23 Aralık 2014 Salı

BirGün'ün manşetiyle gazetecilik mi yapıyor?

Bugün değin Erdoğan'ın gözüne bant çeken manşetiyle çok eleştirilen, Osmanlıca tartışmasıyla ilgili manşetinde 'hırsız' yazmak isterken 'hayırsız' yazarak büyük bir yanlışa imza atan BirGün gazetesi bugünkü manşeti ile de çok konuşulacak gibi.

Gazete, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Doğum kontrolü ihanettir' açıklamasına atıfta bulunarak isim vermeden gazetenin manşetinden esti gürledi.

OKUMAK İSTEYEN OKUR, İÇ SAYFALARA BAKABİLİR


Gazete manşetin üst başlığında "Doğum kontrolü terörü, ihanetçi kondom vb şeyleri okumak isteyen okurlar iç sayfamıza bakabilirler" ifadelerini kullanırken manşet başlığında ise "Bir sarayda oturan ve sürekli saçmalayan biri var işte artık biz o kişiye laf yetiştirmek istemiyoruz" ifadesini kullandı.
Deneme
GAZETENİN GÖREVİ LAF YETİŞTİRMEK Mİ?

BirGün'ün muhalefet cephesinde çok ses getiren ve sosyal medyada defalarca paylaşılan bu manşeti bir gazetecilik tartışmasını da ortaya çıkardı.

"Gazetecinin görevi ve sorumluluğu, olan biteni halka iletmektir." ilkesinden yola çıkarak BirGün'ü eleştirmek mümkün. 

"BirGün, herhangi bir haberin aktörüne laf yetiştirmek zoruda olmadığı gibi böyle bir davranışın içine girmesi onu gazeteci olmaktan çıkartır"  yorumunu yapmak da öyle.

Her halükarda adından söz ettirmeyi amaçlayan bir manşet ise BirGün'ün hedefine ulaştığını da kabul etmek zorundayız.

12 Aralık 2014 Cuma

Cemaat medyasına operasyon mu Algı operasyonu mu?

Önce Fuat Avni (11.12.2014) Gülen Cemaati'nin medya ayağına dönük dev bir operasyon yapılacağını iddia etti. Ardından Zaman gazetesi önünde bir miting, Adliye ve Eminyet önünde protestolar yapıldı.

Toplum hükümet-cemaat savaşında bugüne kadar operasyonların hepsini bilen isim olarak değerlendirdiği Fuat Avni  isimli Twitter hesabından gelen bu medyaya yönelik operasyona tamam gözüyle bakarken, aynı hesap, operasyonun sızması ve  gelen tepkiler yüzünden iptal olduğunu açıkladı.

Ne olduğuna bir kez daha bakalım sırayla sonra da yorum yapmaya çalışayım.

FUAT AVNİ'DEN 150 GAZETECİYE OPERASYON TWEETİ

 
Zaman, Bugün ve Taraf gazetelerinin genel yayın yönetmenlerinin de aralarında 150'ye yakın gazetecinen gözaltına alınacağını öne süren Fuat Avni, "Kerim Balcı, Nuh Gönültaş, Adem Yavuz Aslan, Erhan Başyurt, Bülent Keneş Mehmet Baransu ve Emre Uslu listede" dedi.

BARANSU, USLU, KENEŞ, GÖNÜLTAŞ...

Yarın yani 12 Aralık Cuma günü İstanbul, Ankara ve Malatya merkezli operasyonlar yapılacak.
Bunları haber yapan Kerim Balcı, Nuh Gönültaş, Adem Yavuz Aslan, Erhan Başyurt, Bülent Keneş Mehmet Baransu ve Emre Uslu listede.

Ayrıca Zaman, Bugün ve Taraf gazetelerinin Genel Yayın Yönetmenleri de göz altına alınacaklar listesinde.

Cemaat geneline yargı ayağı, medya ayağı, emniyet ayağı gibi geniş çaplı operasyon yapılacak.
Operasyon kapsamında gözaltına alınacak gazeteci sayısı 150'ye yakın.

Genel olarak operasyonun merkezi İstanbul TEM Şube. Ekrem Dumanlı dahil Zaman Gazetesi'nin neredeyse yarısı gözaltı listesinde.

Cemaat'le birlikte muhalif basın ve merkez medya da operasyon kapsamına dahil edildi.
28 Şubat gerekçesi ile Merkez Medya'ya, Türkiye'nin tanınmış iş adamlarına, medya patronlarına ve yazarlara operasyon yapılacak.

Cemaate operasyon yapılırken Ergenekon'un intikamı diye susturulan merkez medya sonraki safhada 28 Şubat bahanesiyle tasfiye edilecek.

İŞTE FUAT AVNİ'NİN O TWEETLERİ

ekran-resmi-1436-02-19-3.01.48-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.02.32-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.02.39-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.02.47-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.02.53-pm.png

ekran-resmi-1436-02-19-3.26.23-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.26.41-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.29.53-pm.png
ekran-resmi-1436-02-19-3.29.58-pm.png
Deneme
ZAMAN GAZETESİ ÖNÜNDE EYLEM

İddianın ardından İstanbul'da Zaman Gazetesi ve Cihan Haber Ajansı çalışanlarına destek olmak için yüzlerce kişi, her iki yayın grubunun da bağlı olduğu Feza Gazetecilik'in önünde toplandı.

Grup, 'Biat edene saray, etmeyene zindan', 'Yolsuzluklar sıfırlanamaz' pankartları açtı; 'Demokrasi erlerinin yanındayız' sloganları attı.

Deneme


Operasyon iddiaları üzerine gazetecilere destek olmak için vatandaşlar yağmurlu havaya rağmen Vatan Caddesi üzerindeki Emniyet Müdürlüğü ile Çağlayan Adliyesi önüne akın etti.
Adliye önünde toplanan 2 bini aşkın vatandaş, demokrasi ve medyaya yönelik darbe anlamına gelecek operasyona karşı tepkilerini dile getirdi.

Deneme

BASIN SUSARSA BU İŞ BİTER Mİ SANDIN?

Vatandaşlar ellerindeki dövizlerde, 'Basını susturmakla bizi susturamazsınız', 'Hiç durmadan yürüyeceksiniz', 'Paraları süpürebilirsiniz ama Zaman'ı asla', 'Basın susarsa bu iş bitermi sandın', 'Dur yolcu, yolsuzluk çıkmaz sokak' 'Hırsızlığın yıldönümünde hırsız operasyonda' 'Korkma titre' gibi sloganlar dikkat çekti.

GÖKLERDEN GELEN BİR KARAR VARDIR

Vatan Caddesi üzerindeki İstanbul Emniyeti önüne de yüzlerce vatandaş akın etti. Yaklaşık bin kişi medyaya ve polisleri yönelik yeni bir operasyonu protesto etti.

DUMANLI "YA GELİN ALIN, YA DA BİZ GELİYORUZ"

Emniyete gelen vatandaşların ellerindeki pankartlarda, "Sıfırlanan paralar unutulmaz, Göklerden gelen bir karar vardır, 17 Aralık unutulmaz, 25 Aralık unutulmaz, bide "VIP" torpil unutulmaz" dövizleri yer aldı.

Ekrem Dumanlı: Bu sadece Zaman'ın meselesi değildir, bu özgürlük meselesidir

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Fuat Avni'nin birçok medya kuruluşuna yönelik 'intikam operasyonu' iddiasına yönelik olarak, "Bu mevzuyu cemaat-parti kavgası gibi senarize etmek çok büyük gaflet olur. Bunun faturasını bu ülke çok ağır öder. Böyle bir operasyon, demokrasiye, basın özgürlüğüne darbedir" dedi.

Hükümete seslenerek adeta rest çeken Dumanlı, "gelin alın bizi, alırsanız alın yoksa ben Adliye'ye gideceğim" dedi. "Türkiye'nin beşinci sınıf bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmesine razı olmayacağız" diyen Dumanlı cemaatin olası biroperasyon karşısında direnişe geçeceği mesajını verdi.

Dumanlı, “Mesela sadece Zaman, Todays, Bugün gazetesi, Samanyolu, Samanyoluhaber değil. Bunda başarılı olurlarsa ardından Sözcü Gazetesi, ardından Hürriyet Gazetesi, ardından başka gazete ve televizyonlar. Bu resmen hukuka yapılan bir darbedir, basına yapılan bir darbedir, fikir özgürlüğüne karşı yapılan bir darbedir.” dedi. 

İKİNCİ OPERASYON BOMBASI

Gündemi sarsan operasyon iddiasının ardından Fuat Avni, akşam saatlerinde bir kez daha ortaya çıktı. Twitter fenomeni bu kez operasyonu nasıl deşifre ettiğini yazdı, operasyona katılacak isimleri yazdı. 

"TARTIŞMALARA NEDEN OLDU"
Listeyi yayınladıktan bir saat sonra bir kez daha ortaya çıkan Fuat Avni, bu kez de hükümet cephesinden kendi attığı twetlerin etkilerini yazdı. Fuat Avni'nin iddiasına göre operasyonun deşifre olmasının ardından Ankara, cemaate yönelik operasyon için yeni yollar aramaya başladı. İşte o yazılarlar;


56.20141212011901.jpg 


NE OLUYOR PEKİ?

Kısa bir yorum yapmaya çalışayım tüm bunlara...

1. Ortada bir operasyon yok. Yapılacak iddiası var, sonra yapılan protestolar var, daha sonra yapılmayacak deşifre oldu diye vazgeçildi iddiası var. Sonuç olarak operasyon yok.

2. Cemaat, bugüne dek yapılan tüm operasyonların birinci elden ifa eden yapı olarak bu işin nasıl yapıldığını çok iyi biliyor. Bu nedenle onlardan gelen "nefret operasyonu" söylemi aklıbaşında insanları güldürencek kadar trajik, şoke edecek kadar da komik.

3. Cemaatin olmayan bir operasyonu var gibi göstermesinin nedeni ne olabilir sorusunun yanıtı net. Olmayan bir şeyi var gibi göstermek korkuyu büyütmekten başka birşey değil. Hele dünya medyasının bunu haber yapması, Fuat Avni'nin tweetlerin İngilizcelerini de atması... Bunlar da eklendiğinde, olmayan bir operasyon yapılacak gibi gösterilerek Erdoğan rejimini  zora sokmaya çalıştıkları ortada.

4. Cemaat ve çevresindeki halkaya siyasi bir müttefik olarak güvenilmeyeceği bu süreçte bir kez daha ortaya çıktı. Ahmet Şık ve Nedim Şener, Oda TV davası, KCK basın davası gibi süreçlerde gazetecileri tutuklayan, yargılayan, eleştirilere "basın özgürlüğü gibi göstermeyin" diye yanıt veren cemaat çevreleri bu kez kendisi basın özgürlüğü bayraktarlığına sığınıyor. Dumanlı'nın 2011'de yazdığı yazı tam da bugün kendisine söylenebilecek bir şey halini aldı.

5. Erdoğan rejimi böyle bir operasyon hedeflemiş ve uygulamaya koyacak iken deşifre olduğu için vazgeçmiş olabilir mi? Soruyu ikiye bölüp yanıtlayayım. Evet Erdoğan rejimi böyle bir operasyon hedeflemiş olabilir. 17 Aralık sonrası emniyette yapılan operasyonlar, medyaya da böyle bir uygulama yapılabileceğinin ispatı. Ancak vazgeçme herşeyi bozuyor. Bugüne dek geri adım atmamak ile övünen ve neredeyse övünmekte haklı olabilecek kadar az geri çekilen Erdoğan'ın böyle bir adımı sırf deşifre oldu diye atmaktan vazgeçmesi, üstelik gözaltına alınacağı söylenen isimlerin "bekliyoruz" demesine rağmen geri adım atması hiç de inandırıcı gelmiyor bana.

6.. Savaş giderek "kanlı" hale geliyor. Cemaat hükümeti daha da "kanlı" adımlar atmaya kışkırtıyor. Tüm bu "operasyon" polemiğinin tek gerekçesi de bu olabilir.

7. Cemaat çevrelerinin dile getirdiği gibi "nefret" değil belki ama ismi "Algı operasyonu" olmayı en çok hakeden de işte bu son yaşadığımız süreç olsa gerek.

