği yaptığı zamandan beri okurum. Ertuğrul Özkök'ün medyaya en büyük katkılarından biridir bence. Sarkastik hatta kinik dili, eleştiri oklarını bir tabu kırıcı olarak kullanması, etnik, dinsel, hatta ailesel aktörler ile rahatlıkla dalga geçebilmesi... Bunların hepsi olumlu hanesine yazılacak özellikleri...

Ama giderek değiştiği, Hürriyet'teki köşesinde yazdığı penis yazıları, Akşam'a genel yayın yönetmeni olunca hiç yazılmamış gibi "Milliyetçi ve muhafazakar fikirleri olan; ama modern yaşayan insanların gazetesi olacağız" gibi abukluklara yöneldi.

"Marksizm ile İslam'ın ittifak arayışı ise hem komik hem de geleneğe bir ihanettir." dedikten hemen sonra Gülen'i ziyarete gitti. Eleştirileri ise "Ben Atatürkçü, laik ve seküler cumhuriyete inanan biri olarak, cemaate itici olarak bakmıyorum. Kucaklaşıcı bakıyorum onların içine girerek, onları anlamaya çalışıyorum. Gerekirse onlar gibi davranıyorum. Namaz kılmıyorum, dindar değilim" diyerek yanıtlayabildi.

Gülen'in hediyesi olan saati koluna takarak döndü Türkiye'ye ama Cemaat ile AK Parti savaşı kopunca, Hükümetten yana tavır alarak, "Ben  60 yaşına yaklaşıyorum bu demektir uzunca bir geçmişte Türkiye'nin iniş çıkışlarını biliyorum, yakından yaşadım. Türkiye benim geçmişimde bugünkü kadar tehlikeye yaklaşmadı hiçbir zaman. (...) Şu anda bize olan şey darbenin yerine geçen şeydir.” demeyi tercih etti.

Neyse sözü uzatmayalım. Amacım, Oray Eğin'in dediği gibi  "yaptığı işlere başlaması ve devamını pek getirmemesiyle bilinen"  Serdar Turgut eleştirisi yazmak değil. Şu lokanta alıntısına döneyim.

MR. GURME

Serdar Turgut, bir yandan yıllarca Hürriyet gazetesinde Mr. Gurme takma ismiyle yemek yazıları kaleme aldı (tıpkı Güngör Uras'ın, Ali Rıza Kardüz olması gibi...). Yetmedi Habertürk TV'de aynı isimle bir de televizyon programı yaptı.

Yemek yemekle arasının iyi olduğu görüntüsünden de anlaşılıyor zaten Serdar Turgut'un ancak yemek bilgisinin kaynağının neresi olduğu yukarıdaki alıntıyla ortaya çıktı... En azından benim için.

Geçen sene Digiturk'e üye olup HomeTV'yi izlemeye başlayınca Anthony Bourdain ile tanıştım. Sadece yemeğin değil yemek kültürünün ukala şefi ülke ülke gezip dünya yemeklerini tadıyordu No Reservations isimli televizyon şovunda.

Yiyor, geziyor, hep daha fazlasını görmek, tatmak istiyor; bunun için de çaba sarfediyordu.

Sonra anladım ki zaten kendisini tanıyormuşum. Kitchen Confidential isimli televizyon dizisi Bourdain'in kitabından uyarlanmış meğer...

Hem de aynı isimli kitabından... Aralık sonunda "kitap Türkçe'ye çevrilmiş olabilir mi?" diyerek idefix'e baktım. Evet Mutfak Sırları adıyla çevrilmiş. Oğlak Yayınevi basmış, üstelik 5. baskısını yapmış kitap. Hemen bir tane sipariş ettim ve deyim yerindeyse yutarcasına okumaya başladım.

O zaman ilginç bir durumla karşılaştım. Eski eroinman, uyuşturucu bağımlısı, şeflik yapmaktansa rock star gibi davranan, ama dibe vurduğu zaman durup kendisine bakan, nerede hata yaptığını gören, hatalarından ders çıkartan ve yetinmeyip o dersleri bizimle paylaşan Bourdain'in 2000 yılında basılan kitabında yazdıklarının bir kısmını ben daha önce okumuştum.

Mesela Mutfağımızdan Masanıza başlığı ile daha önce New Yorker dergisinde yayınladığı ve kitabında da önemli bir yer tutan bölümü... New Yorker okumadığıma, Bourdain'i daha önce tanımadığıma göre nereden bilebilirdim ben bu yazdıklarını? Hafızamı biraz zorlayınca aklıma Serdar Turgut'un yazdıkları geldi. Önce Mr. Gurme ismiyle yazmış sanarak Hürriyet arşivlerini karıştırdım. Bulamayınca bir de kendi ismiyle baktım... Bingo!

İşte yukarıdaki alıntı, serbest bir çeviriyle Serdar Turgut'un Bourdain'den aparttığı, hadi akademik jargona uyalım intihal yaptığı bölüm.

Haksızlık etmeyelim, intihalini gizlemek için küçük bir de üçkağıda başvurmuş: "Kitabından konuları öğrendiğim şefin iddiasına göre"cümlesini sıkıştırmış yazısına. Gerçi ne kitabın adı, ne o şefin kim olduğu belli değil.

