29 Aralık 2013 Pazar

‘2 milyon yolla Süleyman’ diyen gazete yöneticisi kim?

Taraf gazetesinin dün (26 Aralık 2013) yayınlanan sayısında, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun önemli isimlerinden Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ile ilgili ilginç bir ayrıntıya yer verildi.

Hüseyin Özay imzalı "özel haber"e göre Rüşvet soruşturmasında teknik takibe takılan görüşmede; hükümete yakın bir gazetenin tepe yöneticisi, Halkbank Müdürü Aslan'a "Maaşları ödeyemiyorum, 2 milyon lira gönder" diyor.

Sözü geçen haber şöyle:
Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında hazırlanan dosyadan “medya skandalı” çıktı. Soruşturma sürecinde yapılan teknik takipte, hükümete yakın olarak bilinen bazı medya kuruluşlarının yöneticilerinin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’dan “nakit desteği” istedikleri tespit edildi. Hatta bir yandaş gazetenin tepe yöneticisinin, “Maaşları ödeyemiyorum. Ordan 2 milyon lira gönder” şeklinde talepte bulunması, savcıları bile hayrete düşürdü.

HALKBANK BAHANE REKLAM ŞAHANE

İstanbul cumhuriyet savcılığı tarafından yürütülen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun, “medya ayağının” da olduğu ortaya çıktı. Operasyonun patlamasının ardından, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a büyük destek veren yandaş basının, Halkbank sevgisinin sırrı çözüldü.

Savcılık tarafından yürütülen 14 aylık teknik takip sırasında, Süleyman Aslan ile yandaş medya yöneticileri arasındaki “ilişki” de tüm yönleriyle açığa çıktı.

Özellikle, söz konusu medya kuruluşlarına bankadan sağlanan olağanüstü destekler ise, soruşturmayı yürütenlerin de dikkatini çekti.

ASLAN: “BURASI HALKA AÇIK ŞİRKET”

Yapılan teknik takipte, bazı yandaş medya yöneticilerinin Süleyman Aslan ile yaptığı “destek” pazarlıkları da gün yüzüne çıktı.

Örneğin hükümete yakınlığı ile bilinen bir gazetenin tepe yöneticisi ile Süleyman Aslan arasında geçen telefon görüşmesinde, medya yöneticisinin, “Süleyman Bey, maaşları ödeyemiyorum. Oradan 2 milyon yolla” şeklinde talepte bulunduğu belirlendi.

Aslan’ın ise, “Burası halka açık şirket. Açıklayamayacağım, kaynak transferleri yapamam” dediği saptandı. Bunun üzerine medya yöneticisinin, “Bir şey olmaz. Ben reklam faturası keser gönderirim, sana” cevabı vermesi dikkatlerden kaçmadı.

Savcılık bu konuda özel bir inceleme yapmadı. Ancak, teknik takipte elde edilen bilgilere göre, hükümete yakın medya kuruluşlarına, reklam adı altında yüksek miktarlarda kaynak transferinin yapıldığı tespit edildi.
Haberde doğal olarak  o gazete yöneticisinin kim olduğu belirtilmiyor. Ancak, reklam ve hükümete yakın gazete sözcükleri yanyana gelince benim aklıma tek bir gazete ve onun iki tepe ismi geliyor ne yalan söyleyeyim.

Halen Star gazetesi/Kanal 24 televizyonu İcra Kurulu Başkanı olan Mustafa Karaalioğlu'nun10 Aralık 2012 günü yayımlanan "Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni" başlıklı yazısı aklıma nedensiz yere gelmedi elbet. Ne diyordu o yazısında Karaalioğlu:

“Bir avuç da güçlü ve imanlı reklam veren var!.. Kendi medyalarına para aktarmaktan asla geri durmayan; reklam bütçelerini (...) ideolojik aidiyetlerinin emrine hasreden iş dünyası bu ittifakın ortağıdır. Böylesi ittifakların ne denli etkili olduklarını hatırlamak için, sadece (...) 28 Şubat’ı hatırlamak yeterlidir...

Tek tek üzerinde de çalışmanın zamanı geldi... Mesela neden, Yeni Türkiye’nin en çok kazanan Koç, Sabancı, P&G gibi çok değerli şirketleri hâlâ reklam bütçelerini bu ülkede hiçbir şey olmamış gibi dağıtmaya devam edebilmektedirler?..

Tiraj ve reyting paylaşımı eşitlenmiştir ama ülkenin güçlü reklamverenleri (...) eski medya düzenini korumak için bu değişimi ıskalamaktadırlar...


Türkiye’de reklam demek iktidar savaşının bir parçası olmak demektir ve (...) sokaktaki insanı da yakından ilgilendirmektedir. Artık bu adaletsiz düzeni açık ve ikna edici bir şekilde sorgulamanın zamanıdır...”
Ertesi hafta da konuya devam eden Karaalioğlu şu tabloyu köşesinde yayınlamıştı:



Reklam denince akla gelen Star gazetesinin eksi başyazarı, "ikinci cumhuriyet" kavramının kuramcısı Mehmet Altan da gazetesinden eleştirileri yüzünden kovulduktan sonra konuşmaya başlamış ve “siyasi baskıyla ilan toplanıyor, normalde ilan vermeyecek olanlar ya da iktidarın manyetik alanında olanlar mecburen ilan veriyor...” demişti.

Hüseyin Özay'ın dikkat çektiği gibi bu durum bir medya skandalı, sözü geçen gazete yöneticisinin kim olduğunun en kısa zamanda ortaya çıkması lazım. Ancak hiçbir şeye şaşırmayan bizler bu yaşananlara da şaşırmıyoruz. Daha vahim olanı bu değil mi?

26 Aralık 2013 Perşembe

İkinci operasyon dalgası medya ile de ilgili(ymiş)

Türkiye Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu ardından hükümetteki istifa depremi ve yeni hükümet revizyonunun yanı sıra, Ankara ve İstanbul’da yolsuzluk operasyonlarının ikinci dalgasının hazırlandığı iddiasıyla çalkalandı.

Emniyet kaynaklarından sızdırılan bilgiler doğrultusunda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda Mart 2012’den bu yana yürütülen, ilk operasyondan çok daha kapsamlı, uluslararası çapta çok büyük bir karapara aklama, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk dosyasının bulunduğu, ekonomik büyüklüğü 100 milyar doları aşan bu dosyanın, Başbakanlık’tan dört ayrı bakanlığa ve Başbakan Erdoğan’ın iki oğluna kadar uzandığı öne sürüldü. Ankara’da ise Yüksek Hızlı Tren projesi ile ilgili soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı.

SORUŞTURMADA ERDOĞAN’IN ÇOCUKLARI VAR

BirGün gazetesinde yer alan habere göre, hazırlanan büyük soruşturmada, adı geçtiği öne sürülen kritik isimler, kaynaklar şöyle sıralandı:

Başbakan Erdoğan’ın oğulları Necmettin Bilal ve Burak Erdoğan, Erdoğan’ın danışmanı Hasan Doğan, Başdanışman İbrahim Kalın, Latif Topbaş, İBB Genel Sekreteri Adem Baştürk, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, Binali Yıldırım’ın danışmanı Ömer Sertbaş, İsmet Yıldırım, işadamları Yasin El Kadı, Celal Koloğlu, Mehmet Cengiz, Fatih Saraç, İbrahim Çeçen, Adnan Çebi, Abdullah Tivnikli, Üsame Kutup, Orhan Cemal Kalyoncu. 
Soruşturulan kurum, şirket ve kuruluşlar için ise şu isimler öne sürüldü: Turkuaz Grup (Sabah ve ATV), Bosphorus 360, BİM, Başbakanlık Kalkınma Ajansı, Kolyoncu Grup, KİPTAŞ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Al Baraka Türk, TÜRGEV.
Peki soruşturmanın medya ile ilgili kısmı ne? Haberde şöyle deniliyor:

SABAH-ATV'NİN SATIŞI

İddiya göre, Turkuaz Medya Grubunun elinde bulunan yazılı ve görsel medya organlarının satın alınması için, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla, Binali Yıldırım’ın koordinesiyle Mehmet Cengiz, Celal Koloğlu, İbrahim Çeçen, Adnan Çebi, Hayrettin Özaltın, Muzaffer Nasıroğlu ve Abdullah Tivnikli’den 100’er milyon dolar para toplandı.