25 Kasım 2014 Salı

'Gazetecilik faaliyetlerinde kovulmadılar'

Star Medya Grubu ve Kanal 24 ile Akşam ve Güneş gazetelerini elinde bulunduran işadamı Ethem Sancak, yayın yönetmenlerini görevden aldı.

Mustafa Karaalioğlu, Star gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan'ın grupla herhangi bir ilişkisinin kalmadığı belirtildi.

PATRON İLE KARAALİOĞLU ARASINDA HORTUMLAMA KAVGASI

Star'da patron Ethem Sancak ve CEO Mustafa Karaalioğlu arasında 2 milyon liralık 'hortumlama' kavgası çıkmıştı. Buna göre gazetenin promosyon için kamu bankalarından çektiği kredinin 2 milyon lirasının Karaalioğlu'nun ekibi tarafından iç edildiği iddia ediliyordu.

İddiaya göre olayın ortaya çıkması Sancak ile Karaalioğlu'nun arasını açtı. Taraflar arasında o günden bu yana soğuk rüzgarlar esiyordu.

AKŞAM SAATLERİNDE TEBLİĞ EDİLDİ

Star Medya Grubu CEO'su Mustafa Karaalioğlu, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ile Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan'ın görevlerine son verildiği kararı kendilerine akşam saatlerinde tebliğ edildi.

TWITTER'DA KİM NE DEDİ?

DenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDenemeDeneme
Deneme

7 Kasım 2014 Cuma

'Taksim karıştı!' mı karışmadı mı? Ya da ideolojik atgözlüklü gazetecilik...

Taksim karıştı!

Bir grup öğrenci Cebeci Kampüsünde toplanandıktan sonra "Üniversitemize, geleceğimize sahip çıkalım" yazılı pankartlar ile Cemal Gürsel Caddesi'ni trafiğe kapatıp Kızılay istikametine yürümeye gitti. Polis grubu Kurtuluş Kavşağında durdurdu.
Uyarılara rağmen grup dağılmak istemeyince polis tazyikli su ile müdahale etmek zorunda kaldı. Grup daha sonrasında dağıldı.

TAKSİM'DE YÖK KARŞITI EYLEM

100 kişilik bir grup Taksim Tünel Meydanı’nda toplanarak "Özgürlük ve yaşam için örgütleniyoruz; müşteri değil öğrenciyiz" yazılı pankartlar ile İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe geçti. Galatasaray Meydanı’nda grup adına açıklama yapan Nurbanu Güner, "Üniversitelerde sayısız lüks mekan varken, ne yeterli sayıda yurt var ne de öğrencilerin ihtiyaçlarını giderebileceği uygun mekan var. Okulların dört bir yanı inşaat halinde ve bu inşaatlar YÖK eliyle taşeron firmalara verilmektedir. Taşeron, Soma katliamında ve diğer her yerde olduğu gibi, üniversitelerde de işçileri öldürmeye devam ediyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında Ordu Üniversitesi’nde 2, İTÜ’de 1 işçi iş cinayetlerine kurban gitmişti. YÖK, üniversiteleri piyasaya açtıkça, üniversitelerdeki sömürü kat be kat artmaktadır" ifadelerine yer verdi. Ardından grup olaysız bir şekilde dağıldı. 

Yukarıdaki haber "Yeni Türkiye" söylemi ile birlikte yenilenen ama ne yenisi, bildiğin en eski kalıplarla, gazetecilik görünümü altında ideolojik atgözlüğü ile gazetecilik yapmayı sürdüren Türkiye gazetesinden bir haber

Malum 6 Kasım, YÖK'ün kuruluş yıldönümü olarak devlet katında eğitim bürokrasisi tarafından kutlanılmıyor. Ancak öğrenciler her 6 Kasım'da eylemliklerin en güzeliyle sahneye çıkıyorlar. Dünya Yerinden Oynar, YÖK'ten Adam Çıksa diye bağırılırdı bizim zamanımızda '6 Kasım'larda. Herhalde yine güzel sloganlar atıyorlardır öğrenciler kendilerini sarmalayan en görünür zinciri, YÖK'ü parçalama isteğiyle. 

Peki Türkiye gazetesinin, yukarıdaki haberine... 
Gazete, haber filan gibi kelimleri kullandığıma bakmayın... Sırf adet yerini bulsun diye. Çünkü görünen o ki ne Türkiye bir gazete, ne yazdıkları haber, ne de çalışanları gazeteci. Tamam biliyorum basın devletin ideolojik aygıtıdır elbette. "Egemen düşünceler egemenlerin düşünceleridir..." tamam onu da biliyorum. Ama hiç olmazsa oyunu kuralına göre oynayan, mesleğin kendisini ambalajlamak için sarıp sarmaladığı etik, ahlak, vs. gibi ilkelere uyuyormuş gibi görünen bir şey yapılsın. Büyük büyük konuşmalar yapanların arkasında "uluslararası kuralları var bu işin" diye ahkam kesenler boşa çıkmasın hiç olmazsa. 

Gelelim şu yukarıdaki haber görünümlü yalana...  Parça parça analiz edelim:

Başlık ne? Taksim karıştı!
Yer Neresi: Taksim, İstanbul.
Ne olmuş: Karışmış! (ünleme dikkat)
Ne zaman: Belli değil geniş zaman kipi kullanılmış...
Nasıl: O da belli değil (en azından başlıkta) 

Ne olmuş, nasıl olmuş haberden okuyalım diye bakıyoruz metne: "100 kişilik bir grup Taksim Tünel Meydanı’nda toplanarak "Özgürlük ve yaşam için örgütleniyoruz; müşteri değil öğrenciyiz" yazılı pankartlar ile İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe geçti. Galatasaray Meydanı’nda grup adına açıklama yapan Nurbanu Güner, "Üniversitelerde sayısız lüks mekan varken, ne yeterli sayıda yurt var ne de öğrencilerin ihtiyaçlarını giderebileceği uygun mekan var. Okulların dört bir yanı inşaat halinde ve bu inşaatlar YÖK eliyle taşeron firmalara verilmektedir. Taşeron, Soma katliamında ve diğer her yerde olduğu gibi, üniversitelerde de işçileri öldürmeye devam ediyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında Ordu Üniversitesi’nde 2, İTÜ’de 1 işçi iş cinayetlerine kurban gitmişti. YÖK, üniversiteleri piyasaya açtıkça, üniversitelerdeki sömürü kat be kat artmaktadır" ifadelerine yer verdi. Ardından grup olaysız bir şekilde dağıldı.

Burada en önemli bölüm haberin son cümlesi bence: "GRUP OLAYSIZ BİR ŞEKİLDE DAĞILDI."
E hani Taksim karışmıştı? Öğrenciler gelmişler, sloganlarını atmış, açıklamalarını yapmış ve dağılmışlar. 
Burada  karışan Türkiye gazetesinin muhabiri, editörü, vs.nin aklı da değil. Onlar bizim zihnimizi karıştırmak, bulandırmak istiyorlar sadece... Öğrenciler geldi, ortalık karıştı... Bir şey olmamış olmasının da hiç önemi yok.  İdeolojik atgözlükleri bir olay olmasa bile Taksim Karıştı! diye başlık atabilir habere... Çünkü öğrenciler var, Kürtler var, YÖK ve dolayısıyla hükümet protestosu var.
Hani "Reis"in  kızdığı zaman söylediği bir şey vardı ya: "Batsın sizin gazeteciliğiniz..."
Onu "Batsın sizin Yeni Türkiye gazeteciliğiniz" diye revize etmemiz lazım bence...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Yılmaz Özdil milletvekili mi olacak yoksa site mi kuracak?

Yılmaz Özdil'in yazısının yayımlanmaması üzerine Hürriyet'ten istifa ettiği iddiası medya kulislerinde konuşulurken, Sözcü'den Emin Çölaşan, gazetesi Hürriyet tarafından yazısı sansüre uğrayan Yılmaz Özdil'e çağrıda bulundu, "Bizde baskı yok, sansür yok. Sözcü'ye hoş geldin" yazdı.

Ancak anlaşılan o ki Hürriyet gazetesi ile ilgili olarak "o defter benim için kapandı" diyen Özdil, istifa etmek yerine "kovulmayı" ve böylece gazeteden tazminat almayı bekliyor.

Yine Sözcü yazarı Bekir Coşkun'un "sen hele bir kesin kovul o zaman biz seni kucaklayıp yanaklarından öperiz" demesi de Özdil'in ipleri "resmen" koparmadığının ispatı gibi.

Peki Özdil, kendisine daha şimdiden kucak açmış Sözcü'ye gider mi?

Gelin Hürriyet'te daha önce "kovulan", "istifaya zorlanan" diğer yazarların yaptıklarına bir bakalım. Aralarında milletvekili olan da var, gazete gazete gezen de, artık gazetede yazmayacağım diye internet sitesi açan da... Bakalım o yazarların yaptıklarına bakın Özdil'in de yapabileceklerini tahmin edebilecek miyiz:

EMİN ÇÖLAŞAN: "KOVMAK ZORUNDA KALDILAR"

Tam yedi yıl önceydi, korku dağları bürümüştü. Sürekli baskı yaparlardı:
“Aman hükümete bindirme, bizim özelleştirme işimiz var. Star televizyonunu almak üzereyiz, işimiz aksamasın!..”
“Sayın başbakan şu yazına çok alınmış, dikkatli ol!..”
“Patron bu yazına çok bozuldu, onu zor durumda bırakıyorsun!..”
“Eleştireceksen haftada bir eleştir kardeşim, yumuşak yaz!..”

Yazılarımı makasladılar, sansür ettiler ama beni istifa ettiremediler. Kaleyi onlara teslim etmedim. Böyle rezil, utanç verici, yüz kızartıcı baskılar yaşadım ve Temmuz 2007 seçimlerini de Tayyip kazanınca iş olacağına vardı…
Son çare olarak kovmak zorunda kaldılar!

Özdil'in yazısı yayımlanmayınca kaleme aldığı yazısında böyle diyordu Çölaşan. "Rezil, utanç verici, yüz kızartıcı baskılar" yaşadığını ama yine de "kaleyi teslim etmediğini" söyleyerek övünen Emin Çölaşan'ın Hürriyet gazetesindeki köşe yazarlığına 14 Ağustos 2007 tarihinde son verildi. Çölaşan yaşadıklarını "Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi" isimli bir kitapta anlattı.

Ardından Aydın Doğan ile karşılıklı hakaret davaları açtılar birbirlerine... Doğan, Çölaşan için, "Sırlarımızı açıkladı, kişilik haklarımı zedeledi, beni kamuoyunda küçük düşürdü'' dedi ve 50 bin YTL tazminat istedi.  Çölaşan, 13 Ekim 2009'dan beri ise Sözcü'de yazıyor.

UĞUR DÜNDAR: GEZMEDİĞİ KANAL KALMADI

1970 yılında TRT'de çalışmaya başlayan Dündar, 1986 yılında Hürriyet'te köşe yazmaya başlamıştı. 1992 yılında Show TV'de, 1995'te Kanal D'de, 2000 yılında yeniden Show TV'de, adından Star TV'de çalıştı. Aynı yıl Star gazetesi yazarı oldu. 2001 yılında Sabah Gazetesi'ne geçti, ATV'de program yaptı. 2002 yılında Star TV'ye ve Star gazetesine gitti. Kısa süren bir Kanal D macerası sonrasında 2008 yılında son kez Star TV'de  ana haber bülteni sundu. 2010 yılında yeniden Hürriyet'te yazmaya başladı. 2011 yılında Star TV, Doğuş Grubu'na satıldıktan sonra Star TV'ye veda etti.

Deyim yerindeyse gezmediği kanal kalmayan Uğur Dündar, Star TV'den ayrıldıktan tam 376 gün sonra, 14 Mayıs 2012 günü Sözcü gazetesindeki köşesinde yazmaya başladı.