İşte size bir intihalci olarak Serdar Turgut portresi...

15 Ocak 2014 Çarşamba

Hasan Cemal bu haberi görmeyen gazetesine ne diyecek?

Önce Paris’te PKK’lı üç kadına suikasttan tutuklanan Ömer Güney’e ait olduğu iddia edilen ses kaydı internete düştü.  Halen Fransa'da tutuklu bulunan Güney’in bir yakınının internete yüklediği ve Güney'in MİT’çilerle yaptığı suikast planlarına ait, parçalar halinde yayınlanan ses kaydındaki konuşmalar bomba etkisi yaratıp gündemi sarsmalı, hükümetin "Kürt Barışı" ile ilgili açılım sürecinde ciddi soru işaretleri yaratmalıydı.

Ama olmadı... Kafamızdaki soru işaretleri daha tam anlamıyla şekillenmeden bir başka kaset, gündeme bu sefer gerçek bir bomba etkisi ile düştü.

Fethullah Gülen ile kimliği henüz belli olmamış (bazılarına göre Cemaat'in Türkiye sorumlusu) bir kişinin konuşmaları internette yayınlanıverdi. 

[İlginçtir, hafta sonundan itibaren önce Vimeo, sonra Youtube birbiri ardına mahkeme kararları ile kapatıldı, Türkiye'den erişimi engellendi... Gülen'in ses kayıtları ise soundcloud sitesinde yayınlanıverdi.]

Uganda'dan gelen ananasları bir yana bırakırsak, Gülen'in ses kayıtlarında "Rafineri'yi Koç Grubuna verelim... Gönüllerine girmiş oluruz..." bölümü dışında çok çarpıcı bir yer yok. Medya ile ilgili olan konuşmaların dökümünü zaten şurada paylaşmıştım.

Gelelim daha ilginç olan kısmına.

Medya bu ses kayıtlarını nasıl gördü? Doğal olarak AK Parti-Cemaat saflaşmasında AK Parti'den yana duranlar "işte paralel örgüt" derken, Cemaat medyası ve son zamanlarda cemaat kaynaklarından beslenen gazeteler "Gülen ile görüşmek suç mu?" perspektifinden yaklaştı kasetlere.

TARAFSIZ MEDYA O HABERİ NASIL GÖRDÜ?

Peki teknik olarak tarafsız gibi görünenler? Sözcü, Aydınlık, Yurt gibi ulusalcı cephedekilerden söz etmiyorum elbette. Onlar babamın deyişiyle "domuzdan kıl kopartmak kardır" yaklaşımında. Hükümetin bu kavgadan yaralanarak yıkılmasını bekliyorlar. Kürtler de değil sözünü ettiğim. Onlar da haklı olarak "biz son yıllarda fiilen Cemaat ile savaştık. Şimdi tarafımız bizimle masaya oturacak olan hükümettir" diyorlar.

A Haber gibi bir kısım hükümet yanlısı medya kasetleri önce haber olarak görüp sonra (işin hukuki sürecini düşünerek olsa gerek) sitelerinden kaldırdılar. Nasıl olsa Ensonhaber ve Habervaktim gibi siteler hatta OdaTV ses kayıtlarını yayınlıyordu, ne gerek var elini ateşe sokmaya...

Aslında soruyu bir kez daha,  T24 haberi nasıl gördü diye sormak lazım belki de... Neden T24'e odaklandığımı da şöyle hatırlatayım "Bağımsız İnternet Gazetesi" sloganı ile yol alan site özellikle, 2009 Mart'ında, "Balbay Günlükleri" diye anılan ve daha sonra Mustafa Balbay'ın yargılandığı 2. Ergenekon davası iddianamesine giren metinleri yayınlayarak medyada kendine ciddi bir yer edinmişti.

"HABERİN ALLAHI"


Taraf yazarı Halil Berktay'ın "Türkiye'nin Watergate'i" diyerek selamladığı günlükler haberi için sitenin yöneticisi Doğan Akın, (Balbay'ı kastederek) "gazetecilik sınırının aşıldığı" hatırlatmasını yapıyordu. Daha sonra Milliyet'ten Başbakan Erdoğan'ın tepkisini çekerek kovulunca T24'e geçen ve orada yazmaya başlayan Hasan Cemal ise şöyle yazacaktı köşesinde:
(1) Balbay günlükleri haberin Allah’ıdır.
(2) Böylesine büyük bir haberi tümüyle görmezlikten gelmenin gazetecilikte yeri yoktur.
(3) Balbay günlüklerini yok sayan medya yöneticilerinin gazetecilik dersinden alacakları not sıfırdır.
(4) Balbay günlüklerine burun kıvıran ya da haberi kerhen, yasak savarcasına gören gazete yöneticilerinin notu da kırıktır.
(5) Gazeteci milletini de bağlar hukuk. Ama hukukçu değildir gazeteci! Bazen kamu yararı öylesine ağır basabilir ki, bedelini ödemeyi göze alır ve yürüyüp gider gazeteci, eğer gerçekten gazeteciyse... 
Peki bugüne kadar pek çok "gerçek haber"i yayınlayan, yasal sınırları ihlal etmeyi gazetecilik yapmak için pek de önemsemeyen, (doğru olan da budur bence de, gazeteci kamu görevi için gerekirse yasaların sınırlarını zorlar, ihlal eder...) T24 Gülen'in kasedi haberini nasıl gördü?

