8 Aralık 2011 Perşembe

Sıra Ayfer İklim Bayraktar'da mı?

Mehmet Ali Ağca, Milliyet Yayın Müdürü Abdi İpekçi suikastine karıştıktan sonra MİT'in ihbarı üzerine polis tarafından yakalanır. Katıldığı son duruşmada gerçek katili açıklayacağını söyler ve ardından dahil olduğu Abdullah Çatlı ve Oral Çelik tarafından kaçırılır. Cezaevinden kaçtıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri de Milliyet gazetesinin çöp kutusuna bir mektup koymak olur. Mektupta Türkiye'ye gelmek üzere olan Papa'yı vuracağını ileri sürer. O dönemde bu iddia kimse tarafından pek de ciddiye alınmaz. Ardından Ağca önce İran'a sonra da Bulgaristan'a gönderilir. Orada ilişkiye girdiği "Türk Mafyası" denilen ekip tarafından muhtemelen Bulgar Gizli Servisi ve KGB'nin desteği ile Papa'yı vurması için İtalya'ya gönderilir. Malorca'da bir takım gizli servis elemanları ile görüşür. İçinde (ünlü Mete Ağabey gibi) MİT elemanları da vardır. Ardından Vatikan'a gider ve Papa'ya üç el ateş eder. 

Sonuçta KGB CIA'yı; CIA ise KGB'yi suçlar...  Ağca ise Mesih olduğunu söyler...

Ama bilmediğimiz şey şu: Ağca Papa'yı vuracağım diye mektup yazdıktan sonra, bunu sağda solda söyledikten sonra kim ona "tamam hadi vur Papa'yı" demişti? Muhtemeldir ki bu 'Çılgın Türk'ün konuşmaları, Bulgaristan'daki Türk Mafyası ile ilişki içindeki Bulgar Gizli Servisi'nin kulağına gitti.  Bulgarlar bu işi büyük abileri Ruslar'a pazarlamaya kalktı. Ardından da KGB onayı ile proje hayata geçirildi. Çünkü Polonya ile başları dertteydi. Polonyalı Papa, Leh Valessa'nın 'dayanışma' sendikasını destekliyordu.

Kısaca özetlersek... Benim kanaatime göre kimi zaman deli olduğunu düşündürecek açıklamalar yapan Ağca, Polonyalı Papa'nın öldürülmesi işine gelecek birileri için hazırda bekleyen bir piyondu.

Bu hikayeyi aklıma getiren okumakta olduğum kitap... 

SIRA A. İKLİM BAYRAKTAR DA MI?

Şu sıralar, Ayfer İklim Bayraktar Kaleli'nin  Sıra Bende isimli kitabını okuyorum. Yazarın ismi yabancı gelmeyecek.

Kendisi Ergenekon davası kapsamında Oda TV'ye düzenlenen baskın sonucu gözaltına alınan ve ardından da Deniz Baykal'ın kendisini taciz ettiği iddiası ile televizyonlarda boy gösteren bir "basıncı" (gazeteci yerine bu sözcüğü tercih ediyor.)

Kronos Yayınları'ndan çıkan ve alt başlığı  Medyadaki Yalanlar Yok Sayılan Gerçekler olan kitabı çok keyif alarak okumuyorum açıkçası. Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen hala pis kokular gelen bir konuydu CHP genel başkanlığından ayrılan Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın taciz iddiasıyla suçlanması...

İnsanın aklı hafsalası almıyor bir türlü... Siyasetin bu kadar tepesine çıkmış bir insanın, üstelik bir seks skandalı sonrası genel başkanlığı bırakmak zorunda kalmasından kısa bir süre sonra böyle bir şeye karışması...

İDDİALAR DOĞRU DEĞİLSE GERÇEKTEN TACİZE UĞRAYANLAR NE OLACAK?

İşin keyifsiz yanı, bir kadının çıkıp "beni taciz etti" diyerek bir erkeği suçlaması, içinde barındırdığı riskler göz önüne alınınca zor bir şey. Yani İlkim Bayraktar doğru söylüyor olabilir ve bu durumda kendisine (kitabında da altını çizdiği gibi) haksızlık yapılmaktadır. Ancak meselenin garip bir komplo gibi görünmesi de, İklim Bayraktar'ın güvenilirliğini sorgulatıyor. Daha da kötüsü, taciz iddiası doğrulanmadıkça, üzerinde soru işaretleri barındırdıkça başka taciz vakalarının da inanılırlığı tehlikeye girecek.