OKTAY EKŞİ: "ANALARINI BİLE SATAN ZİHNİYET"
8 Ocak 1952 tarihinde, 19 yaşında gazeteciliğe başlayan Oktay Ekşi Hürriyet gazetsinin Başyazarı iken, 28 Ekim 2010 tarihli başyazısında, AK Parti'nin, Karadeniz bölgesinde hidroelektrik santrallar yapılması için 49 yıl süreyle özel şirketlere su kullanım haklarının kiraya vermesini eleştirirken "şimdi analarını bile satan o zihniyetin marifetini görüyoruz" ifadesini kullandığı için istifa etmek zorunda kaldı.
31 Ekim 2010 tarihli yazısında "1966 yılından beri mensubu olduğum, 1974 yılından beri de 'Başyazar'ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi'nden ayrılmaya karar verdim" diyerek istifa ettiğini açıkladı.
Ekşi, kısa süre sonra CHP'ye katıldı ve Ekşi, 2011 genel seçimleri sonrasında 24. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi.
CÜNEYT ÜLSEVER: HÜRRİYET'TEN AYRILDIĞINI AYDINLIK'TAN ÖĞRENDİ
Boğaziçi Üniversitesi'nde iktisat okuyan ardından ABD'de Columbia Üniversitesi'nde eğitimine devam eden ve Harvard Üniversitesi’nde insan kaynakları üzerine doktora yapan Ülsever, 1983 yılında doktorasını alıp Türkiye'ye döndü. Amerika'ya giderken ateist ve marksist olduğunu; Türkiye'ye ise liberal bir Müslüman olarak döndüğünü söyleyen Ülsever Kanal 7, STV ve Hürriyet gazetesinde çalıştı.
Hürriyet gazetesinde yazıları önce haftada bir güne indirilen ve ardından da 3 haftadır kadar yayımlanmayan Cüneyt Ülsever'in 24 Mart 2011 günü gazeteyle ilişiği kesildi.
Ülsever Hürriyet'ten ayrıldığını ise Aydınlık gazetesinden arayan bir muhabir sayesinde öğrenmişti:
"...beni Aydınlık gazetesi aradılar, “hayırlı olsun Hürriyet’ten ayrılmışsınız” dediler. Nereden çıkardınız dedim. “Enis Berberoğlu’nu aradık ulaşamadık, sekreteri ‘o ayrıldı’ dedi” cevabını aldım. Ben böyle öğrendim Hürriyet’ten kovulduğumu. Enis Berberoğlu’nun ciğeri yetmedi, sekreteri Aydınlık gazetesinden bir muhabire söyledi, o kız da bana sorduğunda “sağol kızım ben senden atıldığımı öğrenmiş oldum” dedim. Bunun üzerine ben insan kaynaklarını arayıp ağzıma gelen her şeyi söyledim. Mert olun, erkek olun, neyse kararınız bana açık olun dedim. Bana bir işten atma mektubu gönderdiler."
Ülsever, Aydınlık'tan gelen "bizde yaz" teklifine rağmen önce Oda TV internet sitesinde sonra da 29 Ocak 2012 günü yayın hayatına başlayan Yurt gazetesinde yazmaya başladı.
BEKİR COŞKUN: PARA İÇİN DİYENLERDEN YILLAR SONRA İNTİKAM ALDI

Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil'in yazısının yayımlanmaması üzerine ilginç bir yazı yazarak kendisinin de Hürriyet'te yaşadıklarını yazmıştı:
"Editör arkadaş arıyor “Yazını okudum çok güldüm, eline sağlık, harika ya…” diyor… Bu demek ki; yazıyı koymayacaklar...
Arada bir yazını koymazlar…
Okur da bir alemdir ha, sen gidince bırakırız gazeteyi der, ama Türkiye’nin en çok yazar kovan gazetesi, en çok okunan gazetesidir şu anda…"

Bekir Coşkun, 1978’de Günaydın'da Dokuzuncu Köy isimli köşeyi yazmaya başladı. 1987’de Sabah Gazetesi'ne geçtiğinde köşesinin ismi Onuncu Köy oldu. 1993'te Hürriyet'e geçti ve üçüncü sayfada yazmaya başladı.

Coşkun, 9 Eylül 2009 günü Hürriyet'ten ayrılmış, yerine ise Yılmaz Özdil yazmaya başlamıştı.  Coşkun, 25 Eylül 2009'da  HaberTürk gazetesinde yazmaya başlamış ancak referandumda AK Parti hükümetine karşı yazdığı yazılardan dolayı baskı gördüğünü iddia eden Coşkun'un işine bir yıl kadar sonra 20 Eylül 2010 günü son verilmişti. Yılmaz Özdil o günlerde yazıdğı bir yazıda şöyle demişti:

"Türk kahvesidir Bekir Coşkun. Sabah güne başlarken, ya da, akşam günün yorgunluğunu atarken yudumlamanız ondan. Zihin açar. Onsuz basın, püreleşmiş patatesler, kalbi taşlaşmış yumurtalar, telvesi donmuş boş fincanlardan ibarettir. Ve, siz hâlâ diyorsunuz ki: “Köşesini almışlar elinden...”  Yanılıyorsunuz. Keyfinizi elinizden aldılar aslında."

Bekir Coşkun, Habertürk'ün ardından 3 Kasım 2010'dan itibaren Cumhuriyet Gazetesinde, 14 Mart 2013 tarihinden itibaren ise Sözcü Gazetesi'nde yazılarını yazmayı sürdürdü.

Kendisinin Hürriyet'ten ayrılmasına sebep olan ve kısa süre önce de istifaya zorlanan Enis Berberoğlu için yazdığ bir yazısında ise Coşkun şöyle demişti:
"Enis Berberoğlu "Çok para verdikleri için gitti" demişti...
Tüm bu yazıyı onun için yazıyorum...
Sen niye gittin?.."

RAHMİ TURAN: SÖZCÜ'NÜN GİZLİ TOKMAK'I

Gazetecilik okulu gibi olan ve sadece çıkardığı gazeteler değil, yetiştirdiği gazeteciler ile de tanınan Rahmi Turan, Doğan Grubu için uzun yıllar Gözcü isimli gazeteyi çıkardı ve yönetti. Gözcü'nün kapanması sonrasında Ertuğrul Akbay'ın oğlu Burak Akbay'ın sahipliğinde çıkan Sözcü gazetesini dışarıdan destekleyen Rahmi Turan, 20 yıl kadar çalıştığı Hürriyet'ten kovuldu.
Veda yazısını 2 Nisan 2012 günü kaleme alan Turan, sonrasında verdiği röportajlarda şöyle demişti:
“Bütün kainat biliyor ki, gazetenin üzerinde siyasi baskılar var. O siyasi nedenlerle açıldığını herkesin bildiği -yani bu konuşuluyor, benim söylememe gerek yok- vergi cezaları, şunlar bunlar sonucunda birtakım operasyonlar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor, bundan sonra da belki de yapılacak.”
Bu dönemde sık sık yeni bir gazete kuracağını da söyleyen Turan, 24 Ağustos 2013 tarihinden itibaren haftada 4 gün Sözcü gazetesinde köşe yazmaya başlamış ve birinci sayfada daha önce Tokmak müstear ismiyle yazdığı yazılara imza atmaya başlamıştır.

ÖZDEMİR İNCE: GAZETECİ DEĞİL EDEBİYATÇIYIM
Şair ve edebiyatçı kimliği gazetecilikten çok daha baskın olan Özdemir İnce 14 Ocak 2001'de köşe yazarlığına başladığı Hürriyet Gazetesi'nden 1 Nisan 2012'de ayrılmıştı.  İnce son yazısında "din adamlarının" camiye çekilmesi gerektiğini ifade etmiş ve "Değerli okurlar, son yazımı okudunuz! Teşekkür ederim! Sağlıcakla kalın!" notu yer vermişti.
İnce, 23 Nisan 2013 ile  30 Nisan 2014 tarihleri arasında Aydınlık gazetesinde haftada 5 yazı yayınladıktan sonra bu gazeteden ayrıldı.
İnce son yazısında artık gazetelerde yazmamaya karar verdiğini açıkladı ve bu kararı şöyle gerekçelendirdi:

"Düşündüm: Aydınlık’tan aldığım ya da başka bir gazeteden alacağım ücrete ihtiyacım olmasına rağmen artık bir gazetede yazı yazmak istemiyorum. Neden mi? Çünkü ben bir gazeteci, bir gazete yazarı değilim, bir gazetede yazan edebiyatçıyım. Bir edebiyatçının gazetede yayınladığı yazılar, bir kitabın parçalarıdır. Hiçbir ciddi edebiyatçı 24 saat ömürlü bir metni yazmak istemez. Bir edebiyatçı ile gazetecinin farkı budur."


Bunun ardından İnce, kişisel web sitesini kurdu ve site 18 Haziran 2014 günü faaliyete geçti.

15 Ağustos 2014 Cuma

Hükümet Al Jazeera'yı sıkıştırır mı?

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasından sonraki süreçte kabinenin içinden yazdığı iddia edilen bilgilerle Twitter fenomeni haline gelen @fuatavni, bu kez de ‘AKP’nin yeni medya tasavvuru‘ konusuna el attı.

Hesaptan dün gece atılan tweetlerde, ‘AKP aleyhine yazan ve haber yapanların‘ MİT tarafından aylardır takip edildiği ve ‘kıyım listesi oluşturulduğu‘ iddia edildi.

‘Atılmazlarsa sizi bitiririz’

20140402 fuatavni1

@fuatavni, ‘Tiran‘ diye söz ettiği Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘isteği doğrultusunda Doğan, Ciner ve Demirören gruplarının yanı sıra internetten yayın yapan El Cezire Türk’e ‘atılacakların listesinin gittiğini‘, ‘Atılmazlarsa sizi bitiririz‘ dendiğini öne sürdü.

‘Taraf olmanızı bekliyoruz’

fuat avni tweet

Buna göre, El Cezire Türk’ün üst düzey yöneticisi Gürkan Zengin’e ‘Gazetecilik yapmanızı değil taraf olmanızı bekliyoruz‘ denildi; ”Gazeteci ve TV’ciler MİT ve adliyede sigaya çekildi.” İddiaya göre, internet siteleriyse Erdoğan’ın Başsiyasi Danışmanı Yalçın Akdoğan tarafından takip ediliyor.


DOĞRU OLABİLİR Mİ?

İlginçtir bu tweetlerin ertesi günü, Yılmaz Özdil'in  yazısının yayımlanmaması, medya kulislerinde "fuatavni yine bildi" tepkisine yol açtı.

Habertürk'ten istifa eden 4 editör ve Radikal ile yollarını ayırma kararı alan Fatih Yağmur da Özdil ve Fuatavni ile ilişkilendirildi.

Peki mümkün olabilir mi?

İlk bakışta bu kadar tesadüf Kurtlar Vadisinde bile olmaz dedirtiyor. Ama biraz eşeleyince insanın aklına pek çok soru işareti takılıyor.

Neden derseniz?

Fuatavni'ye göre El Cezire Türk’ün üst düzey yöneticisi Gürkan Zengin’e ‘Gazetecilik yapmanızı değil taraf olmanızı bekliyoruz‘ denildi, Gül'ün ön plana çıkartmayın talimatı verildi... 

Televizyonlara gelen talimatların toplum olarak şahidiyiz. Alo Fatih bu döneme damgasını vuran isim oldu. Gazeteler de aynı şekilde orası kesin. Medyada çalışan herkes gibi ben de bireysel olarak  bazı talimatların, uyarıların tanığıyım.

Peki neden şüphe ediyorum? Al Jazeera Türk ve üst düzey yöneticisi Gürkan Zengin yüzünden.  

Ahmet Davutoğlu, Iraklı Sünni grupları seçimlere girmeye ikna etmeye çalışıyordu. Onu dinleyen Iraklılar arasında en köklü Sünni Arap aşiretlerinden Ubeydiye’nin yaşı ilerlemiş lideri de vardı. İhtiyar aşiret reisi Davutoğlu’nun konuşmasını gözyaşları içinde dinledikten sonra ayağa kalktı ve yanındakilere şöyle dedi:
“Bu adamı dinleyeceksiniz, bu adam bir Bağdatlı gibi konuşuyor!...”    

Ahmet Davutoğlu, Mavi Marmara saldırısının sabahında Washington’da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda iki üst düzeyde Amerikalı diplomata şöyle diyordu: “Beyler, dün gece vatandaşlarımız Akdeniz’in uluslararası sularında, hem de NATO üyesi olmayan bir ülke tarafından katledilmiştir. Bakın, Ankara’da yarın bir güvenlik zirvesi toplanacak. Eğer İsrail tarafından kaçırılan vatandaşlarımız 24 saat içinde serbest bırakılmazsa o zirveden çok sert kararlar çıkacak.” 