Hemen söyleyelim, "görmedi"...

O HABERİ GÖRMEDİ AMA BUNLARI KULLANDI

Kimi sitelerde yapıldığı gibi "Piyasaya servis edilen Cemaat kaseti kurumumuza da geldi. Ancak yayın ilkelerimiz gereği gizli ve gayri yasal yollarla elde edilen ses ya da görüntülü kayıtları yayınlamıyoruz..." denilmedi T24'te. O haber hiç yokmuş gibi es geçildi.

Ardından yayınlamadıkları, ne olduğuna dair okura hiç bilgi vermedikleri ses kasetleri için "Fethullah Gülen'in avukatı: Ses kaydını haberleştirenleri dava edeceğiz" açıklamasını haberleştirdi site.

Sonra Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Fethullah Gülen'in ses kaydında anormal bir şey yok açıklamasına yer verdi.

Doğal olanı o kasetlerin ne olduğuna, içeriğinde neler yer aldığına dair bir haber yapması, ardından da kasetlerle ilgili haberler yayınlamasıydı ama olmadı. Bağımsız İnternet Gazetesi T24 bu gazetecilik sınavından geçemedi ne yazık ki... Doğan Akın, gazeteci olmanın yanı sıra sitenin patronu olarak kendince o haber yer vermemesine bir neden bulabilir elbet. İnandırıcılığı tartışılır, haklı bulunur ya da bulunmaz.

HASAN CEMAL NE DİYECEK MERAK EDİYORUM?

Lakin benim merak ettiğim, 2009 yılında "Balbay günlükleri haberin Allah’ıdır. Böylesine büyük bir haberi tümüyle görmezlikten gelmenin gazetecilikte yeri yoktur." yazan Hasan Cemal, daha dün "özgürce yazıyorum" diyerek övdüğü T24'ün bu haberi kullanmamasına sessiz kalmayı sürdürecek mi? Yoksa Hasan Cemal'e göre Gülen'e ait ses kasetleri "haberin Allahı" değil mi?

14 Ocak 2014 Salı

"Gülen'in sözcüsü" (!) Gülerce ve Bir Gülen Müessesesi olarak Ciner Medya...

Dün akşam Fethullah Gülen'le bir şahsın telefon görüşmesinin kayıtları internete,  düştü. Bir çok ünlü iş adamının isimlerinin geçtiği görüşmelerde medya ile ilgili detaylar da vardı. Bu detaylardan biri "Cemaat'in sözcüsü" olarak anılan Hüseyin Gülerce hakkındaydı.
HOCAM HÜSEYİN GÜLERCE'NİN YAZISINDAN BİLGİNİZ VAR MI?
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Cemaat ve Hükümet için Sulh çağrısında bulunan bir yazı kaleme almış, Telefondaki "abi" Fethullah Gülen'e  Hüseyin Gülerce'nin bu yazısını soruyor:
-Bir de efendim bugünkü şeyle alakalı, bugünkü Hüseyin Gülerce'nin yazısı o sulh mü o zatıalinizin bilgisi dahilinde mi yoksa kendiğilinden mi yazdığı bir şey?
- Fethullah Gülen: Hatırlayamadım. Nedir O?
- Efendim 3 şart koşuyor. 1. yolsuzlukların üzerine gidilsin diyor. Yani paralel yapı varsa onları tasfiye edebilir. 2. Dedikodu gıybet etmeyelim. Bu bütün ülkeyi rahatsız ediyor. Sulh yolunu teklif ediyor.
- Fethullah Gülen: Önemli değil.
- Başüstüne
- Haberim yok. Siz şimdi o meseleyi halledin. O meseleyi halledin.
- Başüstüne efendim. Hürmet ediyorum. Allah sağlık sıhhat versin.