Toplam 550 milyon dolara satış gerçekleşti. Bu medya grubunun başına Zirve Holding’i kuran Ömer Faruk Kalyoncu getirildi. İşadamlarının Sabah ve ATV’nin satın alınmasında verdikleri bu yüksek meblağlı paraları, aldıkları devlet ihaleleri karşılığında rüşvet olarak verdikleri öne sürüldü.

SAVCI GÖZALTINA ALIN DİYOR POLİS YAPMIYOR

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TCDD ile ilgili soruşturma iddiasını doğruladı. Cumhuriyet gazetesinin haberi üzerine ortaya çıkan soruşturma için başsavcılık, ‘dosyanın basına nasıl yansıdığının anlaşılamadığı’ bilgisine yer verdi.

İstanbul’da ise 100 milyar dolarlık yolsuzluk iddiasıyla oluşturulan dosya için Savcı Muammer Akkaş’ın dün sabah operasyon başlatılmasını istediği ancak polisin operasyonu yapmaya direndiği öne sürüldü. Operasyon talimatından İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın haberinin olmadığı, Çolakkadı’nın haber almasının ardından operasyona engel olundu da iddia edildi. Başsavcı Turan Çolakkadı akşam saatlerinde bir açıklama yaparak operasyon iddialarının doğru olmadığını, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bu kapsamda bir soruşturma bulunmadığını ifade etti. Akşam saatlerinde İstanbul Mali Şube Müdürü, savcılarla toplantı yapmak üzere Çağlayan Adliyesi’ne geldi. Toplantı geç saatlere kadar sürdü.

MALİ ŞUBE'NİN ÇAYCISINI DA SÜRDÜLER
İstanbul’da mali şubede bulunan 400 polisin yerlerinin değiştirildiği bilgisi, ikinci operasyon depreminin bir başka sarsıcı haberi oldu. Yetkililerce doğrulanmasa da polislerin yanı sıra Mali Şube’de görevli çaycıların da görev yerleri değiştirildiği bildirildi.

Başbakan Erdoğan, kitap, bomba, rüşvet, vs.

"Bu kitapları toplatan ben değilim. Tutuklanan medya mensuplarının elindeki belge ve bilgilerin ardında bir şey var ki yargı hemen tedbir istiyor. Bakın bir örnek vereyim. Bombayı kullanmak suçtur. Bombanın hazırlanmasında kullanılan malzemeleri kullanmak da suçtur. Bunun ihbarı gelmişse güvenlik güçleri bunu toplamaz mı? Burada da daha önce gelmiş bilgiler gelmişse, yargı da bu kararı vermiştir ve güvenlik güçlerine gidin alın demiştir."
(Başbakan Erdoğan, 13 Nisan 2011, Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda İmamın Ordusu kitabıyla ilgili soruları yanıtlarken...)

* * * 

"Onu açmayalım... Öyle kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir"

(Başbakan Erdoğan, 9 Haziran 2011, NTV canlı yayınında Ruşen Çakır'ın, "Geçenlerde yakın arkadaşım Nedim Şener'i Silivri’de ziyaret ettim. Kendisi çok güvendiğim, kefil olduğum bir gazetecidir, Ahmet Şık da öyle. Sizin Strazburg'da yaptıgınız bir konuşma vardı. Bu konuşmadaki 'kitap ve bomba' benzetmesi yapmanız arkadaşlarımda rahatsızılık yarattı. Tabii beni de rahatsız etti. Bu konuyu açar mısınız" sorusuna yanıt verirken.)




* * *


"AB ofisine çantayla girdi, çantasız çıktı" diyorlar. Teslim edilirken bir görüntü var mı? Sadece "Çantayla girdi, çantasız çıktı" gibi bir yaklaşım olabilir mi? Böyle bir hukuk var mı? Anlamak mümkün değil. Belki o çantayla kitap falan götürülmüştür. Sakın ha arkadaşlar, bundan böyle çantayla bir yere girip çıkmayın. Malum, çanta artık suç aleti! Hele valizi, unutun kullanmayın... 
(Başbakan Erdoğan, 24 Aralık 2013,   İslamabad'dan Ankara'ya dönerken uçakta gazetecilerin Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu ile ilgili sorularını yanıtlarken...)

23 Aralık 2013 Pazartesi

Melek kanatlı Yılmaz Özdil'den Yozdil'li itiraf...

Yılmaz Özdil, medyada kendi konumunu taş üstüne taş koyarak inşa eden isimlerden biri.

Kısa ve eksiltili cümlelerden meydana gelen yazıları, zaman zaman alt alta yazılmış yıllar, zaman zaman iki cümlelik bir yazı, kimileyin eski yazıları yeniden köşeye taşımak gibi yöntemler ile adından sıkça bahsettirmiyor Özdil. Kolay okunan, basit, eleştiri dozu yüksek, laf oyunlarıyla süslü tarzı zaten kendi okuyucu kitlesini yarattı. Tek yaptığı bir takım yenilikler ile o kitleyi elde tutmaya çalışmak.

Tabi bu basit yazılmış, laf oyunlu yazılar alttan alta ırkçı, nefret söylemini körükleyen özellikler de içeriyor. Üstelik iktidara karşı hiç bir yaratıcı öneri getirmeyen, muhalefeti sadece küfür ve laf cambazlığına indirgeyen, okurunu "benim edemediğim küfürleri etmiş, benim söyleyemeyeceğim hakaretleri bak nasıl da yazmış" noktasına getiren bu yazıların en çok "muhalefet edermiş gibi göründüğü" AK Parti'nin işine geldiği de bir başka realite.

Neyse Özdil hakkında bu kadar cümle kurma gerekçemi söyleyeyim de yazıyı boş yere uzatmayayım. 10 gün önce (13 Aralık 2013) bir yazı kaleme aldı Özdil.  Nazar etme ne olur küfret senin de olur  başlıklı yazısında, Türkiye’de örnek tavırlar sergileyen bir insanın örnek alınmayacağını, doğrunun küçümsendiğini, yanlışın yüceltildiğini ileri sürdü.

Yazıyı okuduğu zaman hak vermemek, örneklerine katılmamak pek mümkün değil.

Ancak ilginç bir ayrıntı var ki, atasözlerine girmiş "Merdi Kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söyler" hesabı (bu atasözünü kullanınca biz de nefret söylemini pekiştirmiş olduk ama neylersin...) bir ayrıntıya işaret ediyor Özdil.
"Sayın ahalimizden en çok esemes alan, gelin oldu, damadı uyuşturucu komasından ölü buldular, tabuta Türk bayrağı sardılar, kaynana Semra’yı şehit anası ilan ettiler, televizyonlarımız cenaze namazından 80 saat filan canlı yayın yaptı. Hiç unutmam, o sırada atv Haber’i yönetiyordum, beş bin dolar vereyim tabutun önüne kamera takayım dedim, prensipte anlaştık, parada anlaşamadık."

Özdil'in kendi günahını arada kaynatmasına değil eleştirim. Kendisinin de içinde bulunduğu, hatta yöneticilik gibi tepe noktalarında yer aldığı bir yapıyı eleştiriken üzerine pislik bulaşmamış gibi mağrur duruşunu eleştiriyorum ben.

Mizahi bir dille "hiç unutmam, o sırada atv Haber'i yönetiyorum..." diyerek anlattığı bu anısı tam da eleştiriyormuş gibi yaptığı yanlışın yüceltildiği durumlara örnek.
"Recep İvedik.Öküzün önde gideni.Gişe rekortmeni." 
Böyle diyor Özdil. Kendisi de mail adresini alırken denk geldiği gibi YOZDİL'li bir tavır sergiliyor ama tıpkı İvedik'in gişe rekortmeni olması  gibi en çok okunan yazar oluyor.

Kusura bakmasın kimse ama photoshopla melek kanadı takarak kimse melek olmuyor...

19 Aralık 2013 Perşembe

"O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklı..."