Ardından içlerinden biri sordu: ‘Nasıl kararlar?’
Davutoğlu Türkiye’nin alacağı kararları sıraladı. Amerikalı diplomatlar büyük bir telaşla, ‘bunu derhal, kendi bakanımıza rapor etmemiz lazım,’ diyerek odadan adeta koşarak çıktılar.”
Bu alıntılar orantısız  Davutoğlu övgüsü içeren bir kitaptan: Gürkan Zengin'in yazdığı Davutoğlu biyorgrafisi HOCA'dan.

"Aydın Doğan'dan CNN Türk'ün bahçesine cami yapılmasını istedim, yapılmayınca CNN'den ayrıldım" diye espiri yapabilecek kadar eğlenceli, ancak dinine diyanetine ne kadar bağımlı olduğunu röpotajda cuma namazını kılmak için hangi camiyi tercih edeceğini söyleyerek ortaya koyan bir isim Gürkan Zengin.

Derdimiz kimsenin namazı ile değil elbet. Ama Gürkan Zengin'in son günlerin en popüler Başbakan Adayı ile bu yakın ilişkisi de Başbakan/Cumhurbaşkanı tarafından "ayağını denk al, Gül'ü ön plana çıkarma" diye uyarılmasını gerektirmeyecek bir unsur.

Zaten Al Jazeera Türk'ün  çok da hükümeti zorlayan bir tutumu yok.

Peki fuatavni'nin yaptığı ne?

Bence cemaat, fuatavni hesabı üzerinden ön almaya, hatta medya üzerinden göz dağı vermeye çalışıyor. O cenahtaki olası hareketlilikleri sansür örneği olarak sergilemek istiyor olabilirler. 

Bakalım arkasından ne çıkacak?


9 Ağustos 2014 Cumartesi

Ethem Sancak fikir gazetesi kurup Etyen Mahçupyan'ı başına geçirecek!

Medya kulisleri son günlerde bu haberi konuşuyor. İddiaların merkezinde Star ve Akşam gazetelerinin sahibi Ethem Sancak ile Zaman gazetesinde kendisine mobing uygulandığı için  ayrıldıktan sonra Akşam gazetesine transfer olan Etyen Mahçupyan var.

Kulislerde bir süredir konuşulan iddia aslında oldukça basit: "Ethem Sancak yeni bir gazete kurup başına Etyen Mahçupyan'ı getirecek."

ETHEM SANCAK KİMDİR?

İş adamı Ethem Sancak, İlk ve orta eğitimini Siirt'te tamamladı. Sancak üniversite eğitimini ise İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde aldı. 1976 yılında mezun olduktan sonra 1976-1978 yılları arasında gazetecilik yaptı.

68 kuşağından, Maocu, Perinçek'in liderliğini yaptığı TİKP üyesi ve Aydınlık gazetesi muhabiri olan Sancak, Hz. Muhammed'in soyundan gelme bin beş yüz kişilik Siirtli bir ailenin de reisi. Bir dönem CHP delegesi de olan Sancak, TÜSİAD içinde de aktif bir isimdi.

İlaç dağıtımı sektörünün yüzde 40'ını elinde bulunduran Hedef Alliance'ın sahibi olan Sancak'ın, tarım ve hayvancılık alanında da büyük yatırımları var.

Kendisini "Tayyip Erdoğan sevdalısı" olarak niteleyen Sancak, tarihe ve ineklere meraklı.  Star Gazetesi'nin ve Kanal 24'ün sahibi de olan Sancak, bir dönem medyadan uzaklaşmış,  "Erdoğan'ı desteklemek için medyaya girdim, bana ihtiyaç kalmadığı için de gazete ve televizyonumu sattım" diye açıklamıştı.

Sancak son olarak Sky360, 24 TV, Star gazetesi ve Akşam gazetesinin sahibi durumunda.
Ancak bu kısa cümlenin ardında pek çok tartışma ve ilginç düşünceler yatıyor.

FİKİR GAZETECİLİĞİNDEN RENKLİ MEDYAYA

Türkiye'de fikir gazetesi denilince akla gelen ilk gazete, çok uzun zamandır bu özelliğini yitirmiş olmasına rağmen Cumhuriyet'ti. 12 Eylül sonrasında Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisiyle tanışması, televizyonun renklenmesi, tüketim toplumunun hükümetin yol verdiği "prensler" sayesinde inşaası medyayı da dönüştürdü.

Eskiden "renkli gazete" diye eleştirilen gazeteler merkez medyaya hakim olurken Cumhuriyet gibi siyah beyaz, uzun yazılarla kaplı gazeteler gözden düştü. 1991 yılında Hasan Cemal ve ekibinin İlhan Selçuk ve arkadaşlarına bayrak açarak Cumhuriyet'i liberal bir çizgiye oturtma çabası da bu dönemin ilginç olaylarından biriydi.

LIGHT CUMHURİYET SENDROMU

Ancak belli ki medya dünyasına yatırım yapan isimlerin aklında her daim "fikir"leri ile anılan, renkli fotoğrafları, slogan başlıkları ve bulmacaları dışında ürettiği düşünceler ile adından söz ettiren gazeteler kurmak düşüncesi vardı.

İzmir'den İstanbul'a gelip ucuz, renkli, erotik duygulara hitap eden bol resimli, bir gazete çıkaran ve bunu okura kabul ettirip en çok satan gazete haline getirmeyi başaran Dinç Bilgin bile bu fikre bir şekilde ikna olmuştu.

Cumhuriyet'ten ayrılan Hasan Cemal'in ikinci adamı Okay Gönensin Sabah tesislerinde, "Light Cumhuriyet" diye anılan bir gazete çıkartacaktı. 1994 yılında yayımlanmaya başlayan gazetenin adı da yeni dönem ile örtüşüyordu: Yeni Yüzıl.

İSMİ DIŞINDA RADİKAL OLMAYAN BİR GAZETE

Yeni Yüzyıl projesi Babıali'den İkitelli'ye taşınmış olan Türk medyasını çok etkiledi ve Dinç Bilgin'in en büyük rakibi Aydın Doğan hemen hazırlıklara başladı. Fikir gazeteciliği yapılacaksa Doğan Grubu bu alanda en iyisini yapar diyen Mehmet Y. Yılmaz, yanına İsmet Berkan'ı da alarak yeni bir gazete çıkarmak için kolları sıvadı: Radikal.

İsmi dışında hiç bir "radikal"liği olmayan gazete Yeni Yüzyıl'ın ardından piyasaya çıkınca önce fiyat kırarak tutunmaya çalıştı. Ancak en büyük şansı, piyasaya çıktıktan 1,5 ay kadar sonra  devletin tüm kirlerini gözler önüne seren Susurluk kazasının meydana gelmesiydi. Bu dönemde entelektüel birikimi ile değil "habercilik" ile okurların gözüne girdi Radikal.

Doğan Grubu basım tesislerine yaptığı yatırımın karşılığını alabilmek için sosyal demokrat/liberal okura seslenen Radikal'in yanına bir de İslamcı/muhafazakar okur için Yeni Ufuk isimli bir gazete daha çıkardı. Tüm bu gazetelerin amacı okura entelektüel bir fikir ortamı sunabilmekti.

GAZETEDEN DAHA ÇOK SATAN EK

Gazetelerin hedeflediği bu amaca ulaşamadığı satış rakamlarından belli oluyordu ancak ilginçtir bir dergi formatında çıkan Radikal'in pazar eki Radikal 2 hepsinden daha çok ilgi çekti. Akademisyenlerden gazetecilere, entelektüellerden siyasetçilere pek çok kişi için hem gündeme dair söz söyleme hem de demokratik bir tartışma ortamı sağlayan Tuğrul Eryılmaz yönetimindeki Radikal 2, doğrusu ya Radikal'in kendisinden daha çok satıyordu.

ÖLÜMÜNE YÜRÜYEN FİKİR GAZETECİLİĞİ

Yeni Yüzyıl ölü doğmamıştı gerçi ama uzun yaşamadı. Dinç Bilgin medyadan çekilince 1998 yılında Korkmaz Yiğit'e satıldı. Yiğit'in Mafyatik ilişkileri ortaya çıkınca 11 Haziran 1999 tarihinde Tadilat Nedeniyle Kapalıyız adlı başlıkla son sayısı yayımlandı. 2000 yılında aynı ekiple yerine kurulan Yeni Bin yıl ise 1 yıl bile yaşamadı Ocak 2001'de kapandı.

Yeni Ufuk gazetesinin macerası da çok uzun sürmezken, Radikal uzun süre direnir. Önce Referans gazetesi ile birleşir, boyutu küçülür. Son olarak da 2014 yılında kağıda veda ederek bir internet gazetesine dönüşür.

Görünen o ki Türkiye'de okur, fikir gazeteciliğine çok da ilgi duymamaktadır. Ya da fikir gazeteciliği diye yapılanlarda bir yanlışlık vardır.

Ama gazete patronlarının gözünde fikir gazetecilği kavramı değerini hiç kaybetmez.

AÇIK GÖRÜŞ'TEN YENİ GAZETEYE

Star gazetesinin eki Açık Görüş de biraz bu düşünceyle çıkarılmış bir ek. Özellile İslami çevrelerden entelektüellerin fikir tartışması yapabileceği, konuların derinlikli yazılıp, çarpıştırılacağı bir ortam olsun diye çıkıyor. Bir diğer amacı da gazeteye yazar devşirmek.

İşte Açık Görüş ekinden devşirilecek yazarlar, bundan böyle Etyen Mahçupyan'ın genel yayın yönetmeni olduğu gazetede yazacaklar. Kulislerde konuşulanlara göre, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, proje hayata geçirilecek ve sonbaharda okurla buluşacak.

Aslen kimya mühendisi olan ancak 1997'de Radikal Gazetesi'nde köşe yazarı olarak çalışmaya başlayan Mahçupyan, 2000'de Radikal gazetesinden ayrılıp bir süre Yeni Binyıl gazetesinde yazmıştı. Ardından Mayıs 2001'de Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığına geçti. 2007'de Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından bu gazetedeki sürekli yazılarını sonlandırmış ve Agos gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üstlenmişti. Bu görevini 2010 Kasım'da bırakmış, Mayıs 2014'te ise Zaman gazetesinden ayrılmıştı. Halen Akşam gazetesinde yazan Mahçupyan tüm bu tecrübesini yeni patronunu kendisini başına getirdiği gazetede bakalım nasıl gösterecek.

FARKLI GÖRÜŞLERE İZİN VERİLECEK Mİ?

Zaman zaman gazete yazarlarınını gazete yönetiminden farklı düşündüğü için köşelerinden olduğu da düşünülürse, entelektüel birikimi dolayısıyla alınan ve fikirlerin çarpıştırılması için köşe verilen yazarlar yeni gazetede farklı fikirleri nasıl dile getirecek sorusu da akıllara takılıyor. Bu durumun son örneklerinden biri de Mustafa Akyol'du. Halen İnternethaber'de yazan Akyol'un Star gazetesindeki köşesine farklı görüşleri nedeniyle geçtiğimiz aylarda son verilmişti.
  
Ayrıca yukarıda da söz ettiğimiz gibi "fikir gazeteciliği ile Türkiye'de bir gazete ne kadar satar ?" sorusunun yanıtı çok da olumlu değil. Bakalım Sancak ve Mahçupyan bu olumsuz genellemeyi kırabilecek mi?

4 Ağustos 2014 Pazartesi

"Falan gazeteyi almayın demek yanlış" peki "falan gazeteyi alın" demek doğru mu?

Zaman gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı bugün köşesinde şöyle yazıyor:
Bazen gazete ve TV’ler için de aynı kanun tanımamazlık sergilenebiliyor. Bir devlet yetkilisinin, “Falan gazeteyi almayın, filan TV’yi seyretmeyin” deme hakkı yoktur. Ayrımcılık suçu, nefret suçu bir yana; haksız rekabete yol açıp teşebbüs hürriyetine de engel olunmuş demektir. Kimin ne okuyup okumayacağına siyasi irade karar veremez. Eğer siyaset markalar üzerinde ‘iyi’, ‘kötü’ ayrımı yaparsa, kendine taraftar gördüğü şirketlere kaynak aktarıp muhalif gördüğüne baskı kurarsa suç işlemiş olur.