Kitabı henüz bitirmedim ama tahminimi söyleyeyim. Birileri bir şekilde İklim Bayraktar'ın Oda TV'de çalışmasını sağladı. Muhtemelen bilgi alabilecekleri bir kaynak olarak yaklaşıyorlardı ona. Oda TV operasyonu sonrası herkes gözaltına alınıp tutuklandığı halde, Bayraktar'ın serbest kalması belki de tam bu sebeple mümkün oldu.

Tıpkı Ağca'nın sağda solda "Papa'yı vuracağım" demesinin Papa'dan kurtulmak isteyen birilerinin kulağına gidince organizasyonun harekete geçmesi gibi, İklim Bayraktar'da birilerinin aklına gelmiş ve Oda TV'ye monte edilmiş gibi görünüyor...

HABABAM SINIFI'NIN HÜRREM HOCASI

Kendisini tanımam ama, bugüne kadar televizyondan edindiğim kanı, kitabından okuduklarım, söyleyip yazdıkları nedense bana Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor filminde Perran Kutman'ın canlandırdığı Hürrem Hoca karakterini hatırlatıyor. 

'El değmemiş bozkırda açan bir tek gül gibi,yalnız ve vahşi.Esen yelin ürpertisiyle titreyen ama kendini asla teslim etemeyn bir kız;saf, masum küçük bir güvercin gibi...'

6 Aralık 2011 Salı

AK Parti iktidarında tirajlar ne kadar değişti?


Medyanın AK Parti hükümeti dönemindeki tirajını kendine has söylemle sayfalarına taşımış ODATV. Analiz açısından önemli rakamlar... Oturup uzun uzun yorumlamak lazım ancak şimdilik, OdaTV'nin rakamlarını ekleyeyim siteye...

"Tiraj raporunu 09.12.2002-15.12.2002 tarihleriyle başlatıp 31.10.2011-06.11.2011 ile karşılaştırdık." diyorlar ve şu sayısal sonuçlara ulaşıyorlar.

HÜRRİYET: 461 bin 504 tirajı varmış. Şimdi tirajı 404 bin 142. Fazla bir kayıp yok gibi gözüküyor. Ancak Hürriyet bu süreçte bir dönem 600 bin tiraja ulaştığını anımsatalım.

POSTA: 414 bin 382 olan tirajı 423 bin 400’e çıkmış görünüyor. Posta’nın da, Hürriyet gibi bu süreçte bir dönem 700 bin tiraja çıktığını hatırlatalım.

MİLLİYET: 280 bin 202’den 128 bin 891’e düşerek büyük bir tiraj kaybına uğradığı görülüyor. Bunun temel sebebi yayın çizgisinde son 10 yılda bir türlü istikrar gösterememesi olabilir mi?

SABAH: 384 binden 325 bin 554’e düştüğü görülüyor. Ancak bu rakamın bile şişirildiği iddia ediliyor. Bu nedenle bu gazeteyle ilgili doğru bir değerlendirme yapılamaz.

VATAN:  En büyük kayıplardan biri bu gazeteye ait. 273 bin 798’den 105 bin 822’ye gerilemişti. AKP hükümetine ilk yıllarda muhalefet olup son dönemde parti organı gibi çıkması bu büyük düşüşe neden olabilir mi?

AKŞAM: Sürekli kan kaybeden gazetelerden. 206 bin 966’dan 104 bin 913’e kadar gerilemişti. Bu gazetenin de son yıllarda yayın çizgisi konusunda kafa karışıklığı yaşaması bu tiraj kaybına neden olmuş olabilir mi?

STAR: Uzanların Star gazetesinin tirajı 353 bin 783 idi. Yandaş Star gazetesinin onca masrafa rağmen tirajı 119 bin 599.

SÖZCÜ: “Babası” Gözcü AKP’ye muhalif olduğu için öldürülmüştü. Tirajı 121 bin 129 idi. Sözcü’nün tirajı ise 217 bin 045.

AKİT: Herkese saldırması nedeniyle çarptırıldığı tazminat paralarını ödememek için “Vakit” kapatılınca çıktı. Vakit’in tirajı 55 bin 191 idi. Akit’in tirajı ise 3 bin düşük, 52 bin 727. AKP hükümeti bu gazeteye yaramamış görünüyor.

CUMHURİYET: 41 bin 014’ten 48 bin 804’e çıkmış tirajı. Ama böyle olağanüstü dönemlerde tirajını hep ikiye, üçe katlatan bu gazetenin 7 bin tiraj fazlası başarı sayılabilir mi?

RADİKAL: İsmet Berkan’ın Radikal’inin 46 bin 597 tirajı vardı. Eyüp Can’ın Radikal’i 31 bin 170.