TURGAY CİNER'E TALİMAT
Bir diğer önemli görüşme de Turgay Ciner'in Gülen'e yolladığı mesaja ilişkin. "Kasım 2013 FG Turgay Ciner Ve Ali Sabancıya Talimat, Ekim 2013 FG Mustafa Koç, Takip - Sponsor - TUSKON, Aralık 2013 FG Bank Asya Talimatı/ BDDK'da adamlarımız var, FG Thy Para Çekmesi" başlıkları ile internete yüklenen görüşmelerdeki sohbet ise şöyle:
- Alo
- Aloo
- Tamam bir görüşeyim dedi ama uzun olmasın tamam mı
- Tamam
- Fethullah Gülen: Efendim.
- Hürmet ederim efendim inşallah daha iyi afiyettesinizdir
- Fethullah Gülen: İnşallah
- Bu Aziz Bey vardı efendim. O gelecek olan beyefendi.Pasaportunu elden almak için rica etti. Pazartesi günü verecekler
- Fethullah Gülen: Kimin dediniz?
- O Bursa'dan gelecek olan Aziz Bey. Osman Hoca söylemişti Hocam.
-Fethullah Gülen: Ha Tamam evet hatırladım evet tamam peki
- Ali Sabancı'yla beraberdim dün Hocam. Çok Selamları var. Sağlığınızı sıhhatinizi sordu. En çok da o arayıp sordu bu süreçte.Ceyda Hanım bir mektup verdi. O da o şekilde telefonla olmayabilir dedi. Turgay Ciner Bey'e uğradık bugün. Hasan beyle bir koşe yazarının menfi yazı yazma durumu vardı. Onu öğrenmiştik. Kendisini aradık. Bizzat devreye girdi. "Bu gazetede aleyhinize hiçbirşey çıkamaz" dedi. Hepsi bunların 'Hizmet Müessesesi' dedi. "Büyüğümüzün (Fettullah Gülen) aleyhine de ben burada bir şey çıkartmam" dedi.Öyle güzel bir görüşme geçti efendim kendisiyle.
- Fethullah Gülen: Çok iyi. Allah Razı olsun
- Bu dostlarımıza Uganda'dan ananas falan gelmiş. İşte efendim onlara göndermiştim. Bugün teşekkür mektubu yazmış o Koç. Adamı da aradım. Yardımcısıyla görüştük. Bu iftar meselesini de orada tekrar görüşürken Mustafa (Koç) Bey'in Adnan Bey Polat'ın aramasından rahatsızlık duyduğunu ifade etti efendim. Ben Süleyman abiyle de paylaştım bunu, söyledim kendisine. herhangi bir şey olursa ben görüştüreyim, Federasyon Başkanı'nı da tanıştırdık zaten dedim. Siz arada kalacak olursanız bizim üstümüze atın en azından. Siz kötü olmayın Adnan Bey'le dedim. Böyle bir şey çıktı ortaya hocam.
- Fettullah Gülen: Meseleyi çözün bence. Yumuşakça inşallah.

RAFİNERİYİ KİME VERELİM

- Bir de efendim rafineri meselesini ben şeye götürmedim. Koç'a. Fatih Baltacı Bey o ortağı olan iki ayrı ülkedekilerle görüştü. İlgilenmiyorlar. Akın İpek Bey'e söyledim. O da ilgilenmiyor. Bu ayın 8'inde de müraacat etmek için son tarihi. Onlara bildirelim mi bunu Koç'a . Başka bir alternatif gelmedi aklımıza.
- Fettullah Gülen: Evet olabilir bence de. Gönüllerine girmiş olursunuz.
- Başüstüne hocam.
- Hürmet Ederim. Allah'a afiyetler versin inşallah
Fethullah Gülen'in Bank Asya'ya para yatırılması ile ilgili talimatları: BDDK'da adamlarımız var.


10 Ocak 2014 Cuma

Neden "Gazeteciler" değil de "Çalışan Gazeteciler"?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü basın meslek örgütleri tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanırken her yıl olduğu gibi bu yıl da, akıllara gelen bir soru sosyal medyada geniş yer buldu: Neden "gazeteciler" değil de "çalışan gazeteciler" günü?

NEDEN "ÇALIŞAN GAZETECİLER" GÜNÜ?

Çalışan Gazeteciler Günü çarpıcı bir öyküye dayanıyor. 1961 yılınında 10 Ocak günü resmi gazetede yayınlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye kavuştu. Şimdi ''212 sayılı yasa'' olarak bilinen düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyor. 

PATRONLAR KAZAN KALDIRDI!

Ancak 212 sayılı yasanın çıktığı süreç başta ''babıali'de dokuz patron olayı'' olmak üzere türk basın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini tetikledi. İlgili yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronları 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yaptılar. Bildirinin altında, 9 gazete patronunun imzası vardı. Yayınlanan bildiride ise 212 sayılı yasa ile Basın İlan Kurumu'nun oluşturulmasıyla ilgili 195 sayılı yasaya yönelik tepkilerin dile getirilirken yasaların mesleki sakıncalar doğuracağı iddia edilmişti. Bidiriye imza atan 9 patronun sahibi oldukları gazeteler ise Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah'tı.

GAZETECİLER DE PATRONLARA KAZAN KALDIRDI!

Gazete sahiplerinin bu ortak tepkisi karşısında, çalışanlar da bir araya geldiler. İstanbul İazeteciler Sendikası, çalışanlara ait bir ortak bildiri yayınlayarak, kapanma kararının gazete sahipleri tarafından verildiğini, diğer çalışanların ise bu durumu tasvip etmediklerini açıkladılar. Gazeteciler aynı gün, sendika önünden başlayan sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdiler. ayrıca, sendikada gerçekleştirilen olağanüstü toplantıda, patronların üç günlük boykotu sırasında ''Basın'' adlı bir gazete yayınlanmasına karar verildi. 

"ÇALIŞAN GAZETECİLER" BASIN GAZETESİ'Nİ ÇIKARDILAR

Gerekli girişimlerin ardından çalışanların ortak ürünü olan ''Basın gazetesi'', 11 ocak günü yayınlandı. basın gazetesi, gazete patronlarının üç günlük boykotu sırasında düzenli olarak yayın hayatını sürdürdü. Patronların boykotuna karşılık, ankara ve izmir'de de çalışanlar, gerçekleştirdikleri yürüyüşler ve yayınladıkları bildirilerle tepki gösterdiler.