Uzun bir zamandan beri sorumsuzca ve hukuksuzca söylenen laflar yüzünden bazı kurumlar, kuruluşlar, ticarethaneler mağduriyet yaşamakta. Kanaat-ı acizanemce mağduriyet yaşayan herkes hukuk mücadelesi vermek, iç hukukun bütün yollarını denemek; yetmiyorsa uluslararası hukuka başvurmak zorunda.
Çok haklı Dumanlı, bir politikacı, hele bir devlet yetkilisi elbette "falan gazeteyi almayın" diyemez, dememeli, dediği zaman karşılığında hakettiği ya özür dilenmeye zorlanmak olmalı ya da istifa etmesi talep edilmeli. Kamuoyu da bu talebin yerine getirilmesi için baskı yapmalı.

Peki tam tersi olursa? Yani bir siyasetçi, bir devlet yetkilisi çıkıp "falan gazeden başka gazete okumayın" derse?



ARINÇ'TAN GENÇLERE: ZAMAN OKUYUN YETER
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa'da gençlere Zaman gazetesi okumaları nasihati verdi.
Seçim bölgesi Bursa’daki çalışmalarını sürdüren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, beş yıldızlı bir odelde üniversite öğrencileriyle kahvaltıda bir araya geldi. Kendi üniversite yıllarından örnekler veren Arınç, üniversitedeki en büyük hastalığının, cinnet derecesinde kitap okumak olduğunu artık o günleri özlediğini söyledi. Artık gazeteleri takip ettiğini, kitap okuyamaz olduğunu, günlük haberleri takip etmek için gazetelere baktığını belirten Arınç, öğrencilere ilginç bir tavsiyede de bulundu:
“Siz biraz gazeteden uzak kalın. Kaldı ki Türkiye’de öyle bir gazete var ki, her şey onun içerisinde. Onu takip ederseniz Zaman'la her şey daha iyi anlaşılır. Yani emin olun, Zaman’a baktığınızda, Zaman’ı okuduğunuzda, başka bir şeye karıştırmaya gerek kalır mı kalmaz mı diye siz düşünün. Ben şimdi burada başka bir şey söylersem, ’Medyadan sorumlu adam ne dedi bakın?’ derler sonra. Zaten şimdiden kaptı onlar cümleyi. Değerli kardeşlerim önce ona bakın, ihtiyaç duyarsanız sonra hepsine bakın.”

Çok uzak bir tarihte değil, 2011 yılı Haziran'ında yapıldı bu konuşma. Cihan Haber Ajansı haber olarak geçti, Zaman gazetesi de yayımladı

Ne diyeceğiz şimdi? Dumanlı o zaman sesini çıkarmış mıydı acaba? İtiraz etmiş miydi? Köşesine taşıyıp "Başbakan Yardımcısı böyle konuşmamalı, bizim gazetemiz bile olsa böyle konuşmamalı" diye yazmış mıydı?

Yanıt vermeyeceğim bu soruma...




12 Temmuz 2014 Cumartesi

Cumhurbaşkanı Adayı Erdoğan'ın 12 Yıllık Medya Karnesi (1)

2002’den bu yana iktidarda olan AK Parti'nin genel başkanlığı, 14 Mart 2003 tarihinden beri de Başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu süre boyunca azımsanamayacak kez medya çalışanları ve medya sahipleriyle muhattap oldu.

Başbakan Erdoğan bu 12 yılda çoğu zaman gazetecilere “had”lerini hatırlattı, kimi zaman da “niyet”lerini sorguladı. Erdoğan'ın bu had bildirme ve niyet sorgulamasından yabancı basın ve sosyal medya da nasibini aldı. Bianet, işte bu 12 yılda Başbakan Erdoğan'ın BİA Medya Gözlem Raporları'na yansıyan medyaya yönelik hakkındaki konuşmalarını derledi.


4 Temmuz 2004: “Haddini bil”
Sorusundan hoşlanmadığı bir muhabire: "Haddinizi bilerek soru sorun!"

31 Aralık 2004: “Edepsizlik yapma”
Vatan Gazetesi muhabiri Nuri Sefa Erdem’in yılbaşındaki sorusu  üzerine, üstüne yürüyerek: “Edepsizlik yapma!” diye bağırdı.

9 Mart 2005: “Medya Türkiye'yi dünyaya ihbar etti”
6 Mart 2005’te Beyazıt’ta yapılan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşündeki polis şiddetinin Avrupa Parlamentosu’nda kınanması üzerine: “Bütün televizyonlar polise verdi veriştirdi. Medyamız adeta Türkiye'yi Avrupa'ya, dünyaya ihbar etti. Peki Türkiye bu mu?”

1 Mart 2006: “Medyanın ileri gelenleri kendini yormasın”
Monaco yolunda, gazetecilere: “Medyanın ileri gelenleri kendini yormasın. Birçok iftiranın yalan olduğu ortaya çıktı. Bunun bir şeyler karşılığında olduğunun farkındayız. Bunu da bu kadar ağır söylüyorum” dedi.

Temmuz 2006: “Hangi talebiniz geri çevrildi de Topbaş'ın aleyhindesiniz?”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş hakkında medyada çıkan haberler üzerine: “Hangi dosya, hangi talebiniz geri çevrildi diye bu haberleri yapıyorsunuz? Bunları açıklayacağım günler yaklaşıyor” diyerek medyayı tehdit etti.

Ağustos 2006: “Planımızı medyaya mı açıklayacağız?”
Bir muhabirin “Kuzey Irak’taki PKK varlığına son vermeye yönelik bir planınız var mı” sorusuna: “Bir devletin ve hükümetin bir planı var mı, yok mu, bunları kalkıp medyaya mı açıklayacak?” diye öfkelendi.

20 Ağustos 2007: “TC vatandaşlığından çıkmalı”
Bekir Coşkun’un Hürriyet’teki “O benim Cumhurbaşkanım Olmayacak” başlıklı yazısı üzerine: “Maalesef edep adap bilmeyenler de var. Bunu diyenlerin önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkması lazım” diyerek yol gösterdi...

6 Eylül 2008: “Sen kimsin de bana ultimatom çekiyorsun?”
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve Dünya Basın Konseyleri Birliği’nin (WAPC) medya üzerindeki baskının derhal durdurulması açıklaması üzerine: “Bugün de üyesi oldukları uluslararası bir basın kuruluşu, ültimatom çekmiş bana. Kimsin sen ültimatom çekiyorsun. Kibarlığımızdan daha önce burada yaptıkları toplantılara biz de katılmıştık. Sonra baktık ki sadece işte Doğan Grubu ile alakası var. Ondan sonra da gitmedik" diye tepki gösterdi.

27 Ocak 2009: “Boşuna para verip o gazeteleri almayın”
Erdoğan, AKP grup toplantısında medyaya veryansın etti: "Yaşanan başka, bunların yazdıkları, söyledikleri başka. Brüksel'de de 'Siz basına yasaklar getiriyorsunuz!' dediler. Hayır, ben basına yasak getirmiyorum. Ama ben, yalan yanlış haber yapan medyaya karşı ‘almama kampanyası yapalım' diyorum. Boşuna paranızı niye veriyorsunuz, zaten yalan yanlış haber."

Şubat 2009: “Bunlar köpekleriyle yatar”

Erdoğan, Sivas'taki seçim konuşmasında halka hitap ederken basına yine çok ağır konuştu: “Bunların şu anda yandaş medyaları var. Yandaş medyaların yandaş köşe yazarları da var. Bunların sevgili köpekleri vardır, onlarla yatar, onlarla kalkarlar.”

1 Aralık 2009: “Ne kadar az yazarsanız ülke o kadar huzur bulur”

Erdoğan, TBMM'deki grup konuşmasında köşe yazarlarına çattı: “Siz köşe yazarları ne kadar az yazarsanız, ülke o kadar huzur bulur. Geçmişte bir köşe yazarı haftada bir ya da iki kez yazardı. Ama şimdi her gün, yarım saatte bir köşe yazısı yazabiliyorlar, ne kabiliyetli insanlar. Millet, devlet, barış düşmanlarıdır.”

26 Şubat 2010: “Parasını sen veriyorsun”
Köşe yazarlarına çatmak Erdoğan'a yetmedi bu kez medya patronlarına seslenerek; “Köşe yazarları her istediğini yapamaz. Parasını sen veriyorsun yazarına sahip çık, yazdırma gönder” diye tehditler savurdu.

20 Mart 2010: “Sen kimin avukatısın?”
Erdoğan’ın BBC’ye gerekirse “Kaçak Ermeniler”in sınırdışı edilebileceğini söylemesi üzerine Referans Gazetesi yazarı Cengiz Çandar “Başbakandan özür” beklediğini yazdı. Erdoğan, isim vermeden bu kez Çandar'a; “Sen kimin avukatısın? Bir defa dürüst ol. Doğrunun avukatı ol” diye çattı.


13 Nisan 2011: “Bombayla eşdeğer kitap”
Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda Ahmet Şık’ın kitap taslağıyla ilgili soru üzerine: “Basılmamış kitabı ben toplatmadım, bu mahkeme kararı. Bomba kullanmak suç olduğu gibi bombanın malzemelerini kullanmak da suçtur."

3 Haziran 2011: “Kendini kaybetmiş kin kusuyor. Mertlik değil namertlik”
AKP'nin Konya mitinginde bu kez hedefinde Nuray Mert vardı. Erdoğan, “Bir bayan köşe yazarı, son yıllarda kendini kaybetmiş şekilde kin kusuyor. PKK’nın yayın organına açıklama yapıyor. Bu mertlik değil namertliktir” diye Mert’e hakaret etti.

4 Haziran 2011: “Türkiye'den The Economist'e ne?”
The Economist'te yer alan bir yorum üzerine Erdoğan bu kez oklarını yabancı medyaya yöneltti: “Sana ne ya... Senin Türkiye’nin işiyle ne alakan var? Haber vereceksen haber ver.”

13 Nisan 2012: “Medyadaki akbabalar”
Erdoğan, AKP İstanbul İl Kongresi'ndeki konuşmasında, muhalif köşe yazarlarını akbabaya benzetti: “Bir de akbabalar var. Medyada kampanya yürütenler daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bugün uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar.”

1 Temmuz 2012: “Namerdin izinde yayın yapıyor”

AKP Kayseri il Kongresi'ndeki konuşmasında ise aleyhte haber-yorum yapan Wall Street Journal hedefindeydi: “Bir siyasi hareket adına hareket ediyor. Bu gazetenin burada da uzantıları var. Dürüstsen ‘güvenilir kaynak kim’ açıkla. Mertlik bunu gerektirir. Namertlik kapı arkasından dolaşmayı gerektirir. Namerdin izinden gidiyorlar.”

31 Ağustos 2012: “Medyayı yokluğa mahkum etmeliyiz”
31 Ağustos 2012'de Kanaltürk'te yayınlanan “Başbakanla Özel” programına katılan Erdoğan medyaya ayar vermeyi ihmal etmedi: “Türkiye’deki tüm medyaya mesajdır. Attıkları başlıklara, köşe yazarlarına bakıyoruz, ben diyorum ki sizin haber kaynağınız Roj TV, Mezopotamya, sosyal medya mıdır? Bunları ademe (yokluğa) mahkum etmek durumundayız.”

30 Eylül 2012: “Basını davet etmeye mecbur muyuz?”

AKP grup toplantısında Cumhuriyet, Yurt, Sözcü, BirGün, Evrensel, Aydınlık, Özgür Gündem ve Yeniçağ gazetelerinin AKP 4. Olağan Kongresi’ne akredite edilmemesi üzerine konuşan Erdoğan: “Mecbur muyuz davet etmeye? Her gün her türlü hakareti yapacaksın, yalan yanlış her türlü şeyi yazıp söyleyeceksin. Buna rağmen seni davet edeceğiz, yok böyle 25 kuruşa simit.”

2 Mart 2013: “Böyle gazetecilik yapacaksan batsın bu gazetecilik”
Balıkesir’deki toplu açılış töreninde Milliyet’te yayımlanan İmralı tutanakları ile ilgili konuşan Erdoğan ateş püskürdü: “İşte bir gazete çıkmış, attığı başlıkla İmralı’dan haberler veriyor. Her zaman söyledim bir kısım medya hiçbir zaman yanımızda olmadı diye. Attıkları başlıklarla gazetecilik yapıyorlarmış, böyle gazetecilik yapacaksan batsın böyle gazetecilik..."