MİLLİ GAZETE: Şaşırtıcı bir çıkış yapmış; 13 bin 153’den 50 bin 755 tiraja ulaştı.

YENİ ASYA: O da tiraj şampiyonu; 7 bin 688’den 52 bin 830’a yükseldi.

ZAMAN: Bu gazetenin bayi satışı 25 bin dolaylarında hala. Ama bir abone oyunuyla tirajlarıyla sürekli oynadıkları için sağlıklı bir değerlendirme yapmak güç, bu neden bir yorum yapmıyoruz.

TÜRKİYE: 122 bin 081’den 134 bin 975’e çıkmış.

TAKVİM: 131 bin 892’den 109 bin 155’ düşmüş.

EVRENSEL: 3 bin 537’den 5 bin 732’ye çıkmış.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Bedava dağıtılan gazeteler

Radikal gazetesi 17 Ekim 2010'da kendi deyimiyle "devrim" gibi bir değişim yaşadı. Yıllardır Türkiye'de tabloid ölçülerde gazete çıksın diye uğraşan, Cumhuriyet'ten Agos'a pek çok gazeteye tabloid boyda çıkmalarını öneren, hatta öğrencilerine bu ölçülerde gazete tasarımı ödevi veren Bülent Erkmen, Radikal'in Esen Karol tarafından hazırlanan tasarımını pek beğenmemiş gibiydi ama... Neyse konumuz bu değil.

RADİKAL MEDYADA DEVRİM YAPTI AMA...

Radikal, 17 Ekim'de medyada bir devrim yapma iddiası ile yola çıktı ve grubun kırtasiye ve kitap satışı için açtığı D&R mağazalarında ücretsiz olarak dağıtılmaya başlandı. D&R'da alış veriş yapan herkese bir tane de Radikal hediye edilyor. İşin ilginci bu hediye Radikal'lerin satış yapılmış gibi görünüyor olması.  Radikal'in geçen haftaki ortalama satışı 34.138.  Bunun 32.405'i bayi satışı... Kaçının D&R'dan geldiği ise belli değil.

SIRADA STAR VAR

Gelelim Radikal'in devrim'ini kıskanırcasını gazete tasarımını yenileyen Star'a... 16 Mart 2011'de yeni logosu, yeni tasarımı, yeni sloganı ile okur karşısına çıktı Star.

Zaman gazetesinin tasarım günlerinde konuşan ve  İyi bir gazetenin, iyi satan ve iyi reklam alan gazete olduğunu öne süren Karaalioğlu gazetesinin tirajından memnun mu acaba? 

Gazetenin değişmesinden önceki hafta tirajı 146.289'du ve düşüyordu. Yeni logo ve yeni tasarım ile okur karşısına çıktığı gün Star 170.112 sattı. Tiraj o hafta 159 bin'e geriledi... Bu hafta ise 121.355 ortalama ile satmış.


Daha ilginci, Radikal'i tasarım konusunda takip eden Star'ın başka bir konuda da "taklitçi" davranması. Star gazetesi bir süredir, KİM marketler zincirinde ücretsiz olarak dağıtılıyor.


İYİ DE KİMİN BU KİM? 

Kazançlı İstanbul Marketleri (KİM) markasıyla, Kiler marketler zincirinden ayrılan ve Ersan Alışveriş Hizmetleri ve Gıda Sanayi Ticaret A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Ersan, inşaat ve turizm alanlarında yatırım yapmayı hedefleyen bir işadamı.


Bakalım Star'ın bu market açılımı tirajını nasıl etkileyecek.

1 Aralık 2011 Perşembe

Dersim Özrü'ne gecikmiş bir hatırlatma...

Türkiye tarihinde ilk defa toplumsal bir trajedi için resmen özür dilendi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım günü partisinin il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada Dersim’de yaşanan olaylarla ilgili olarak, “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum” dedi.

Bundan tam 41 yıl önce, 7 Aralık 1970 günü Varşova gettosu anıtında, Polonyalı yahudileri katleden Alman Devletinin Başbakanı Willy Brandt -kendisi Nazi olmadığı halde- diz çökerek özür dilemişti.

Doğrusu ya, Erdoğan'ın Dersim için özür dilemesi ne kadar siyasi malzeme amaçlı olursa olsun, ne kadar dayanaklarından yoksun olursa olsun, ne amaçla olursa olsun bir özürdür, üstelik devlet adınadır.

Buraya kadar yazdıklarım özür olayının bir boyutu... Erdoğan'ın hanesine bir artı olarak eklenecek olumlu boyut. Peki ya olumsuz olanlar?..