Basın Gazetesi'nin son sayısında yer alan başyazıda, basın emekçilerinin elde edilen hakların korunması amacıyla elbirliğiyle mücadele edecekleri kaydediliyordu. 14 ocak 1961'de boykot sona ererek, gazeteler yeniden yayına başladı ancak üç günde yaşanan olaylar, Türk basın tarihinde yerini aldı. Patronların boykotuna karşın 11 Ocak'tan itibaren üç gün boyunca çok zor şartlarda çalışıp "Basın Gazetesi" çıkartan gazeteciler "Çalışan Gazeteciler Günü"nün de temeli oldu. 

PEKİ GAZETECİLERİN BUGÜNKÜ DURUM NE?

212 sayılı yasanın çıkması hayli çalkantılı bir sürecin ürünü olsa da 2013 yılı itibariyle gazeteciler açısından 212 sayılı yasa hala bir kazanıma dönüşmüş değil. Bugün Doğan Grubu, Doğuş Grubu, Turkuvaz Grubu gibi endüstriyel medya klübündeki grupların çalışanları arasında 212'li olanların oranı yüzde 10'un bile altında kalıyor. Gazete ve televizyon kanallarında çalışan binlerce gazetecinin ezici çoğunluğu ne 212'li ne de Basın Kartı sahibi. Sektörün yeni istihdam alanı olan internet medyası ise 212 bir yana hala herhangi bir yasal zemine bile sahip değil.


9 Ocak 2014 Perşembe

Rasim Ozan Kütahyalı dün ne diyordu şimdi ne diyor?

Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, son üç - dört yıl içerisinde birbirine zıt görüşleriyle dikkat çekiyor. Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yönelik kaset komplosunu dün OdaTv’ye bağlarken, bugün sorumlunun Gülen cemaati olduğunu iddia ediyor. Dün “Kahraman” olduklarını iddia ettiği Ergenekon savcı ve hakimlerini şimdi “cunta” oluşturmakla suçluyor. Radikal muhabiriİsmail Saymaz, Rasim Ozan'ın şaşkına çeviren değişim öyküsünü yazdı.



İşte Saymaz'ın Rasim Ozan Kütahyalı analizi:

RASİM OZAN DÜN NE DİYORDU ŞİMDİ NE DİYOR?

Dört yıl önce “Çok net bir darbe planı” dediği Balyoz Davası hakkında “Temizlenme süreci temiz olmadı” yorumunu yapıyor. TSK’nın AK Parti ile Gülen Cemaati’ni karşı karşıya getirmek istediğini savunduğu günlerden, “Paşa Vesayeti'nden Hoca Vesayeti’ne mi geçtik?” diye şaşkınlık yaşadığı bugünlere, işte Rasim Ozan’dan seçkiler... 

DENİZ BAYKAL TORNİSTANI

6 Ekim 2011: “Bugün Ergenekon soruşturması bağlamında teknik takibe takılan bazı konuşmalardan anlıyoruz ki (Soner) Yalçın ve CHP yönetimi sürekli temas içinde, Baykal’ı tuzağa düşürmeye çalışıyorlar. İşte bu tuzakların en organize olanlarından biri bu İklim Bayraktar olayı.”

4 Ocak 2014 - “Başbakan da son dönemdeki her konuşmasında şu gerçeği vurguluyor: Türk siyasetini dışarıdan dizayn etmek isteyen karanlık yapılanmanın kurduğu tezgâhlar Baykal’a yapılan kalleş komployla başladı. Alçakça bir komployla montaj bir kasetle Baykal’ı indirme operasyonu başarıya ulaştı... 12 Eylül 2010’da güçlü bir “Evet” tercihinin çıkması bu operasyonu yapan devlet içi güçler için çok hayatiydi. O devlet içi güçlerin kendini hukuksal garanti altına almasını ifade ediyordu 12 Eylül 2010. Nitekim o tarihten sonra çok daha pervasız yargısal operasyonlara giriştiler. Çünkü bu devlet içi yapı 12 Eylül 2010’la beraber dokunulmazlık kazandı. Bizler de bu gerçeğin farkına sonradan vardık.”

ERGENEKON SAVCILARI: DÜN KAHRAMAN BUGÜN CUNTA!

6 Nisan 2011: “Hem Zekeriya Öz, hem de Ali Fuat Yılmazer hem de bu süreçte ismi çok anılmayan diğer kahramanlar 2007’den itibaren büyük, çok büyük, çok çok çok büyük bir işe giriştiler. Öz ve Yılmazer konumları dolayısıyla da “işin başı” olarak görülen ve en çok saldırılan iki isimdi.”

17 Aralık 2013: “Ey adı bende saklı polis şefleri. Devlet adamı değil devlet memurusunuz. Haddini bilmeyen generallere seslendiğim şekilde şimdi de aynen size sesleniyorum: Herkesi susturabilirsiniz ama ben susmam. Kafamı da kesseniz ben sivil siyasetin yanında olacağım. Dağıtın şu kurduğunuz Emniyet-Yargı cuntasını.”

GÜLEN CEMAATİ NEYDİ NE OLDU?