"Geçmişte başka kişiler yine bu usullerle suçlanmış olabilirler ama bu bugün yapılan işe meşruiyet kazandırmaz. O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır, hukuk herkese lazımdır, adalet herkes için yol göstericidir."
Bu seferki bir medya kritiği değil... Yine medya var işin içinde ama eleştirimin hedefinde değil. Kimileri tarafından Türkiye tarihinin en büyük Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonu olarak anılmaya başlanan ancak Cemaat-AK Parti (hatta daha doğru bir analizle Cemaat-Erdoğan) savaşının (şimdilik) sondan bir önceki adımı olan operasyondan söz edeceğim.

Önce yukarıdaki alıntının kimden olduğunu söyleyeyim. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cemaatin operasyonu sonrasında Emniyet'te ve Yargıda çeteleşmiş bir cunta girişiminden söz ettiği basın açıklamasında dün (18/12/2013) söyledi yukarıdaki cümleyi.

Açıklamasında sadece bu cümleyi etmedi tabi. Bağlamından koparmamak için biraz daha uzun bir alıntıya bakalım:
"Elbette bu iddialar üzerine hükümeti eleştirmek, hükümette yer alan bakanlar üzerinden hükümetin yıpratılmasını istemek, hükümetin önümüzdeki mahalli seçimlere kırık bir şekilde gitmesini temin etmek, ondan sonraki süreci de bu olay sebebiyle belki tersine döndürmek isteyebilirler. Muhalefetin meşru hakları vardır, gayrımeşru haklarının olmaması gerekir. Bu olay, bugüne kadar cereyan etmiş pek çok iddiada olduğu gibi dikkatle takip edilmelidir. Eleştiriler her zaman yapılmalıdır. Ama bunu bahane ederek peşin hükümle karar vermek, masumiyet ilkesini bertaraf etmek ve henüz ispatlanmış hiçbir şey yokken sadece basına ve internet medyasına servislerle vakit geçiriliyorken peşinen hükümlü saymak, suçlu saymak muhalafete yakışmaz. 
Sadece iddialar üzerine bu yolsuzluk iddialarının süratle araştırılmasını isteyebilirler, hükümetin kendi içerisinde bir tavır almasını isteyebilirler, bu tür olaylara yol açtığı iddia ediliyorsa hükümetin siyasi anlamda en çok eleştirilerini yapabilirler. Ama ne bakanlarla, ne burada ismi geçen kişilerle ilgili bir peşin hükümle suçlama noktasına gitmek ve hükümeti bu olay sebebiyle sorumlu tutmak doğru bir davranış olamaz, insaflı olsunlar, hakkaniyete uygun hareket etsinler ve kamuoyunda kendilerini de hükümeti de zor durumda bırakacak bir iş yapmasınlar." 
Soruşturmanın gizliliğinin ihlalinin, hukukun evrensel pernsiplerinden birisi olduğuna vurgu yapan Arınç, gizliliği ihlal etmenin Türk Ceza Kanunu'na göre de suç olduğunu dile getirdi. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ne var ki biz hükümet olarak daha dosyada neler olduğunu bilmiyoruz. Bize getirin bakalım bunları demek imkanından da mahrumuz ama boy boy fotoğraflar, kime ait olduğu belli olmayan resimler, onlara konulan altyazılar işadamlarını, gazetecileri, sanatçıları suçlayacak bir psikolojik savaşın içerisine sokmak hukukla bağdaşmaz. İkincisi adli görevi etkilemek, adli yargılamaya teşebbüs de Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Bu noktada verilecek beyanatların, yargıya verilecek talimatların da doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bize düşen sabırla ama bir an önce de yargının elindeki delillerle suçladığı kişilerle yüzleşmesi, ciddi bir adli yargılama süreci sonunda da burada gerçekten ne var, kimin suçu nedir, kim neyle suçlanıyor, deliller yeterli midir, bu konuda bir karar verilmesidir. Bu kararı sabırla bekleyeceğiz ama bu karar çıkarken de hükümetimiz belki siyasi anlamda bazı çalışmaları da ayrıca yapacaktır. Bunları da Sayın Başbakanımız kamuoyuna yeri geldiğinde ifade edecek, açıklayacaktır."
Soruşturma sürecinin gizli olduğunu belirten Arınç, muhalefetin de basının da siyasetin de gizliliğe uymadığını bildirdi. Arınç, "Lütfen insanları karalamayın, insanlar hakkında peşin hükümler vermeyin. Beraat-ı zimmet asıldır. Bir insan kesin hükümle mahkum oluncaya kadar masum sayılır. Bu hukuk herkes için geçerlidir. Geçmişte başka kişiler yine bu usullerle suçlanmış olabilirler ama bu bugün yapılan işe meşruiyet kazandırmaz. O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır, hukuk herkese lazımdır, adalet herkes için yol göstericidir. Bizim beklediğimiz yargı sürecinin açık, şeffaf ve hakkaniyete uygun bir biçimde mutlaka süratle gerçekleştirilmesidir" diye konuştu.

Kendisi de hukukçu olan bir siyasetçinin hukuku nasıl eğip büktüğünün en iyi örneği bu konuşma bence. "O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır" şeklinde bir cümle kurmak hukuku çekiştirmek, parçalamak, kanırtmak anlamına gelmiyorsa, ne anlama gelir. Bana açıklayabilecek biri var mı?
 

18 Aralık 2013 Çarşamba

Seks kasedi iddiası Nagehan Alçı'yı çıldırttı

Youtube'da yayınlanan ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olduğu iddia edilen görüntüler Nagehan Alçı'yı çileden çıkarttı.

Milliyet gazetesi yazarı Nagehan Alçı, CNN Türk'te yayınlanan Dört Bir Taraf programında video paylaşım sitesi Youtube'da yayınlanan eşi Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olduğu iddia edilen görüntüler yüzünden ateş püskürdü.

Programda Nazlı Ilıcak'ın "Ahmet Hakan tutuklanacaktı iddiasını yaymasaydınız o zaman" sözlerine çok sert tepki gösteren Alçı, eşinin sosyal medyaya bomba gibi düşen görüntüleri için kimsenin tepki göstermediğini, kişilik suikasti yapıldığını ileri sürdü.

İşte Nagehan Alçı'nın Nazlı Ilıcak ile sert polemiğe yol açan o sözler:



SENİNLE KONUŞMUYORUM 

Nazlı Ilıcak: Bunları söylerken özen göstermemiz lazım. İkincisi şuna izin vermememiz gerekir.

Nagehan Alçı: Siz de inşallah bu kadar kesin konuştuğunuzda, kesin bilgilerle...

Nazlı Ilıcak: Bir dakika. Şuna izin verememiz lazım. Bir takım örneklerini verdiğim gibi komplo teorilerinin işin gerçeğini gölgelemesine izin vermememiz lazım.

Nagehan Alçı: Siz işin gerçeğini bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?

Nazlı Ilıcak: Seninle konuşmuyorum.  Herkese hitap ederek konuşuyorum.


SATIR ARASINDA ÇİRKİN ŞEYLER SÖYLÜYORSUNUZ

Nagehan Alçı: Kuryelik yapmaya karşı dikkatli olmak gerekir.

Nazlı Ilıcak: Nagehan, Rahatsız olma. Bir dakika. Ben bitireceğim Nagehan'dan fırsat kalmıyor.

Nagehan Alçı: Satır arasında çok çirkin şeyler söylüyorsunuz.Benden fırsat kalmıyor diyorsunuz.

Nazlı Ilıcak: Rahatsız oluyorsun.

Nagehan Alçı: Evet oluyorum...


"AHMET HAKAN TUTUKLANACAKTI" DİYE YAYMASAYDINIZ


Nazlı Ilıcak: Eee! "Ahmet Hakan tutuklanacaktı"yı yaymasaydınız kardeşim.

Nagehan Alçı: Aaaa! Bakın Nazlı Ilıcak... Bu program gittikçe çirkinleşti. Bir ben böyle bir şeyi asla yapmadım. Bunu Rasim'in üzerine fatura ediyorsunuz. O dönem konuşulan bir şeydi. Bir kişiye  fatura edemezsiniz. Bunu bu şekilde anlatmak yanlış mı ben de eleştiririm.