5 Mart 2013 : “Sınırsız özgürlük olamaz”
AKP grup toplantısında “Batsın bu gazetecilik” sözlerine yönelik eleştiriler üzerine: “Sınırsız bir özgürlük olamaz. Hiçbir devirde yazamadıklarını bu devirde yazıyorlar. Böyle bir yayın yapmak asla ve asla milli bir tavır değildir.”

2 Haziran 2013: “Toplumların baş belası Twitter”
Gezi direnişinin ilk günlerinde HaberTürk’te Fatih Altaylı’nın
Teke Tek programındaki konuşmasında:"Şu anda Twitter denilen bir bela var, yalanın daniskası burada. Sosyal medya denilen şey aslında şu anda toplumların baş belasıdır” diyen Erdoğan'ın bu sözleri üzerine mahkemeler sosyal medyaya yasak başlattı.

3 Haziran 2013: “Bizim evde zor tuttuğumuz yüzde 50 var”
Gezi direnişinin ilk günlerinde Kuzey Afrika yolculuğu öncesi Erdoğan, Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın 'Gezi Parkı olayları dış basında da büyük yankı uyandırdı. Aşırı güç kullandığını düşündüğünüz polis için alınmış bir önlem var mı?' sorusuna çok öfkelendi ve “Yumuşatıcı ifadeler ne olabilir, bana öğretirseniz ben öyle konuşurum. Bizim evlerinde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var. 'Aman sakin olun' diyoruz. Siz işte buradan Reuters'ı böyle bilgilendiriyorsunuz. Böyle mesaj gönderiyorsunuz”diyerek Altaylı'ya 'had'dini bildirdi.

25 Haziran 2013: “TC vatandaşı BBC muhabiri gemimizi batırmaya çalışıyor”
BBC Türkçe muhabiri Selin Girit’in Gezi direnişi sırasında bir protestocunun sözlerini Twitter’da paylaşması üzerine: “Uluslararası bir yayın kuruluşunun TC vatandaşı olan temsilcisi tweet atıyor. Söylediği ne biliyor musunuz? 'Duran adam değil, durduran adam olalım. Ekonomiyi durduralım. Altı ay tüketmeyin. Bizi dinleyecekler' diyor. Bir insan kendi ülkesine karşı böyle bir komplonun içinde yer alabilir mi? Buna gazetecilik denebilir mi? Buna basın özgürlüğü denebilir mi? Bu zihniyet, gemiyi batırmaya teşebbüs zihniyetidir."

3 Şubat 2014: “Patronlarınız paralel yapıyla müşterek çalışıyor”
Erdoğan, Almanya gezisi öncesindeki basın toplantısında Zaman muhabirinin 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına ilişkin sorusu üzerine yine açtı ağzını yumdu gözünü: “Bak MİT’in raporunu bilecek kadar, ona nüfuz edecek kadar paralel yapı. Müşterek çalışıyorsunuz. Söylemediğinizi söylettiriyorsunuz. Sen değil, patronlarınız."

20 Mart 2014: “Twitter, mwitter hepsinin kökünü kazıyacağız”
Bursa’daki seçim mitinginde sosyal medyayla ilgili: “Mahkeme kararı çıktı. Twitter, mwitter hepsinin kökünü kazıyacağız. Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç ilgilendirmiyor. Türkiye devletinin gücünü görecekler."

20 Mayıs 2014: “İki figürana madenci yakını gibi rol yaptırıyorlar”

Başbakan Erdoğan, AKP grup toplantısında Soma madenindeki iş cinayetiyle ilgili BBC Türkçe’nin yayını hakkında: “İki figürana madenci yakını gibi rol yaptırıp dünyaya servis ediyorlar” diye öfkelendi.

3 Haziran 2014: “CNN muhabiri değil, görevli, ajan o ajan”

Erdoğan, Başbakan Gezi direnişinin yıldönümünde Taksim’de canlı yayın sırasında gözaltına alınan CNN Int. muhabiri Ivan Watson’u hem dalkavuk hem ajan ilan etti: “CNN’nin dalkavuğu oralarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. CNN International yerlisi, geçen yıl sekiz saat aralıksız yayın yaptı. Niye? Ülkemi karıştırmak için. Şimdi de suçüstü yakalandı. Bunlar görevli, bunlar
adeta ajan görevi icra ediyorlar.”

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Ahmet Kekeç köşesinden beni yazmış...

Ahmet Kekeç, medyamızın en polemikçi isimlerinden biri malum.  Gerçi henüz "Üstad" Peyami Safa gibi, polemiğe girecek kimseyi bulamazsa, müstear ismiyle yazdığı yazılara gerçek ismiyle yanıt verip kavga çıkartacak kadar şizofreniye bulaşmadı, hakkını yemeyelim.

Bugünlerde Hürriyet yazarı Melis Alphan'ın attığı tweet sinirlerini bozuyor Star yazarının. Alphan'ın "Soma'ya yardım etmeyin, hükümete yarıyor" mealindeki twitter mesajına vermiş veriştirmiş köşesinden.

Psikolojik tahliller yapmış. Alphan Hürriyet'ten bir açık mektup ile yanıt verince, söz sırası kendisine geçtiği için bugün yine Alphan'ı konu edinmiş, köşesinde.

Yetinmemiş bir de not düşmüş. Alphan'ın yazdıklarını haber olarak kullanan, ancak kendisinin Alphan için yazdıklarını haber yapmayan internet sitelerine yüklenmiş.

Bir çift söz de medya dedikodusu yapan internet sitelerine:
Ballandıra ballandıra, “Melis Alphan’ın Ahmet Kekeç’i nasıl haysiyet celladı ilan ettiğini” yazıyorsunuz da, Ahmet Kekeç’in demiş bulunduklarını neden okurlarınızdan gizliyorsunuz? Melis Alphan hangi yazıya cevap verdi?
Bir de, kızımız, Ahmet Kekeç’in dokunduğu her şeyi, hassa geliştirdiği her olayı anında “yandaş” kategorisine alıyor...
Burada bir problem görmüyor musunuz?
"Ahmet Kekeç köşesinden beni yazmış" dememin nedeni bu. Çünkü Alphan'ın tweetini, Milliyet ile kavgasını, Ahmet Kekeç'e yanıtını haber yapan; ancak Kekeç'in Alphan için yazdıklarını haber yapmayan benim.

Şimdi Kekeç'in yazdığı şu satırlara  nazire "Melis Alphan Hürriyet'te yazıyor... Okumadığım için, ne yazdığını ve meselelere nasıl yaklaştığını bilmiyorum." olsun diye, "Ahmet Kekeç Star'da yazıyor. Okumadığım için ne yazdığını ve meselelere nasıl yaklaştığını bilmiyorum" diyecek değilim elbet.

İşim bu, gazetecilerin ne yaptığını, yazarların ne yazdığın, televizyoncuların ne dediğini takip ediyorum yıllardır.

Ahmet Kekeç, yıllardır, Millî Gazete, Yeni Haber, Zaman, Vahdet, İmza, Akit ve Star gazetelerinde muhabir, editör ve köşe yazarı gibi görevler üstlenmiş bir isim. Yetinmemiş,  "Gazeteciyim ama tedavi görüyorum" isimli bir kitap yazmış...

"Haber değeri" nedir,  "haber'in unsurları" nelerdir biliyor olmasını bekliyoruz kendisinden.  Etkili ilgililik, Zamanlılık, Yakınlık,  İlginçlik, Nadirlik, Önemlilik,  Skandal, Heyecan yaratıcılık... Bu kavramları bilmesi, hiç olmazsa duymuş olmasını umut ediyoruz.

Biliyor da bilmezden geliyorsa, başka tabi ama dediğim gibi beklentimiz onun bunlara göre yazıp çizmesi.

Madem kendisi ortalama 125 bin satışı olan ulusal bir gazetenin, köşesinden benim yaptığım işe yönelik bir "laf" ediyor...

Tahir efendi bana kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir,
Maliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp tahirdir. 

 
diyerek Tevriye sanatının örneklerini sergileyecek değilim. Ben de kendisine elimden geldiğince, dilim döndüğünce yanıt vereyim.

"Ahmet Kekeç'in her yazdığı haber değildir. Ahmet Kekeç köşe yazarı yani, yorumcudur, bir olay/olgu/haber konusunda, okurun bilmediği bağlantıları kurması, konunun arka planındaki bilinmezleri faş etmesi beklenir. Benim haber yaparken seçtiğim kriterlere göre Melis Alphan'ın her yaptığı da haber değildir. Ama onun "Soma'ya yardım etmeyin" demesi haberdir.  Başbakan'ın ismini vererek ya da vermeden onun için "Sen kimsin ya sen kimsin? Sen de zaten vicdan yok. Üflüyorsun, üfleniyorsun, üfürüyorsun kurulu tezgahında. Bunların en ücret aldığını nasıl bir hayat sürdüğünü biliyor musunuz?" demesi haberdir."


Ben haberimi ne "Ballandıra ballandıra" yazıyorum ne de "Ahmet Kekeç’in demiş bulunduklarını  okurlarımdan gizliyorum" 

Yaptığım işimi yapıp, olan biteni halka duyurmak. Herşeyi değil elbette elimden geldiği, kendi gördüğüm, haberdar olduğumu... Onun için tek bir gazete, tek bir gazeteci yok. Pek çok gazete, pek çok gazeteci var.

Benim görmediğimi, başkası görsün kullansın. Bunu da ben sağlayamam ya...

28 Nisan 2014 Pazartesi

Hangi liste daha uzun? Ulusalcıların ki mi yoksa öbürü mü?

Daha önce yine bu blogda Ulusalcılık ile ilgili ne düşündüğümü uzun uzun yazmıştım gerçi.
"Benim perspektifim "emek/sınıf" çerçevesinden. Bu açıdan bakınca "Ulusalcılık, temel çelişkiyi sermaye ile emek arasında değil, emperyalizmle milli güçler arasında görmektir." Peki ulusalcılık bir ideoloji ise, bir ideoloji kötü olabilir mi?  Birey olarak ulusalcılar iyi ya da kötü insanlar olabilir, tıpkı sosyalistlerin ya da liberallerin de iyi ya da köyü insanlar olabileceği gibi.
Ama bir ideolojiyi, ahlak perspektifine çekip iyi ya da kötü diyemeyiz.
İnsanlar ideolojilerin peşi sıra, 'iyi' olduğu için değil, sorunlarına doğru çözümler önerdiğini düşündükleri için giderler. Ulusalcılar da benzer bir şekilde kendilerinin haklı, önerdikleri çözümlerin doğru olduğunu düşünüyor."
Böyle bakınca ulusalcılar  ile bireysel bir gerilimim, kavgam yok. Ama onlar sosyalizmi emek/sınıf perspektifinden koparıp, "doğru olan milli bakıştır" filan gibi  sözler edince iş çığrından çıkıyor.

ULUSALCILAR KÜRT, ERMENİ, YAHUDİ DÜŞMANI MI?