1 Eylül 2010: “2008’den itibaren Ergenekon soruşturması hız kazanınca Genelkurmay karargâhı strateji değiştirdi... “AKP ile yumuşak ilişkiler kurarak, cemaati yalnızlaştırma” stratejisi İlker Başbuğ dönemiyle birlikte uygulamaya kondu Hanefi Avcı’nın kitabında da ısrarla hükümeti eleştirmekten kaçınarak her şeyi doğrudan “cemaat”e yükleme kaygısı var. Dolayısıyla şu an bu kitap yukarıda bahsettiğim 2008’den beri uygulamaya konmak istenen Gülen hareketiyle AK Parti arasına nifak sokma operasyonunun bir parçası olarak kullanılmak isteniyor. Emniyet içinde İslami bir hayat tarzına sahip olduğu halde sırf kişisel çekişmelerden ötürü Gülen hareketine karşı Genelkurmay’a yaklaşan bir ekip var.”

31 Temmuz 2013: “Eski Türkiye’de “alternatif iktidar” arayanlar Genelkurmay’a giderdi. “Paşam bizi başa getirin, ne isterseniz yaparız” derlerdi. Yeni Türkiye’de “alternatif iktidar” arayanlar Pensilvanya’ya gidip “Hocam bizi başa getirin, ne isterseniz yaparız” mı diyor yani? “Paşa vesayeti”nden “Hoca vesayeti”ne mi geçtik? İyice kafam karıştı.”

REFERANDUM ÇARKI!

11 Eylül 2010: “Bu halk oylamasında tüm ezilenlerle birlikte kendi kültürel kimliğini önemseyen Türkler, Türkçüler ve milliyetçiler de EVET demeli. 13 eylül sabahı ya yeni bir umutla güne uyanacağız, ya da barbarlığın galip geldiği bir güne. Karar hepimizin...”

28 Aralık 2013: “2010 yılını hatırladıkça içim parçalanıyor. Kendime de çok ama çok kızıyorum. 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında demokrasiyi hedef alan kumpası görememiş olmaktan utanıyorum. 12 Eylül 2010’da cemaatin kapı kapı gezerek Erdoğan’ı desteklediği büyük bir yalandır. O referandumda Recep Tayyip Erdoğan meydan meydan gezerek cemaati desteklemiştir. O yüzden mezardan kalkıp oy atılması istendi.”

RASİM OZAN'IN ŞİKE DAVASI İLE İMTİHANI

31 Ağustos 2013: “3 Temmuz bağlamında Gülen Hareketi’ne de haksız biçimde saldırıldı. Fethullah Gülen’e çok çirkin ve yalan ithamlar yapıldı. Şike davası haklı bir davaydı ve Hizmet de Hizmet’in medyası da çok doğru bir tavır aldı. O süreçte gözü dönmüş bir fanatizmle Gülen Hareketi’ne bu saldırıyı yapanların başında Cengiz Çandar ve Ertuğrul Özkök geliyordu.”

28 Aralık 2013: “Fakat bugün geldiğimiz noktada Ergenekon ve Balyoz davaları da usulden bozulmalı ve yeniden yargılama yapılmalıdır. Şike ve KCK için de aynı durum geçerlidir. Gayrimeşru yöntemlerle meşru işler yapılamaz.”

5 Ocak 2014 Pazar

90 yıldır değişmeyen bakış, savaşacaksan Kürtlere ihtiyacımız var!

Başbakan Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe'deki ofisinde gazeteciler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle 4 Ocak 2013 günü kahvaltılı bir basın toplantısında bir araya geldi.  Cemaat ve Hükümet arasındaki savaşın kodları ile süslenmiş konuşmasında mücadeleye devam kararlılığı ve uzlaşma olmayacağına dair açıklamalar yaptı. 

FOTOĞRAF: (c) Anadolu Ajansı (http://www.aa.com.tr/tr/s/270595--erdogandan-gazetecilere-kararlilik-mesaji)
Başbakan Erdoğan'ın davetlisi olarak toplantıya katılan gazetecilerin listesine bir bakalım: 
 