Nazlı Ilıcak: 1 kişi değil 5 kişi yazdı. 5 kişi yazdıysa da kötü.

Nagehan Alçı: Yapmayın allah aşkınıza. Bu bir takım çevrelerde konuşulan bir şeydi.

Nazlı Ilıcak: Nagehancığım ama bak, şimdi ne yapıyorlar...

BİR KELİME DE MONTAJ KASETLER İÇİN SÖYLEYİN İSTERSENİZ


Nagehan Alçı: Birileri böyle dezenformasyon yapıyor. Sonra da uyduruk kasetler çıkıyor... Kişilik suikastleri yapılıyor. Bir kelime de isterseniz onun için edin...

Nazlı Ilıcak: Ben sen rencide olacaksın diye söylemiyorum. Onu çok ayıpladım tabi.

Nagehan Alçı: Rencide olacak ne var.

Nazlı Ilıcak: Peki... Ben kasedi çıkaran herkesi laneliyorum.

Nagehan Alçı: Şantajlar, uyduruk montajlanmış kasetler...

Nazlı Ilıcak: Ben kasedi lanetlerim. Baştan aşağı lanetlerim. Ama şunu da lanetlerim. Bir kişi tutuklanacak diye hava yaymak yanlıştır.

Nagehan Alçı: Kim yapıyor bunu? Açıkça konuşun. Çamur atıyorsunuz üstü kapalı.

Nazlı Ilıcak: Ne diyorsun ya...

PROGRAMIN VİDEOSUNU BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ

Neler mi oluyor? Bir süredir herkesin ağız birliği etmişçesine "bize geldi ama yayınlamadık" dediği o video YOUTUBE sitesinde yayınlanıverdi. Sosyal medyada bir iki karenin de paylaşılmaya başlandığı görüntülerin Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olup olmadığı belli değil. Ama zaten önemli de değil. 


Düne kadar Deniz Baykal'dan MHP yöneticilerine, Deniz Kuvvetlerindeki subaylardan Hanefi Avcı'ya kadar pek çok kişinin özel hayatını üst üste yayınlanan video kasetler ile altüst ederken sesini çıkarmayanlar şimdi aynı silah kendilerine dönünce montaj demeye başladılar. Güç savaşının böyle sonuçlara yol açacağını bilmek, sezinlemek, tahmin etmek gerekiyor.

Üstelik canlı yayında bas bas bağırıp sonra o canlı yayında olan biteni haber yapınca, arayıp kaldırın o haberi de dememek gerekiyor. Ama yalılarda oturmanın, Aydın Doğan ile kadeh tokuşturup, o anları twitter'da paylaşmanın da bir bedeli olacak değil mi...

10 Aralık 2013 Salı

Dünya İnsan Hakları gününde Basın Özgürlüğü ne halde?

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün 179 ülke arasında basın özgürlüğü endeksine göre Türkiye 2013'te 179 ülke arasında en kötü 154'üncü sırada yer aldı.

CEZAEVİNDE 63 TUKUKLU GAZETECİ

Cezaevlerinde 63 tutuklu gazeteci bulunuyor.  Cezaevlerindeki tutuklu gazetecilere kitap, dergi, gazete ve benzeri yayınlar verilmiyor.  Sağlık hakları engelleniyor.  Mektupları iletilmiyor.

GAZETECİLER İŞTEN ATILDI, DAYAK YEDİ

Gezi Parkı Eylemleri süresince, barışçıl gösteri hakkının ihlal edilmesinin yanı sıra düşünce özgürlüğü de kısıtlandı. Başta gazeteciler olmak üzere Gezi direnişine destek verdiğini ifade eden birçok kişi işinden atıldı.

Mesleğini yapmaya çalışan gazeteciler de polis şiddetinden nasibini aldı. Polisler gazetecileri darp etti, kasklarına, maskelerine ve kurum kartlarına el koydu.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın raporuna göre 27 Mayıs 2013′ten bu yana 59 basın emekçisi işinden oldu veya izne ayrılmaya zorlandı.

3 Aralık 2013 Salı

AK Parti Cemaat kavgası Bülent Arınç'ı nerelere savurdu

“Bakın ben bir Hadis-i Şerif’e çok önem veririm. Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Rasulullah Aleyhisselatüvesselam şöyle bir hikmet buyurmuş: ‘Yakında büyük fitneler olacak. O fitnelerde yerinde oturanlar, ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan daha hayırlı olacaktır. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri bir sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.’ 
Sahih-i Buhari’de zikrediliyor. Hükümet sözcüsü sıfatıyla bunu yapmamış olayım. Bu Bülent Arınç olarak benim duyduğum ızdırabın karşısında söylemek istediğim bir konudur. Şimdi tam bir fitne zamanıdır. Bu fitneyi çıkaranlar, büyütmek isteyenler, bu ateşin içerisinden büyük zararlı sonuçlar çıkarmaya çalışanlar için inançları olduğuna emin olduğumdan böyle bir Hadis-i Şerifi okumak istedim.(...) Peygamberimiz şöyle buyuruyor ki ‘fitne çıktığı zaman ayaktaysanız oturacaksınız, yürüyorsanız ayakta duracaksınız, koşuyorsanız yürüyeceksiniz.’ Yani fitneyi uyandırmadan veya fitneyi büyütmeden ne doğruysa onu yapacaksınız. Bu sözüm kime? Önce kendimize kabul edelim. Yani asla bir fitnenin unsuru olmak istemeyiz.

Arınç dün (2 Aralık 2013) 7.5 saat süren uzun Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamada dershane konusunun ele alındığını söyledi ve Gülen Cemaati (ya da Hizmet Hareketi) ile AK Parti hükümeti arasındaki gerilimli süreci bu cümleler ile yorumladı.

ŞİMDİ FİTNE ZAMANI

Hadisler ile süslenen cümlelerin özü "Şimdi tam bir fitne zamanıdır" sözünde gizli aslında.  Çok boyutlu, pek çok yan anlamı olan bir cümle bu.

İlk önce Cemaatin en köklü yayını olan Zaman gazetesinin son reklamlarını hatılatıyor:

Gazetenin 27. yıl dönümünde hazırlanan televizyon reklamında "Bir ihtimal daha var" deniliyor ve reklam, "Bu dünya kimseye kalmaz / Zaman kardeşlik zamanı" mesajıyla noktalanıyordu.

Aynı kampanya için bilboardlara da reklam verilmişti. Gezi Eylemcisi ve Çevik Kuvvet Polisi "kardeşlik zamanı" sloganı ile bir araya geliyordu.


Zaman gazetesinin dershaneler meselesindeki tavrı, günlerce dershanelerin kapatılması ile ilgili yaptığı yayın doğal olarak gazeteyi Cemaat-AK Parti kavgasının silahı olmasına yol açmıştı.

Peki Arınç'ın Zaman'a yönelik ilgisi eskiden nasıldı? 2011 yılı Haziran'ında Arınç şöyle diyordu Bursa'da üniversite öğrencileriyle bir araya geldiği kahvaltıda:

"... Türkiye'de öyle bir gazete var ki her şey onun içerisinde, onu takip ederseniz zamanla her şey daha iyi anlaşılır. Emin olun baktığınız 'Zaman', okuduğunuz 'Zaman'  başka bir şey karıştırmaya gerek kalır mı? kalmaz mı? diye siz düşünün. Ben buradan bir şey söylersem medyadan sorumlu adam ne dedi bakın derler sonra. Zaten şimdiden kaptı onlar cümleyi..."
Nereden nereye değil mi? 

26 Kasım 2013 Salı

Fatih Altaylı o kitabı hiç yazmadı!