Uzun bir alıntı olacak ama 10 Nisan'da Soner Yalçın'ın Sözcü gazetesinde kaleme aldığı yazıya bir atıf yapacağım önce.  "Ulusalcılar Kürt düşmanı mı?" sorusuna yanıt veren Yalçın, Marks, Engels ve Lenin'den aldığı desteklerle şöyle gerekçelendiriyor duruşunu:

Deniyor ki; Ulusalcılar Kürt’e düşman!
Tarihsel gerçekle bağını koparan çevrelerde böylesine büyük kafa karışıklığı yaşanıyor.
En iyisi meseleyi yine tarihsel örnek üzerinden anlatayım. Şöyle…
Burjuva devrimi Avrupa’da her ülkede başaramadı. Örneğin Slavlar!
Slavlar’ın temel sorunu, monarşist feodal egemenlikleri yıkmayıp, kendi varoluş koşullarını gelecekte değil geçmişte aramalarıydı! Yüzyıllardır içinde bulundukları donmuş yapı, onları doğası gereği bu yapının korunması yönünde bir çabaya sevk etti.
Bu nedenle, Hıristiyan Ortodoksluğun merkezi Rus Çar’ın başını çektiği bir Slav bütünlüğü içerisinde yer almak istediler: Panslavizm.
Bu realite ortaya şunu çıkardı:
Ulusal bir pazarın ve onun ifadesi olan kapitalist üretim ilişkilerinin olmadığı veya yaratılamadığı durumda, söz konusu topluluklar/etnisite kendi varlıklarını koruma güdüsüyle gerici bir işleve sahip oluyor.
Slavlar bu sebeple Avrupa devriminin baş düşmanı durumuna geldi. Rusya tarafından hep kullanıldılar.
Marks’tan Lenin’e kadar “sol’un önderleri” ulusal hareketleri, aydınlanma savaşımının bir parçası oldukları ve gericiliğe karşı savaştıkları sürece destekledi.
Marks, bu nedenle Mithat Paşa’yı destekledi.
Lenin, bu nedenle Mustafa Kemal’i destekledi.
Bu nedenle Avrupalı devrimciler; gerici Slavlara karşı çıktı; ilerici Polonya’ya destek verdi.
Mesele sevip-sevmeme romantizmi değil tarihsel gerçekçiliktir.
Lenin ne diyor: “Halkın devrimci çıkarları, gericiliğin hizmetindeki bazı küçük ulusların hareketinden üstündür. Bir ülkedeki bir hareket bir başka ülkenin entrikalarının aleti olabilir ve bu işe kilise, mali çevreler ya da kralcılar katılabilir; biz o zaman, bu hareketi desteklemeyiz.”
Bu tarihsel gerçekleri-kavramları bilmeden Türkiye’de hala ne diyorlar: “Ulusalcılar Kürt’e düşman!”
Hadi canım sizde! O halde, enternasyonalizm’in kurucusu Marks da ırkçı! Sapla saman birbirine karıştırılıyor.

Kastedilen “Çar’ın” gölgesinde kalarak varlığını sürdürmeyi düşünen “Slavlar” ise haklısınız; hiçbir ulusalcı, feodalizmle barışık, emperyalizm gölgesindeki “Slav Hareketini” desteklemez!
Etnisiteye bakmadan; özgür, eşit, kardeş ve tam bağımsız Türkiye’yi kurmak isteyenlerle, devrimci ulusalcıların yolu bir’dir.
Ayakları Anadolu toprağına basan, bir orta sınıf isyanı olan, Gezi ruhu işte tam da budur.
Laf oyunlarına, alıntı kurnazlıklarına girmeyeceğim hiç. Bu alıntı Soner Yalçın'ın tavrını, duruşunu ortaya koymak içindi aslında.

Şimdi gelelim asıl meselemize: 1915'de katledilen Ermeni gazeteciler...

BU TOPRAKLARDA 1915 YILINDA ERMENİLER ÖLDÜRÜLDÜ

2010 yılında TGC tarafından övgüye değer bulunan (ancak düzenlenen yarışmadan sonra kimsenin dikkate almadığı) "Kanla Sansür" isimli çalışmamda şöyle diyordum:

Gazeteci cinayetleri ile ilgili olarak bu güne kadar hiçbir akademik ve mesleki platformda ele alınmamış olan bir durum da 1915 yılında Osmanlı Devleti’nin aldığı tehcir kararı ve bu karardan etkilenen Ermeni kökenli Osmanlı gazetecilerdir.
Bu çalışma kapsamında yaptığımız tarama ile 24 Nisan 1915’de İstanbul’da gerçekleşen ve 250’ye yakın Ermeni aydınının tutuklanıp sürüldüğü; ardından da Teşkilat-ı Mahsusa’nın örgütlediği çeteler tarafından öldürüldüğü süreçte gazeteci sıfatı taşıyan 22 Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşının yaşamını yitirdiğini gördük.

Ancak bunlardan sadece 7 tanesi hakkında kesin ve net Türkçe bilgiye ulaşabildiğimiz de bir gerçek. Öldürülen gazeteciler hakkında bir çalışmanın, öldürülen Ermeni kökenli gazetecilerin isimlerinin anılmaksızın eksik kalacağının altını bir kez daha çizmekte fayda var.

1915 yılında sadece İstanbul’da tutuklanan, sürülen ve sonra da öldürülen bu gazeteciler dışında Ermenilerin Suriye’ye zorunlu göçleri sırasında Anadolu’da mesleğini yapan nice isimsiz gazetecinin de bu süreçten etkilendiği ve yaşamını kaybetmiş olabileceği de unutulmamalıdır.

Tehcir ve sonrasında yaşananlar giderek daha fazla tartışılıyor olmasına rağmen Türkçede henüz sistematik bir çalışmanın olmaması bu konuda daha fazla söz söylememizin önünde engel teşkil ediyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, bu cümleler yüzünden çalışmayı değerlendirirken "yarım kalmış olmasını" gerekçe göstererek "mansiyon" vermeyi uygun gördü. Ben çalışmamda 1915'te öldürülen 7 Osmanlı vatandaşı Ermeni gazeteci hakkında net bilgi verebilirken 15 isim hakkında bilgi bulamadığımı yazıyordum.

Ancak bilgi bulabilenler de vardı. Türkiye'de yayıncılık sektörünün onurlu bir temsilcisi olan Ragıp Zarakolu, 32 Ermeni gazeteci ve yazarın 1915'de tutuklanıp sürüldüğünü ve bu süreçte öldürüldüğünü ortaya koyuyordu.

Bu arada Çağdaş Gazeteciler Derneği, adına ve siyasi tavrına uygun bir tutumla, 1915 soykırımı sırasında öldürülen 9 Ermeni gazeteci ve yazarın ismini "Türkiye'de Öldürülen Gazeteciler" listesine ekledi. Ancak benzer bir liste hazırlayan ve benim yukarıda sözünü ettiğim çalışmamı "övgüye değer"
bulan TGC böyle bir girişimde bulunmaktan ısrarla kaçındı.

Bu arada 19 Nisan 2011 günü, 1915 soykırımında öldürülülen  Ermeni gazetecilerin isimlerinin, meslek örgütlerince, ''öldürülen gazeteciler listesi''ne alınmasını isteği ile Beyoğlu'ndaki Cezayir Lokantası'nda bir araya gelen, Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, gazeteciler Bülent Tellan, Ali Bayramoğlu ve yazar Ragıp Zarakolu bir basın toplantısı düzenledi ve konu yeniden gündeme geldi.

TAZİYE GELİNCE SONER YALÇIN NELER YAZDI

Başbakan Erdoğan'ın gündemi yönetebilmek ve istediği gibi yönlendirmek için 1915 yılında ölen Ermenilerin torunlarına taziye mesajı gönderene kadar yeniden gündeme gelemeyen bu konu, geçtiğimiz pazar günü Sözcü gazetesindeki köşesinde Soner Yalçın tarafından farklı bir perspektiften yazılınca, benim de bu yazının başına oturmam şart oldu.

Şart oldu çünkü Soner Yalçın,  "Öyle bir anlatıyorlar ki sanki İstanbul’daki tüm Ermeni gazeteci-yazarlar idam edildi!" derken, tıpkı daha önce defalarca yaptığı gibi gerçekleri çarpıtmayı tercih ediyordu.

Evet 1915 yılı 24 Nisan'ında İstanbul'da Ermeni halkının önemli isimleri tutuklandığı ve peyderpey sürgüne gönderildiğinde herkes öldürülmemişti. Elbette sürgünde yaşamayı başarabilenler, sürgünden dönebilenler olmuştu.  Elbette ilerleyen dönemde Almanya'da Nazi'lerin yaptığı, Rwanda'da, Sudan'da yaşananlar gibi herkesin düzenli ve sistematik bir şekilde öldürüldüğünü söylemek haksızlık olur. Ancak yaşananları, "ama bunlar öldürülmemiş demek ki soykırım olmadı" şeklinde çocukça bir mantık ile açıklamak da hem adil değil hem de haksızlık.

Gelin bir bakalım neler yazmış Soner Yalçın?

1915′TEKİ GAZETECİLER-YAZARLAR

Öyle bir anlatıyorlar ki sanki İstanbul’daki tüm Ermeni gazeteci-yazarlar idam edildi!
Oysa…

Arşag Alboyacıyan, Osmanlı’nın önemli tarihçilerinden biriydi. Tehcir dönemi de dahil 1908-1918 yılları arasında Püzant Keçyan tarafından çıkarılan “Püzantion” adlı Ermeni gazetenin yazarlarındandı.
Toros Azadyan, Ermeni tarihçiydi. 1915’te öğretmendi. “Arevelk” (Şark) ve “Zartonk” (Uyanış) dergilerinde yazılar yayınladı. Kitaplar çıkardı.
Arşag Babikyan, 1915’te “Le Soir” (Akşam) ve “Hilal” adlı gazetelerde makaleler yazdı.
Hırand Asadur, tanınmış bir Ermeni tarihçiydi. 1915’te Bahriye Haciz Temyiz Komisyonu üyesiydi.
Yetvart Alyanakyan, antikacıydı ama aynı zamanda gazeteciydi. Ermeni dergi ve gazetelerine tarihe ilişkin yazılar kaleme alırdı.
Zabel Hancıyan, “Sibil” mahlasıyla tanınan Ermeni yazardı. Ermenice hikayeler-şiirler yazdı; Fransızca’dan çeviriler yaptı.
Harutyun Mırmıryan, tarihçiydi. Kitapları vardı. Ermeni dergi ve gazetelerinde makaleler yazdı.
Hovhannes Apikyan, asıl mesleği matbaacılıktı. Bahriye Nezareti Matbaası’nda müdürlük yaptı. Ermeni basını hakkında yazılar kaleme aldı.
Rapayel Aptullah, Fransa’da ziraat üzerine okurken 1915’te İstanbul’a dönerek Fransız mekteplerinde öğretmenlik yaptı. Ermeni yetimhanelerinde müdürlük yaptı. Kitaplar yazdı.
Hovhannes Aznavor, matbaacıydı. Ermeniceye çevirdiği Nasrettin Hoca hikayelerini matbaasında bastırdı. “Khelok Tavit” (Uslu Tavit) adlı mizah gazetesi çıkardı.
Mıgırdiç Acemyan, Ermeni şairiydi. İstanbul’da Posta Telgraf Nezareti’nde çalışmaya devam etti.
Süzan Adil, İstanbullu ressamdı.
Bedros Adruni, İstanbullu, Ermenice çıkarılan “Gırtaran” (Mektep) dergisinin yayın müdürüydü. Aynı isimli bir başka Bedros Adruni ise “soykırım” yapıldı denen dönemde ülkenin Ermeni okullarında öğretmenlik-müdürlük yaptı.
Hovhannes Aleksanyan, 1868 Adapazarı doğumluydu. Üsküdar Amerikan Koleji’nin unutulmaz öğretmenlerinden biriydi.
İstepan Akayan, İstanbullu minyatürist idi.
Liste uzun…
Hiçbiri tehcire gönderilmedi…
Hiçbiri idam edilmedi…
Soner Yalçın yazısını "Liste uzun… Hiçbiri tehcire gönderilmedi… Hiçbiri idam edilmedi…" diyerek bitiriyor.

Gerçekten de öyle mi peki... Soner Yalçın öyle diyor... Gelin ben de size öldürülen Ermeni gazetecilerin isimlerini ve kim olduklarını yazayım:

SOYKIRIM KURBANI ERMENİ GAZETECİ, YAZAR VE AYDINLARIN LİSTESİ

1- Kevork Ferid, Tasvir'i Efkar gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, akıbeti bilinmiyor.

2- Hovhannes Kazancıyan, gazeteci-yazar, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, akıbeti bilinmiyor.

3- Krikor Torosyan, Dizağik mizah dergisi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Akıbeti bilinmiyor

4- Sarkis Minasyan, Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ayaş, 5 Mayıs 1915

5- Sarkis Suin (Süngücüyan), İravunk (Hak) gazetesi, 1 Haziran 1915'te tutuklandı. Akıbeti bilinmiyor.