Yasin Aktay (AKP MKYK Üyesi , Yeni Şafak yazarı)
Nuh Albayrak (Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Hakan Albayrak (Star gazetesi yazarı)
Mehmet Barlas (Sabah gazetesi yazarı)
Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak gazetesi yazarı)
Akif Beki (Hürriyet gazetesi yazarı)
Fikret Bila (Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Vedat Bilgin (Bugün gazetesi yazarı)
Ali Bulaç (Zaman gazetesi yazarı)
Elif Çakır (Star gazetesi yazarı)
Osman Can (Star gazetesi yazarı)
Yusuf Ziya Cömert (Star Genel Yayın Yönetmeni)
Ersoy Dede (Yeni Akit gazetesi yazarı)
Ergün Diler
(Takvim gazetesi yazarı)
Abdurrahman Dilipak (Yeni Akit gazetesi yazarı)
Sibel Eraslan (Star gazetesi yazarı)
Doğu Ergil (Bugün gazetesi yazarı)
Markar Esayan (Yeni Şafak gazetesi yazarı)
Gülay Göktürk (Bugün gazetesi yazarı)
Turgay Güler (Akşam gazetesi yazarı)
İsmail Kapan (Türkiye gazetesi yazarı)
Hilal Kaplan (Yeni Şafak gazetesi yazarı)
Mustafa Karaalioğlu (Star Medya Grubu Başkanı)
Nihal Bengisu Karaca (Habertürk gazetesi yazarı)
İbrahim Karagül (Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Hasan Karakaya (Yeni Akit Gazetesi Genel yayın Koordinatörü)
Ahmet Kekeç (Star gazetesi yazarı)
Fuat Keyman
Fehmi Koru (Star gazetesi yazarı)
Etyen Mahçupyan (Zaman gazetesi yazarı)
Orhan Miroğlu (Star gazetesi yazarı)
Mehmet Ocaktan (Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Ayhan Ogan (Doğu Anadolu Bölgesi Akil İnsanlar Heyetin'deydi)
Yıldıray Oğur (Türkiye gazetesi yazarı)
Mahmut Övür (Sabah gazetesi yazarı)
Cengiz Özdemir (Skytürk 360)
Avni Özgürel (Radikal gazetesi yazarı)
Fadime Özkan (Star gazetesi yazarı)
Erdal Şafak (Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)
Abdulkadir Selvi (Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi)
Ahmet Taşgetiren (Star gazetesi yazarı)
Kurtuluş Tayiz (Akşam gazetesi yazarı)
Salih Tuna (Yeni Şafak gazetesi yazarı)
Hüseyin Yayman (Vatan gazetesi yazarı)
Sevilay Yükselir (Sabah gazetesi yazarı)

Hükümetten ve AK Parti'den de geniş bir katılım vardı toplantıda:

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay,
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan,
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ,
İçişleri Bakanı Efkan Ala,
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız,
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfü Elvan,
AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal,
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik,
Başbakan Erdoğan'ın Siyasi Başdanışmanı ve AKP Ankara Milletvekili, Star ve Yeni Şafak gazeteleri köşe yazarı Yalçın Akdoğan,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Eski Bakanı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım.

Başbakan'ın gazetecilerle bu buluşması dünden beri gündemin en tepesindeki madde. Daha da bir süre konuşulur elbet. Bence en çarpıcı yorumu Hasan Cemal yaptı. Şöyle diyor o buluşma için Hasan Cemal: 
"Cici gazeteci ve yazarları etrafına toplayan Başbakan Erdoğan milli irade suikastı dedi diye, hükümete darbe teşebbüsü dedi diye, küresel komplo dedi diye, yargı darbesi dedi diye pisliğin üstünde mi oturacağız? Tek kelimeyle hayır."

Elbette medya temsilcileri ile ilk buluşması değil bu Erdoğan'ın. Ama nedense aklıma, İslami çevrelerin sık sık eleştiri konusu yaptığı Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı geliyor, Erdoğan'ın bu buluşmasınından her söz ettiğimde.

MUSTAFA KEMAL İSTANBUL BASINIYLA BULUŞUYOR

Mustafa Kemal’in 16 Ocak 1923 günü, Lozan görüşmeleri henüz sürerken, İzmit'de Millî Mücadele’yi destekleyen 6 büyük gazetenin başyazarı ile yaptığı 5,5 saatlik buluşmasından söz ediyorum.

Ankara Hükümeti’nin İstanbul’daki temsilcisi Dr. Adnan (Adıvar) Bey  başkanlığında İstanbul’dan yola çıkan gazeteciler ilerleyen dönemde Türk basınının en önemli isimleri olacaktı. Kimler vardı peki?

Tevhid-i Efkâr’ın başyazarı Velit Ebüzziya, Vakit’in başyazarı Ahmet Emin (Yalman), Akşam’ın başyazarı Falih Rıfkı (Atay), İleri’nin başyazarı Suphi Nuri (İleri), İkdam’ın başyazarı Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Tanin’in başyazarı İsmail Müştak (Mayakon).

Grupta ayrıca Adnan Adıvar’ın eşi Halide Edip (Adıvar) ve İleri gazetesinin İzmit Muhabiri Hakkı (Kılıçoğlu) da yer alıyordu. Ayrıca Ankara'dan toplantıda konuşulacakları kaydetmek üzere, TBMM’de görevli 4 de zabıt katibi getirilmişti.

Peki Halk Partisinin kuruluş sinyallerinin verildiği, Hilafete dair açıklamaların yapıldığı toplantı da neler konuşuldu?

Ayşe Hür'ün Taraf gazetesindeki bir yazısından alıntılayarak konuşmanın en önemli kısmına değinelim:

Belgenin aslı yıllarca kasalarda saklanmış, araştırmacılara açılmamıştı. Dolayısıyla, Kürtlerle ilgili olarak, aşağıdaki cümleleri okumak için tam 64 yıl bekledik:

Ahmed Emin [Yalman] Bey - Kürt meselesine temas buyurmuştunuz. Kürtlük meselesi nedir? Bir dâhili mesele olarak temas buyurursanız çok iyi olur. Mustafa Kemal - Kürt meselesi bizim yani Türklerin çıkarına olarak da kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden Erzincan’a, Sivas’a kadar giden Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikle oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, o­nlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı sözkonusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Yani o­nlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”

Tahmin edileceği gibi sansürün nedeni, koyu renklerle gösterdiğimiz cümlelerdi. Bu konuşma, Lozan’da, Musul’un İngilizlerden kopartılamayacağının anlaşıldığı günlerde yapılmıştı. Anlaşılan Kemalistler, özerklik imasıyla Meclis’teki Kürt milletvekillerinin kıyameti koparmasının önüne geçmeyi hedefliyordu.