5 Eylül 2000 tarihinde, o sırada Hürriyet'te yazan Fatih Altaylı, Fethullah Gülen ile ilgili şu satırları yazıyordu köşesinde:

BİRKAÇ yıl önce Fethullah Gülen cemaati peşimde. Benim elimde Gülen'le ilgili bir kaset olduğunu düşünüyorlar ve bu kasedin içeriğini merak ediyorlar. Hiç ummadık kanallardan bana ulaşmaya çalışıyorlar. Sonunda ulaştılar. Gülen'in benimle bir yemek istediğini söylediler. Olur dedik ve buluştuk. Altunizade'de bir dershanenin üst katında, Gülen'in yaşadığı ve televizyon programları çektiği yerde buluştuk. Benim yanımda Teke Tek ekibi, onun yanında başta İhsan Kalkavan kendi ekibi. Güzel bir yemek yedik. 
Onlar da kendi bakış açılarından yaptıkları işleri anlattılar. 
Okulları nasıl kurduklarını, neden kurduklarını, nasıl yürüttüklerini. 
Gülen özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlar'daki faaliyetlerini anlattı. 
Hepimizin bildiği şeyleri kendi açılarından görerek aktardılar. 
Sohbetin sonunda Gülen'e izlenimimi aktardım. 
Gülen, yurtiçinde ve yurtdışında aynen bir mason teşkilatı gibi örgütleniyordu. 
Masonların yüzlerce yıl önce yaptıklarını, şimdi adına ‘‘mason'' demeden yapıyorlardı. 
Aynı zamanda da bir dönem Batı'dan Anadolu'ya gelen misyonerlerin işlevini üstlenmişlerdi ve ‘‘Türk emperyalizminin uç beyliklerini'' oluşturmaya çalışıyorlardı. 
Gülen'‘‘Bu, yapılanma açısından masoniktir'' dedim. 
Yüzüme uzun uzun baktı. 
Sonra kendi adamlarına döndü ve ‘‘Masonların kötü bir şey yaptığını kim söyleyebilir'' dedi. 
‘‘Sizin çevreler masonları pek sevmez'' dedim. 
‘‘Biz o çevrelerden değiliz'' dedi. 
O zaman yazmaya değer bulmamıştım. 
Ve bu konuda hazırladığım kitaba saklamıştım
Ama yine Gülen konuşulmaya başlanınca aktarmak istedim. 

Altaylı sözünü ettiği kitabı hiç yazmadı. 

Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, "Kim benden sonra bu koltuğa oturmak istiyor?" sorusuna "Ben" deme cesaretini gösteren Altaylı, "dokunanı yakan"Gülen Cemaati ile ilgili bir kitap yazamadı. Hatta daha açık konuşalım, bugüne kadar hiç kitap yazmadı. 

Gülen ile ilgili eleştirel bir kitap yazmanın ne anlama geldiğini Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandığı zaman görmüştük. "Trafik ışıkları bile benim için düzen demektir, önem veririm" diyen bir gazeteciyi yazdığı bir kitapta bazı iddiaları dile getirdiği iin 375 gün boyunca tutuklayan bir sistemden söz ediyoruz. 

Gündemi bile takip etmekten çekinen, Başbakan'a canlı yayında en önemli soruyu bir türlü sormaya cesaret edemeyen, hayatı bir değil üç dört gün geriden takip eden Fatih Altaylı'nın Gülen hakkında kitap yazmamış olmasına şaşırmamak lazım. 

Ancak ister istemez soracağım.  Susurluk'tan Tansu Çiller'in yalısının önünde neden eylem yaptın o zaman Altaylı? 

25 Kasım 2013 Pazartesi

Rasim Ozan: '5 yıllık parayı peşin versinler, medyadan çekileyim'

CNN Türk'te eşi Nagehan Alçı ile birlikte Hakan Çelik'in sunduğu Hafta Sonu Keyfi programına katılan Rasim Ozan Kütahyalı,  "Şu an kazandığım parayı 5 senelik peşin getirin, ben medyadan çekilirim. Umrumda değil gazetecilik, televizyonculuk" diyerek kalbinden geçenleri açık açık ifşa etmiş oldu. 

5 sene sonra kendisnin unutulacağından emin bir şekilde konuşan Kütahyalı, böylece "Türkiye'nin demokratikleşmesi", "vesayetin yıkılması" gibi konulardaki temel düstunurunun da "para" olduğunu canlı yayında itiraf etti. 
Türk medyasının "en sevimli çifti" olarak anılan(!) Kütahyalı - Alçı çiftnin bu sözler üzerine canlı yayında bir soğukluk geçirdiği de gözlerden kaçmadı.


İşte Kütahyalı'nın dikkat çeken o açıklaması:
Rasim Ozan: Daha önce de biraz espri ile söyledim, bana, medyada benden nefret edenler, hemen hemen yüzde 95'tir her halde...
Hakan Çelik: Yüzde 95 var mıdır?
Rasim Ozan: Medyada... Ama o da doğal.
Nagehan Alçı: Yüzde 5 var mıdır nefret etmeyen?
5 YILLIK KAZANCIMI PEŞİN GETİRİN
Rasim Ozan: Ama doğaldır. Paraşütle gelmiş biri için nereden geldi bu denmesi doğaldır. Ben hiç yadırgamıyorum. Ben de olsam nereden çıktı bu derdim her halde. Ancak çok hazmetmiş biri olman lazım ki bana karşı her hangibir olumsuz duygu beslememek için. Ben dedim ki toplanın, benim kazandığım parayı beş senelik koyun önüme... Beş sene çekip gideyim. Beş sene sonra her halde beni unuturlar zaten. Önerim bu kadar net. 5 senelik, şu an kazandığım parayı peşin getirin, ben medyadan çekilirim. Umrumda değil. Sen de biliyorsun, gazeteci olayım da, televizyoncu olayım da... hiç öyle bir derdim yok. Ama Nagehan bu işi çok sever o ayrı.
Hakan Çelik: Ağırlıklı olarak hayatını sürdürmek için mi bu mesleği yapıyorsun Rasim. Temel şey o mu?
ABARTIYORUM ÇÜNKÜ ANLAŞILMAK İSTİYORUM
Rasim Ozan: Benim şu... Benim olayım bir mücadele ile girdim. Kapatma davası filan. 2008'de Taraf'ta yazmaya başladım. Ardından köşe yazarlığına başladım. Televizyona çıktım. Televizyonda da etki oldu. Ben tabi çok sevdiğim Kafka'nın "abartıyorum çünkü anlaşılmak istiyorum" sözüne çok inanırım.
Belki de benden evvel de liberal yazarlar abilerim vardı, onlar da bir travma geçiriyor şimdi adapte olamıyorlar. Onlardan farkım, çok kitlesel bir üslupla yazmam ve onun da tutması... Şu an yine mücadele var ama eskisi kadar değil. Onun için diyorum.
CNN TÜRK REJİSİNE KJ'Yİ DEĞİŞTİRTTİ
CNN Türk rejisi Kütahyalı'nın bu sözleri üzerine KJ'de "Kütahyalı: Para için gazetecilik yapıyorum. Paramı versinler çekileyim" yazdı.
Deneme
Rejinin yazdığı o metni birkaç dakika sonra farkeden Rasim Ozan Kütahyalı ise şöyle itiraz etti:
"Nagehan sözünü kestim, yalnız bir KJ yazmışlar, "Para için gazetecilik yapıyorum. Paramı versinler çekileyim"... Tam öyle değil şöyle yazsınlar. 5 yıllık şu anki kazancımı nakit versinler medyadan çekilirim yazsınlar. Toplasınlar benden nefret edenler, getirsinler... Olay bu."
Bu itirazdan sonra reji yazıyı Kütahyalı'nın istediği şekilde değiştirdi.
Deneme

21 Kasım 2013 Perşembe

Erdoğan 'siz muhafazakar değilsiniz' diye ısrar eden Barlas'ı ikna edemedi!

Başbakan Erdoğan, ATV ve A Haber'in ortak yayınında Mehmet Barlas, Sevilay Yükselir, Mustafa Karaalioğlu, İbrahim Karagül ve Nihal Bengisu Karaca'nın sorularını yanıtladı.

Başbakan Erdoğan programda çok farklı konularda, çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Ancak gecenin benim açımdan en dikkat çekici diyalogu Barlas ve Erdoğan arasında yaşandı.

Barlas, Başbakan Erdoğan'ın "muhafazakar" olmadığını iddia ederken, Erdoğan ise "muhafazakar" olduğuna Barlas'ı ikna etmeye çalıştı. Programı izleyince Barlas'ın pek ikna olmadığını gözlemlediğimi de ekleyeyim.