6- Nerses Papazyan, (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

7- Harutyun Şahrigyan, Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, milletvekili, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

8- Garabed Paşayan Khan, yazar, doktor, milletvekili, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

9- Levon Larents, Tsayn Hayrenyats (Vatanın Sesi) gazetesi, Murc (Çekiç) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

10- Simpad Pürad, Pünig gazetesi, Kağapar (Fikir) dergisi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

11- Hampartsum Hampartsumyan, Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

12- Keğam Parseğyan, Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

13- Şavarş Krisyan, Marmnamarz (Beden Eğitimi) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

14- Siamanto (Adom Yarcanyan), Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

15- Armen Doryan, yazar, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Ankara 1915

16- Sarkis Parseğyan (Şamil), Aşkhadank (Emek) gazetesi, Ankara 1915

17- Yervant Srmakeşhanlıyan (Yerukhan), gazeteci-yazar, Harput, 1915

18- Tılgadintzi (Hovhannes Hanıtyunyan), gazeteci-yazar, Harput 1915

19- Gagik Ozanyan, Merzifon Halguni dergisi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Sivas 1915

20- Mardiros H. Kundakçıyan, Ceride-i Şarkiye gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Kayseri'de idam edildi.

21- Vıramyan (Onnig Tertsagyan), Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, Van, 1915

22- Dikran Odyan (Aso), Yergir (Ülke) gazetesi, 1915

23- K. Khajag (Karekin Çakalyan), yazar, Diyarbakır 1915

24- Rupen Zartaryan, Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Diyarbakır 1915

25- Karakin Gozikyan (Yesalem), Manzume gazetesi, NorGyank (Yeni Hayat) dergisi, Trabzon sürgünü, 1915

26- E. Agnuni (Khaçadur Malumyan), Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Diyarbakır, 5 Mayıs 1915

27- Krikor Zohrab, gazeteci-yazar, milletvekili, İstanbul 20 Mayıs 1915 sürgünü, Urfa, 15 Temmuz 1915

28- Mihran Tabakyan, yazar, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Yozgat, Ağustos 1915

29- Hagop Terziyan (Hagter), gazeteci-yazar, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Yozgat 24 Ağustos 1915

30- Diran Kelegyan, Sabah gazetesi yayın yönetmeni, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Çankırı, 26 Ağustos 1915

31- Taniel Varujan, yazar-şair, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Çankırı, 26 Ağustos 1915

32- Rupen Sevag, (Çilingiryan), Azadamard (Özgürlük Savaşımı) gazetesi, İstanbul 24 Nisan 1915 sürgünü, Çankırı, 26 Ağustos 1915
TEHCİR MÜDÜRÜ AHMET REFİK ANLATIYOR

Daha kanıt ister misiniz? 1915 yılında 1915 yılında Eskişehir vilayeti tehcir merkezi müdürlüğü yaparken aldığı notları 1918 yılında İkdam gazetesinde yazı dizisi olarak yayımlayan Ahmet Refik Altınay'ın  İki Komite, İki Kıtal Kafkas Yollarında (Tarihe Yolculuk) diye yeniden basılan anılarına bakalım mı?

"(c)esim bir ermeni konağı şehzadegana sarısu köprüsü civarında kanarya sarısı rengindeki yan yana iki ermeni evi talat bey'le yar-ı garı canbulat bey'e, içeride ermeni mahallesinde muhteşem bir ermeni köşkü topal ismail hakkı'ya, istasyona yakın, oturmaya salih bütün evler ittihad'ın en mühim ricaline tahsis olunmuş". (s 10)

"artık eskişehir ermenileri de çıkarılmıştı. kıymetdar halıları ve eşyaları kâmilen evlerinde idi. fakat hüküm bunları muhafazadan acizdi. sahipsiz kalan evler güya polisler tarafından muhafaza olunuyordu. hâlbuki geceleyin halılar ve davarlar, kıymetdar eşya kâmilen çalınıyordu. aynı hal izmit'in adapazarı'nın tahliyesi esnasında da vukua gelmiş, eşyalar çalındıktan sonra izi belli edilmemek için evler ateşe de verilmişti." (s. 34-35)

"ermeni zenginlerinin evleri satın alınmış, takrir verilir verilmez paralar zorla zulüm ile istirdat olunmuştu... bu fecaatleri duyup da müteessir olmamak kabil değildi... bu hareket, beşeriyet namına bir cinayetti. hiçbir hükümet, hiçbir devirde, bu derece gaddarane bir cinayet ika etmemişti." (s. 45)

"hususiyetle milli ticaret, adeta bir milli cinayetti. bu cinayete iştirak için nazırlar, defterdarlar, valiler ve mutasarrıflar memuriyetlerinden istifa ediyorlar, el birliğiyle bedbaht halkı öldürmeye çalışıyorlardı. fakat bu cinayette en ziyade iştiraki olanlar, ticaretle meşgul mebuslardı. ittihad'ın tacir ve muhtekir mebusları milletin en muhakkir sınıfını teşkil ediyorlardı. ittihad'ın cinayeterini tasdik için bu zatların ağızlarına topal ismail hakkı çuvallarla şeker atıyor, talat deste deste imtiyaz beratları tıkıyordu." (s. 60)

"çerkez ahmet, ermeni fecayii için mühim bir vesika idi. bu kanlı hadisenin safahatını bizzat failinden dinlemek istedim. çerkez ahmet'e vikayet-i şarkiyede neler yaptığını sordum. çizmeli ayaklarını birbirinin üstüne attı, cigarasının dumanlarını karşısına savurdu: 'bey birader', dedi, 'şu hal namusuma dokunuyor. ben vatanıma hizmet ettim. gidin, görün. van ve havalisini kâbe toprağına döndürdüm. bugün orada bir tek ermeniye tesadüf edemezsiniz. vatana bu kadar hizmet ettim: sonra o talat gibi hergeleler istanbul'da buzlu bira içsinler, beni böyle tahe'l-hıfz getirtsinler, yok bu haysiyetime dokunuyor!'... çerkez ahmet'ten daha fazla malumat almak istiyordum: peki bu zöhrab filan noldular? 'duymadınız mı? hepsini geberttim.' cıgarasının dumanlarını havaya doğru savurdu, sol eliyle bıyıklarını düzelterek sözüne devam etti: 'halep'ten çıkmışlardı. yolda rast geldik, derhal arabalarını kuşattım. gebereceklerini anladılar. vartakes dedi ki: peki ahmet bey bizi bunu yapıyorsunuz, fakat araplara ne yapacaksınız? sizden onlar da memnun değiller. o senin bileceğin iş değil kerata dedim, bir mavzer kurşunu ile beynini patlattım. sonra zöhrab'ı yakaladım. ayağımın altına aldım. koca bir taşla kafasını ezdim, ezdim, geberinceye kadar ezdim." (s. 42)
Son alıntıda sözü edilen Zöhrab, tehciri düzenleyen İttihak ve Terakki Partisi listesinden Meclis'e seçilmiş bir milletvekili olan Kirkor Zöhrab'tan başkası değil. 

HALİDE EDİP BİR KATİLİN ELİNİ SIKIYOR

Cemal Paşa'nın direktifi ile Lübnan'a doğru yola çıkan ünlü romancı Halide Edip Hanım'a bir kulak verelim isterseniz. Ayşe Hür özetliyor yaşananları:

Adana yakınlarındaki istasyonlardan birinde trene İttihat ve Terakki'nin ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucu ve en etkili yöneticilerinden Dr. Bahaeddin Şakir binmişti.

Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey'in "Zeki, biraz mutaassıp bir vatanperver idi. Müslüman olmayan milletlere husumeti vardı (...) Ermenilere düşman idi (...) Bir gün Nişantaşı'nda karşı karşıya geldik. Tuttukları yolun doğru olmadığını söyledim. Ne kadar doğru olduğunu yakında göreceksiniz dedi" diye bahsettiği kişiydi Bahaeddin Şakir.

Ünlü İttihatçı gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın'ın "[1915-1917] Tehcir işinde Bahaeddin Şakir'in rolü nedir? En hususi toplantılarımızda bile bu mesele teşrih edilmemiştir, aydınlanmamıştır. Açık, kati bir kanaatim yok, fakat başka meseleler konuşulurken, ağızdan çıkmış bir kelimeden, sızmış bir fikirden, zapt edilememiş jestlerden, hâsılı gözle görülmeyen, fakat insanda bir şüphe uyandıran ince ve hafif delillerden, bende kuvvetle peyda olan zanna göre, tehcir işinin en büyük amili (uygulayıcısı) ve haliki (yaratıcısı) odur. Yalnız başına Şark vilayetlerini dolaşarak [tehcire] zemin hazırladığını, esası kararlaştırdığını ve şahsi kanaatlerini tatbike çalışırken, haiz olduğu mevki dolayısıyla, emirlerinin Merkez-i Umumi ve hükümet emirleri diye telakki olunduğunu ve nihayet hükümetteki bazı nafiz arkadaşlarını da sürüklediğini kuvvetle zannediyorum" diye bahsettiği kişiydi Bahaeddin Şakir.


İttihat ve Terakki'nin uzun süre genel sekreterliğini yapmış olan Mithat Şükrü Bleda'ya göre, 27 Mayıs 1915 tarihli "Geçici Tehcir Kanunu"nun çıkarılması için en çok uğraşan adamlardan biriydi Bahaeddin Şakir.

"Bir katilin elini sıktırdınız"

Falih Rıfkı'ya göre, Halide Hanım, Bahaeddin Şakir'in adını ve önemini biliyorsa da o karşılaşmaya kadar Ermeni politikasındaki rolünün farkında değildi. Bahaeddin Şakir ise, o güne kadar kendisi gibi düşünmeyen bir Türk milliyetçisine rastlayacağını hatırına bile getirmemişti. Uzun bir konuşmadan sonra Bahaeddin Şakir trenden inmişti. O indikten sonra Halide Hanım Falih Rıfkı'ya "Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız" demişti. Bahaeddin Şakir ise vedalaşırken Falih Rıfkı'nın kulağına eğilerek "Senin gibi yetişecek kıymetli gençleri, bu kadınla temas etmekten menetmelidir" demişti. Falih Rıfkı'ya göre ikisi de birbirinden nefret etmişlerdi.
SANSÜRLENEN NAZIM HİKMET ŞİİRİ

Nazım Hikmet'e bakalım mı mesela? Ne diyordu mesela, oğlunu doğurmak üzere olan karısı ile beraber Anadolu yakasındaki evinin çevresinde akşam gezintisine çıkan büyük şair:
Bakkal karabetin ışıkları yanmış
affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına
UNESCO'nun 100'üncü doğum yılı nedeniyle 2002 yılını Nâzım Hikmet Yılı ilan etmesinin ardından Kültür Bakanlığı da etkinlikler düzenlemiş, Fazıl Say tarafından   Nâzım Oratoryosu bestelenmişti. Genco Erkal tarafından seslendirilen Nâzım'ın şiirlerinden biri de  "Akşam Gezintisi" idi ama  bu satırlar sansürlenerek okunmuştu... 

EVET LİSTE GERÇEKTEN UZUNMUŞ
  
Liste uzunmuş değil mi?

Ama uzatmaya gerek yok. Osmanlı devletinde hükümeti ele geçiren bir grup, devleti kurtarma bahanesiyle bir dizi suç işledi. Bu suçlar içinde Ermeni Tehciri de var. Biz tehcir diyelim, Ermeniler  Meds Yeghern (Büyük Fekalet) desin... Obama'nın ne dediğinin zaten ne önemi var. Önemli olan kimin ne dediği değil. Tarihi istediğimiz zaman, ideolojimize göre çarpıtmamak.

Tutuklanan, sürülen, kim zaman yürüyerek, kimi zaman istiflendikleri trenlerede günlerini aç bilaç geçiren yüzbinlerce insan. Bunlar içinde ülkenin en iyi eğitimli, en elegan insanlarından bir kısmı yer alsın... Ve bu hercümerç içinde yaşama tutunabilenleri, ölmeyen, vatanına geri dönenleri, "ulusalcı" ideoloji suçun üstünü örtmek için kullansın...

Bir başka şairin, Ahmet Arif'in dediği gibi bitireyim o zaman: "He canım / Sen getir üstünü"



Not: Başlıkta "Hangi liste daha uzun? Ulusalcıların ki mi yoksa öbürü mü?" dedim demesine ama yanlış anlaşılmasın. Öldürülen gazeteci listesi daha uzun demek ki soykırım yapıldı gibi nitel, saymaya dayalı bir şey söylemeye çalışmıyorum. Sözünü ettiğim listelerin uzun olmasının bir şey ifade etmeyeceği... Yanlış anlaşılmamak için bir kez de buraya yazayım dedim...