Ancak, sansürü yapanların hatırlamadıkları şey, şûralar yoluyla yerel yönetimlere özerklik veren maddelerin, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Kürtlerin desteğine ihtiyaç kalmadığını düşünen Kemalist liderlerin 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndan çıkarmış olduğuydu. Ama bizim sansürcüler, her ihtimale karşı bu satırları gizli tutmayı tercih etmişlerdi.

64 yıl kasalarda saklanan belge

16/17 Ocak 1923 tarihli İzmit Basın Konferansı’nda konuşulanlara neredeyse tüm Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan sansürün ilginç bir hikâyesi var. Aslında tam metin, Mustafa Kemal’in iznini aldığını söyleyen Siirt Milletvekili Mahmut Soydan tarafından, Milliyet gazetesinde, 26 Kasım 1929’dan 7 Şubat 1930’a kadar süren 75 bölümlük “Gazi ve İnkılâp” dizisinde yayımlanmıştı. Eski devlet bakanlarından Kocaeli Milletvekili İsmail Arar da bunlardan yararlanarak 1969’da, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı (Burçak Yayınevi) adlı bir kitap yayımlamıştı. Arar, kitabının önsözünde “[Bu önemli belge] öyle unutuldu ki Türk Devrim Tarihi Enstitüsü tarafından yayımlanan Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ve Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri adlı kitaba bile alınmadı” diyordu. O zaman bilmiyorduk ama meğerse Arar da Kürtlerle ilgili bölümü kitabına almamıştı.

İzmit Basın Konferansı’nın metinlerini bir kez de 1982’de Türk Tarih Kurumu (TTK) bastı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları adıyla yayımlanan kitabı, Afet İnan’ın kızı Arı İnan yayıma hazırlamıştı. İnan, “Anıtkabir Arşivi”nden aldığını söylediği asıllar üzerinden hazırladığı kitabın önsözünde, bu kitabın İsmail Arar’ınki gibi olmadığını, yani “noksansız, tam olduğunu” özenle vurgulamıştı. Ama daha sonra anlayacağımız üzere bu bilgi de doğru değildi. Arı İnan’ın sansürünü, İkibine Doğru dergisinin 9-15 Ağustos 1987 tarihli sayısında “Gizlenen Belge” başlığıyla ifşa etmişti. Dergi, bu haber yüzünden toplatılmış ancak, 6 Kasım 1988’de DGM’de beraat edince, Anıtkabir Arşivi’ni kaynak gösterip Konferans metinlerini yayımlamıştı. Derginin muhabirleri bu sansürün nedenini Arı İnan’a sorduklarında “henüz bu meseleler halledilmemişken zamanı değil” cevabını almışlardı. Aynı soruyu, o sırada TTK Başkanı olan Yücel Tanay’a (Tanay kitap basılırken görevde değildi) sorduklarında aldıkları cevap da benzer nitelikteydi: “Türkiye’ye karşı olanlara bu dokümanları vermek istemedim çünkü ayrılıkçılığa neden olurdu!”

Kürtler de sansür yapar

Noksansız metin, 1993 yılında Doğu Perinçek’in Kaynak Yayınları tarafından Mustafa Kemal Atatürk, Eskişehir-İzmit Konuşmaları, 1923 adlı kitapta yayımlanabildi. Yukarıdaki paragrafı o zaman okuyabildik. Ancak o zaman gördük ki, sadece Türk tarafı değil bazı Kürt çevreleri de kendilerine göre bir sansür uygulayarak Mustafa Kemal’in konuya girişte aktardığım “Kürt meselesi bizim yani Türklerin çıkarına olarak da kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir...” cümlelerini yazılarında kullanmamışlardı.
İKİ OLAYIN NE İLİŞKİSİ VAR?

Denilebilir ki ne alakası var bu iki olayın? Gerçekten de bir alakası yok gibi görünüyor.

Ancak Kurtuluş Savaşı sonrası -teknik olarak- hala Kürtlere ihtiyacı var gibi görünen (Lozan henüz imzalanmamış ve savaş olasılığını aynı toplantıda  "Sulh olmak ihtimali vardır. Olmamak ihtimalini de nazarı dikkatte tutmaktayız. Tedbirlerimiz vardır. Çünkü canımız çok yandı, çok aldatılmışızdır. Hatta bugün bile aldatılmış bir haldeyiz. Mudanya Mukavelesi’nin ahkâmına [hükümlerine] mugayir [karşıt] hareketler olduğunu görüyoruz.” diyerek niteliyordu)  Mustafa Kemal ile; Cemaat ile savaşımında Kürtlere ihtiyacı olduğunun farkında olan Erdoğan arasında bir bağlantı kurmak da bence mümkün.