Peki Sabah gazetesi başyazarı, kendisini "muhafazakar demokrat" diye niteleyen Erdoğan'a neler dedi?

Mehmet Barlas, "muhafazakar" teriminin Fransız İhtilali'nden sonra, kendilerinde de bir ihtilal olmasından çekinen İngizlilerce üretildiğini, bu bağlamda, Erdoğan'ın muhafazakar olamayacağını söyledi.

Barlas şöyle devam etti:

"Bütün tabuları yıkıyorsunuz, bütün statükoyu alt üst ettiniz ve kendinize muhafazakar diyorsunuz. Türkiye'deki statüko dediğimiz, statik resmi ideolojinin sahipleri de kendini devrimci olarak sunup sizin muhafazakarlığınıza karşı devrimi savunuyorlar"

Başbakan  Erdoğan ise şöyle yanıt verdi:

"Muhafazakarlık noktasında Fransızların ve İngilizlerin tanımı ile bizimkisi farklı. Biz kendi kültür ve tarihimizi koruma noktasında muhafazakarlıktan bahsediyoruz. Biz bu yapı içerisinde geleceğimizi olgunlaştırmak istiyoruz. Başbakanlık olarak attığımız adımların yanlış anlaşılması sonrası gerekli yapılacakları atıyoruz. Ahlak hukuk ile iç içedir." 

Barlas'ın halihazırda kullanılan bir tanımı "bu şu dönemde şu anlamla kullanılmaya başlanmıştır, siz o dönemde yaşamadığınıza göre size böyle denilemez" diye yorumlamasına ne diyebileceğimi bilemiyorum.

Ama adam "ben muhafazakarım" derken, üstelik gerçekten de yapıp ettikleriyle muhafazakar olduğunu ortaya koyarken ona "sen muhafazakar değil devrimcisin" diyene gülerler. Ha unutmadan söyleyelim, Karl Marks ve Friedrich Engels, Manifesto'da "Burjuvazi, tarihte son derece devrimci bir rol oynamıştır" der. Ancak onların kasdettiği burjuvazinin "dinsel ve siyasal gözbağlarıyla üstü örtülü sömürünün yerine, apaçık, utanmaz, dolaysız, çıplak sömürüyü geçirmesi"dir. Üstelik Burjuvazinin devrimciliği kendi mezar kazıcısı proleteryanın "kendi için sınıf" olarak ortaya çıkışına kadardır.

Sabah başyazarının Erdoğan'a yüklediği devrimcilik ile "sakallılar"ın sözünü ettiği devrimcilik arasında hiç bir bağlantı olmadığın altını kalın kalın çizelim de yanlış anlaşılma olmasın.

7 Kasım 2013 Perşembe

Başbakan istedi Acun Ilıcalı TV8'i satın aldı

Mehmet Nazif Günal, Acun Ilıcalı'ya TV8'i satmaya karar verdi. Ilıcalı ile Günal el sıkıştı. Pazarlık da bitti...


Şu anda hukuki prosedürler üzerinden geçiliyor. Acun Ilıcalı'nın ise kanalı almak için kredi başvurusunda bulunduğunu öğrendik.

ALO NAZİF KANALI ACUN'A SAT!

Kulislerde konuşulanlara göre Mehmet Nazif Günal, TV8'i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan gelen telefonla satma kararı aldı.  Erdoğan'ın Günal'ı arayarak kanalı Acun'a vermesi için "telkin"de bulunmuş.

ACUN TV8'E DEĞİL, GÜNAL ACUN'A GİTTİ

Pazarlık sürecinden bir bomba detay daha... Kanalı almaya talip olan Acun Ilıcalı bu görüşmeyi kendi ofisinde yapmış. O MNG holdinge gitmek yerine holdingin Başkanı Günal, Acun Medya'ya giderek pazarlık masasına oturmuş.

TV8'DEKİLERE KÖTÜ HABER

Acun Ilıcalı TV8'i aldıktan sonra neredeyse tamamen boşaltacak.  Bomba ise haber merkezinde patlayacak. Zira TV8'de ana haber de dahil olmak üzere haber bülteni yayınlanmayacak. Aynı şekilde haber programları da bitirilecek.

ŞOV KANALI OLACAK

TV8 şov merkezli bir yayın politikasını benimseyecek. Acun Ilıcalı, şu an Star TV'ye yaptığı O Ses Türkiye, Survivor ve Yetenek Sizsiniz programlarını TV8'e taşıyacak. Bunun yanında Hülya Avşar'a da yeni bir şov programı yaptıracak.

ACUN'UN TV8 İLE İLGİLİ ASIL PLANI

Acun Ilıcalı bir medya patronu olmaktan çok para kazanma amacında. Asıl niyeti ise TV8'i satın aldıktan sonra kanalın ratingini yükseltim A grubuna çıkartarak bir kaç katı fiyata satmak.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Kızıyorum kızmasına da, kızmak yetmiyor bir şeyler daha yapmalı...

Küçük bir tekne, üç tayfası var, iş bırakmışlar. Efendi kaptan, sahilde oturan ayaklarını denize sallayan üç adama haber yollamış: “Gelsinler iş var!”
Adamlar gelince Kaptan ilkinden başlayıp sırayla sormuş: “Sen ne iş yaparsın?”
“Ben çok iyi görürüm” demiş ilk adam. Elini alnına götürmüş, şöyle bir ufka bakmış, uzun uzun... Ardından  demiş ki:
“Yedi deniz ötede, Hint Padişahı’nın sarayı var... Sarayın yedi katlı kulesinin, yedinci katındaki, yedindi pencerede, Padişahın on yedi yaşındaki yedinci kızı atlas yorganına nakış işlerken elindeki altın iğne düştü... Ben onu gördüm.”
Kaptan şöyle bir "la havle" çekmiş, ikinciye dönmüş ve sormuş: “Sen ne iş yaparsın?”
 İkinci de marifetini “Ben çok iyi duyarım..." diye açıklamış; sonra da elini kulağına götürüp başlamış dinlemeye... Bir iki dakika, herkesin şaşkın bakışları arasında dinlemiş, dinlemiş ve sonra da demiş ki:  "Yedi deniz ötede, Hint Padişahı’nın sarayı var... Sarayın yedi katlı kulesinin, yedinci katındaki, yedindi pencerede, Padişahın on yedi yaşındaki yedinci kızı atlas yorganına nakış işlerken elindeki altın iğne düştü ya... tınnnnnnn diye bir ses. Ben de onu duydum.”
Kaptan herifleri dövüp denize atacak ama, yine "la havle" çekip üçüncüye de sormuş:
“Sen ne iş yaparsın?”
“Ben kızarım” demiş üçüncü adam.
Kaptan şaşırmış: “Neye kızarsın?”
“Böyle lüzumsuz heriflerin söyledikleri yalanlara kızarım...”

Aslına bakarsanız 1993 yılından beri kah fiilen medya dünyasının içinde, kıyısında, köşesinde yer aldım. Yapmadığım iş, çalışmadığım alan kalmadı gibi. Lakin hala "lüzumsuz" tiplerin söylediği yalanlara, şişirmelere, atmasyonlara, palavralara, abartılara, kandırmalara alışamadım. Hala "kızıyorum" Hasan Pulur'un ünlü hikayesindeki gibi.

[Ünlü hikaye dedim ama, diyebilirsiniz ki "nereden ünlü?" Yıllar önce daha ilkokula gidereken, olan biteni öğrenmek isteyen ama okumaktan çok zevk almayan babama, çok sevdiği Hasan Pulur'un yazılarını okurdum... Milliyet, Güneş,... Hasan Pulur nereye biz ailecek oraya. Hasan Pulur da bu anlattığım hikayeyi belki yüzlerce kez yazmıştır köşesinde... Ben de dolayısıyla yüzlerce kez okumuşumdur. Onun için ünlü...]

Neyse neye kızdığımı da söyleyeyim. Son günlerde "Menderes'i astınız, Özal'ı zehirlediniz, Erdoğan'ı yedirmeyiz" şişirmesi ile iyice sloganlaşan "Özal'ı öldürdüler" palavrasına yönelik kızgınlığım. Yaklaşık olarak ayda bir kez farklı bir televizyon programına çıkan ve "babamı öldürdüler" diyen, ancak hiç bir kanıt bulunamadığı için her seferinde öldürme biçimini değiştiren Ahmet Özal'ın söylediklerine daha doğrusu...