Medya ile ilgili değil gibi görülebilir ama... Hatta gecikmiş ve küçük bir ayrıntı belki... Dersim'de yaşananlar için özür dileyen Başbakan'ın çok kısa bir süre önce yine gündeme gelen Dersim tartışmalarıyla ilgili tavrını hatırlamakta fayda var.


BAŞBAKAN'DAN "MERT MİDİR NAMERT MİDİR" ÇIKIŞI
"Bir bayan gazeteci köşe yazıları yazıyor, zaman zaman televizyonlarda da yorumlar yapıyor. Son yıllarda kendini kaybetmiş şekilde AK Parti'ye karşı kin kusuyor.
Ben medya vasıtasıyla da bunun iyi değerlendirilmesini istiyorum. PKK'nın yayın organına açıklama yapıyor, 'aslında zor ve yol politikaları her zaman beraber gidiyor' ifade bu. Neymiş 1935 yılında Dersim katliamı öncesinde, buraya yapılacak harekat için yol inşa edilmiş. AK Parti'nin duble yollarını da işte bu şekilde yorumluyor. Söylemek istediği şu; güya biz duble yolları, bölünmüş yolları Dersim'de olduğu gibi kolay harekat yapılsın diye inşa ediyormuşuz. Açık açık söylüyorum, bu mertlik değil, namertliktir. Böyle bir izansızlık, densizlik olur mu? Yol medeniyettir."
Bu sözleri 3 Haziran günü Konya'daki Mitingde söylemişti Başbakan Erdoğan. Gerekçe Nuray Mert'in 26 Mayıs günü katıldığı  Avrupa Parlamentosu’nda yapılan Dersim Konferansı’nda, “duble yollar” ile Dersim Katliamı öncesi imar politikası arasında paralellikler kurmasıydı. Bu konuşma Fırat Haber Ajansı tarafından haberleştirilmiş ve Türkiye medyasında da kendisine yer bulmuştu.

ZOR İLE YOL POLİTİKALARI HEP BERABER GİDİYOR

Nuray Mert, Mayıs’ın ilk haftasında bir gazetedeki yazıda yer alan “Artık zor dönemi bitti yol dönemi başladı” şeklindeki değerlendirmeye dikkat çekerek, “Aslında yol ve zor politikaları her zaman beraber gidiyor” demişti. Dersim Katliamı’nda “zor, şiddet ve imar politikasının nasıl birlikte gittiğini” hatırlatan Mert, “Benzetmek gibi olmasın, bunun ardından katliam gelecek manasında değil. 1935’te ilk raporlarda hep yol inşa edilmesinden bahsedilir, çünkü buraya yapılacak harekat için yol lazım. 1935’teki gibi bir katliamı andıracak olmasından değil ama şu anda o bölgedeki şiddet politikalarının da alt yapısı oluyor, o paralelliği hatırlatmak için” şeklinde konuşmuştu.

Başbakan Erdoğan Dersim daha önce gündeme geldiğinde "özür dilemeyi" aklından bile geçirmemişti eminim. Siyasi bir manevra olarak günü geldiğinde özür dileme başarısı politik tavrını ortaya koyan bir yaklaşım.

ERMENİLERDEN DE ÖZÜR DİLER Mİ?

Bu özür dilemenin, 1915 olayları ile ilgili beklenti doğurduğu da ortada. Kendi kişisel fikrim Tehcir'de yaşananlar için Başbakan Erdoğan'ın özür dilemeyeceği şeklinde. Çünkü Dersim (Zaza kökenleri nedeniyle) Kürt Ulusal Hareketi için dahi bir farklılığa işaret ediyor.  Dersimlilerden dilenen özür fiili olarak bir şeye tekabül etmiyor aslında. Halbuki Ermeni Tehciri, halen dünyaya dağılmış 6,3 ile 12 milyon arasında (Türkçe Wikipedi'ye göre 6,3 ile 10 milyon dünya üzerindeki Ermeni nüfusu, İngilizce Wikipedi ise 8 ila 12 milyon arasında diyor) Ermeniyi ilgilendiriyor.

Başbakan Erdoğan'ın bir sivil toplum hareketi olarak doğan "Özür Diliyorum" kampanyası için söyledikleri de bu düşüncemi doğruluyor zaten.  Erdoğan, Ermenilere karşı herhangi bir suç işlenmediğini ve işlenmeyen suç için de özür dilenmeyeceğini belirtti.["Erdoğan'dan aydınlara tepki", Akşam. 21.12.2008]