Elimde bir basın bülteni var: "Haziran 1987 akşamı İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan havalanan uçakta Başbakan Turgut Özal’ın atlattığı ölüm tehlikesi A Haber’de yayınlanan Can Okanar’ın hazırlayıp sunduğu “Anlatılmamış Öyküler” programında ele alındı." diyor bültende.

Programın adının "Anlatılmamış Öyküler" olmasına mı kızayım... Ahmet Özal'ın aynı iddiasını tam 1 yıl önce Sevil Atasoy'un CNN Türk'te hazırlayıp sunduğu Suç ve Delil programında dile getirmiş olmasına mı kızayım...

Babamı zehirlediler diyip duran Ahmet Özal'ın mahkeme kararı ile mezarının açılmasına karar verildiğinde susup köşesine gizlenmesine mi kızayım...

Neye kızayım, ne edeyim bilemedim.


24 Ekim 2013 Perşembe

Mehmet Baransu VS Nagehan Alçı

Sana aşık olan patronun sayesinde tv programı yaparsan, reytinglerde çuvallarsın. 
Biri sevgilisini yazar yapar, biri platonik aşkına ekranları açar. Üniversite gazetecilik kriterleri değişmeli.
Mehmet Baransu, son dönemde gazetecilik sözcüğü akla gelince (olumlu ya da olumsuz) telaffuz edilen isimlerin başında geliyor. Bazılarına göre kendisine Cemaat'in polis/istihbarat ağıyla gelen belgeleri, bilgileri yazıyor sadece... Bazılarına göre ise askeri vesayeti yıkmak için nasıl gazetecilik yapıldığını gösteren isim Baransu.

Ekşi sözlük'te farkında mıdır bilmiyorum ama türkiye tarihinin en önemli adamlarından biridir kendisi. diye yazılmış kendisi için. O kadar abartmamak lazım ama gazetecilik nasıl yapılmaza çok güzel örnekler veriyor çoğu zaman. Üstelik yaptığı işin gazetecilik olduğunu düşünerek yapıyor bunu.

Sadece köşesinden değil Twitter gibi sosyal medyadan da esip gürlüyor çoğu kez. Başbakan Erdoğan'a yönelik tweetleri değil sadece, medyadaki meslektaşlarına yönelik yazdıkları da unutulmazlar arasında. Aralık 2012'de yazdığı mesaj hala akıllarda örneğin.


Kendisi defaatle "otelde bedenini satan kişi" dediği ismin kadın bir gazeteci olmadığını (hatta kadın bile olmadığını) söyledi. Ama medya kulislerinde hakkında mesaj attığı kişinin Aslı Aydıntaşbaş olduğu yazıldı çizildi. 

İslam dinine inanan, bunu sık sık vurgulayan birinin bırakın dedidoku yapmayı, gıybet etmeyi, böyle "zina" göndermeli bir lafı aklından geçince bile tövbe etmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Allah ve peygamberi de böyle düşünüyor olmalı ki Kur'an'da şöyle deniliyor:

 "kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin...(nisa 4/15)" 

Neyse konumuz bu değil. Yukarıda alıntıladığım mesajları bugün attı Baransu. 


Kimdir reytinglerde çuvallayan TV programcısı? Bir kere kadın medya patronu olmadığına göre bu tv programcısı bir kadın. Devam edelim. Reytinglerde çuvallayan bir kadın TV programcısı arıyoruz. 

Dün medya sitelerinde yer alan bir habere bakalım hemen. 
NAGEHAN ALÇI İZLENMİYOR 
CNN Turk'te yayınlanan ''Dört Bir Taraf'' adlı tartışma programında yer almanın yanı sıra bir de sabah programı sunan Nagehan Alçı'ya büyük şok. 
Kanal D'de Nagehan Alçı'nınsunumuyla ekrana gelen 'Bırakın Konuşalım'ın yayınlandığı 11.45 ile 12.15 saatleri arasında izlenme oranı 0,08 ratinge düştü. Nerdeyse '0 share', bir rekor olarak değerlendirildi.
Akşam'da eline tutuşturtulan belgeler ile köşe yazan, ardından Rasim Ozan Kütahyalı ile babasının ölüm döşeğinde olduğu hastanede anlı şanlı bir nikah ile evlenen, medyaya özel yaşamı ve mal varlığı ile haber olan, sunucusu olduğu tartışma programında bas bas bağıran, sola, sosyalizme yönelik saldırıları ile tüyleri diken diken eden, ama her gün daha popüler olan bir isim Nagehan Alçı.

Bu haber ile beraber okununca Baransu'nun işaret ettiği isim bir anda aydınlanıveriyor.

İddialara göre o medya patronu, işlerini devrettiği kızları ile kavga ediyormuş bu kadın tv programcısı için. Ama bunu yazmak, böyle tweetler atmak gazetecilik mi? Bence esas tartışılması gereken o...


NOT: Baransu'nun diğer tweetinde yazdığı, sevgilisini köşe yazarı yapan genel yayın yönetmeni kim mi? Onu da biliyorsunuz canım. 23 Nisan çocuğu kıvanında yazı yazıp, sonra bir gecede kaybolan yazarlar kim diye düşünün... O yazarı da, o genel yayın yönetmeni de bulursunuz.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Hani "off the record" diye bir şey vardı, bildin mi?

Gazeteci, kendi çabasıyla elde etmedikçe, bir kaynağın verdiği bilgi veya belgenin yayınlanma tarihi konusundaki isteğe uymalıdır. Gazeteci, röportaj, haber, yorum veya görüntü, yayın şekli ne olursa olsun, hazırlığını yayın organındaki sorumlular dışında, kaynağı da dahil kimseye denetlettirmekle yükümlü değildir.Gazeteci, açıklanmaması kaydıyla (off the record) verilen bilgiyi ve sarfedilen sözleri yayınlamamalıdır.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin bir dönem uzun çabalar ile hazırladığı ve gazetecilik nasıl yapılmalıdır sorusunun yanıtlarını içeren Gazeteciler Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi Off The Record için böyle diyor.

Nereden geldi aklıma bu? Hemen söyleyeyim bugün Talat Atilla isimli arkadaşın, kendi kişisel haber sitesinde yayınladığı bir haber yüzünden geldi.

TÜRK SİYASETİNE DÜŞEN BOMBA...  DENİZ BAYKAL: MUSTAFA SARIGÜL GELİRSE, CHP ‘ÇAPULCU’ PARTİSİNE DÖNER! başlığı ile yayınlanan haber yüzünden.

Haber müthiş....  "Deniz Baykal ve Mustafa Sarıgül arasında uzun süredir devam eden psikolojik savaş nihayet ete kemiğe büründü" diye başlıyor.  

"Baykal, uzun süren sessizliğini TBMM’de bulunan makam odasında meclis muhabirlerine bozdu ama Baykal’ın siyaseti sarsacak bu konuşmaları off the record olduğu için dışarıya sızmadı." diye devam ediyor.

Ta Taaaaaam! Devam ediyor... Ama Baykal'ın konuşmaları off the record. Nasıl devam ediyor peki?

Haberden, Talat Atilla arkadaşın yazısından okuyalım:

Olay şöyle gelişti; Baykal, dün meclis muhabirleriyle makamında sohbet toplantısı yaptı. Gazetecilerle görüşmesinde Baykal’a iki yeni, bir de eski vekil eşlik etti. Sohbet döndü, dolaştı ve Mustafa Sarıgül’ün CHP’ye gelişine kilitlendi. 
Baykal kaçamak bir kaç cevap verse de gazetecilerin ısrarları üzerine, “Sarıgül’ün CHP’ye gelmesi CHP’yi bozar.” dedi. “CHP’nin İstanbul’da oyları artmaz mı?” sorusu üzerine Baykal ağzındaki baklayı çıkardı,  “Mustafa Sarıgül CHP’ye gelirse, CHP Çapulcu partisine döner.” yanıtını verdi. 
Şaşkınlık artınca Baykal, “Bu sözlerin off the record olduğunu hatırlatırım” ikazını yineledi.
Gazetecilik, ilkeleri olmadan manüplasyondan başka birşey değildir. Bir siyasetçinin off the record diyerek, üstelik konuşmasının hem başında hem de sonunda bunu tekrar ederek söylediklerini yazmak hangi ilkeye uygun bir davranış olabilir?

Anlayan bilen varsa beri gelsin. 

3 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi için kim ne dedi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN AÇIKLADIĞI “DEMOKRASİ PAKETİ” İÇİN 16 GAZETE HANGİ MANŞETLE ÇIKTI? BU GAZETELERDEKİ KAÇ KÖŞE YAZARI “PAKET”İ YAZDI? İŞTE GAZETELERİN “PAKET”E DAİR ATTIKLARI MANŞETLER VE 100 CİVARINDAKİ KÖŞE YAZARININ “PAKET” İÇİN YAZDIKLARI:
MİLLİYET – 18 yeni adım
Fikret Bila: Önemli ve ihtiyatlı adımlar
Güneri Civaoğlu: Güven artırıcı hamleler
Melih Aşık: 6 hafta önce söylenen
Aslı Aydıntaşbaş: Yeterli değil, ama olumlu
Serpil Çevikcan: Bir geçiş sürece metni
Abbas Güçlü: Eğitimde çok şey değişecek
Nihat Ali Özcan: Paketten aslında beklenen
Mehmet Tezkan: Tatmin etmedi eksik kaldı
VATAN – Yeni bir dönem
Güngör Mengi: Paketteni iyiler ve kötüler
Reha Muhtar: Üç seçim sistemi AKP’ye yarıyor
Okay Gönensin: Tabii ki yetmez, eksiğimiz çok…
Ruşen Çakır: Daha fazla, daha iyiye hazırdık
Murat Çelik: Asıl olan uygulama
HABERTÜRK – Demokrasiye bir adım daha
Fatih Altaylı: Kürt’e çiçek, Kandil’e ‘Hayır’ 
Umur Talu: Demokrasi pakete sığsaydı… 
Muharrem Sarıkaya: Paketin getirdiği
POSTA – Kamuda türban serbest
Candaş Tolga Işık: Paketiniz kargoya verildi…
Yalgülü Aldoğan: Paketlenmiş demokrasi!
SABAH – Yeni Türkiye için 20 adım
Mehmet Barlas: “Nefret” suçtur 
Yavuz Donat: Kürtçe propaganda 
Emre Aköz: En iyisi dar bölge 
Süleyman Yaşar: Büyümeye katkı 
Şeref Oğuz: Özgürlük reformu 
Mahmut Övür: Demokrasi şifreleri
Sevilay Yükselir: İnanılmaz bir reform
Okan Müderrisoğlu: Tarihi süreç 
Rasim Ozan Kütahyalı: İleri Türkiye 
Nazlı Ilıcak: Çağdaş Türkiye
HÜRRİYET– Öncü paket
Taha Akyol: Reformist sakin adım 
Sedat Ergin: Alevilerin adı yok 
Metehan Demir: O maddeler bekliyor 
Mehmet Y. Yılmaz: Yetmese de olumlu adım 
Yalçın Doğan: Kürtleri keser mi? 
Akif Beki: Şaşırdım ama ‘evet’ paketi 
Yalçın Bayer: Muhalefetsiz demokrasi 
Fatih Çekirge: Bu çabayı alkışlıyorum
BUGÜN – Özel okullarda Kürtçe eğitim
Erhan Başyurt: Özgürlükler Türkiye’ye kazandırır 
Gülay Göktürk: Emin adımlarla ilerliyoruz  
RADİKAL: Demokrasi 1.0 (Yeni sürüm gelecek)
Eyüp Can: Reform gazına basmak önemli 
Ezgi Başaran: Demokrasi için küçük adımlar 
Tarhan Erdem: Algının özeti: Evet, yola devam 
Ahmet İnsel: Temel haklarda azla kifayet 
Murat Yetkin: Bardağın ancak yarısı dolu 
Cüneyt Özdemir: Paketin Türkçe tercümesi 
Seyfettin Gürsel: Seçim sistemi kimin için risk 
Oral Çalışlar: Ruhban Okulu ve cemevi de olsaydı 
Koray Çalışkan: 15 milyona yok, 3 harfe var 
Deniz Zeyrek: Beklentiler karşılandı mı?
AKŞAM – Erdoğan devrimi
Mehmet Ocaktan: Demokrasi devrimi yapan diktatör
Cengiz Özdemir: Söz sırası muhalefette
Ufuk Ulutaş: Normalleşme paketi ve normalleşmeyenler
Kurtuluş Taviz: Değişim iradesi sürüyor
Emin Pazarcı: Ölümsüzlük iksiri ve fare
TARAF – Evet, devam edelim
Enver Sezgin: Olumlu, ama eksik
STAR – 30 Eylül devrimi
Mustafa Karaalioğlu: Daha güzel bir Türkiye’ye uyanmak
Fehmi Koru: Korkulardan kurtuluyoruz galiba
Yalçın Akdoğan: Paketin kodları
Ahmet Kekeç: Beğenmiyorsan, daha iyisini yaparsın
Yağmur Atsız: Merak ve heyecan
Eser Karakaş: Bir kez daha “yetmez, ama evet”
Murat Kartoğlu: Hayat tarzına müdahaleyi “suç” yaptı
Sedat Laçiner: Özgür birey, güçlü Türkiye
Mensur Akgün: Bence de yetmez, ama evet
Fadime Özkan: Paketin sürprizi
Bekir S. Gür: Demokratik eğitim paketi
SÖZCÜ – Andınız kaldırıldı, türban va çarşaf serbest kaldı
Emin Çölaşan: Civciv çıktı, kuş çıktı, sadece sıkmabaş çıktı>
Rahmi Turan: Bu paket alkışlanmaz
Mehmet Türker: Paketten PKK ile türban çıktı
Saygı Öztürk: Paket koca bir aldatmacı
TAKVİM – Yeni Türkiye
Ergün Diler: Paket
Bülent Eradaç: Duvar yıkıldı
Mehmet Çetingüleç: Partilere müjde
Bekir Hazar: Yasaklar kalkıyor
TÜRKİYE- Hoşgeldin özgürlük
Nuh Albayrak: Reform nihayet halka inde
Melit Altınok: Balkon paketi
Mehmet Sağırlı: Demokratikleşme paketi kaç kişiye dağıtılacak
İsmail Kapan: Beğenenlere de, beğenmeyenlere de hayırlı olsun
ZAMAN – Özel okullarda Kürtçe eğitim serbest
Ekrem Dumanlı: Reformlara devam
Bülent Korucu: Paketin dolu tarafları
Abdülhamit Bilici: AK Parti’nin en büyük hizmeti
İhsan Dağı: Demokrasi varsa doğruya doğru, eğriye eğri
Şahin Alpay: Evet! Ama yetmez…
Mümtaz’er Türköne: Zafer anıtını nereye dikelim?
Leyla İpekçi: Paketlerin ruhumuza etkisi
YENİ ŞAFAK: Demokrasiye yüksek standart
Ali Bayramoğlu: Demokratikleşme paketini nasıl okumalı?
Salih Tuna: Erdoğan yanağımızdan makas aldı mı desinler
Ali Saydam: Beklenti yüksek olursa tatmin düşebilir
Akif Emre: And
Mehmet Metiner: Demokratikleşme derinleşerek sürüyor
Abdulkadir Selvi: Durmak yok, reformlara devam
İbrahim Karagül: Paket ve yeni dalga sempati
Osman Özsoy: Gözünüz aydın bacım…
Tamer Korkmaz: Dört Yüz On Bir paket kaosa kalktı!

[Ali Eyüboğlu derlemiş. Ben de ondan aldım. 
Bence "en yandaş yazar" ödülünü Sabah gazetesinden Sevilay Yükselir, "İnanılmaz bir reform" diyerek haketmiş.  "En yandaş gazete" ödülü ise Star'dan ithal Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan'ın Akşam gazetesi'ne gidiyor: "Erdoğan devrimi" ]