28 Ekim 2013 Pazartesi

Kızıyorum kızmasına da, kızmak yetmiyor bir şeyler daha yapmalı...

Küçük bir tekne, üç tayfası var, iş bırakmışlar. Efendi kaptan, sahilde oturan ayaklarını denize sallayan üç adama haber yollamış: “Gelsinler iş var!”
Adamlar gelince Kaptan ilkinden başlayıp sırayla sormuş: “Sen ne iş yaparsın?”
“Ben çok iyi görürüm” demiş ilk adam. Elini alnına götürmüş, şöyle bir ufka bakmış, uzun uzun... Ardından  demiş ki:
“Yedi deniz ötede, Hint Padişahı’nın sarayı var... Sarayın yedi katlı kulesinin, yedinci katındaki, yedindi pencerede, Padişahın on yedi yaşındaki yedinci kızı atlas yorganına nakış işlerken elindeki altın iğne düştü... Ben onu gördüm.”
Kaptan şöyle bir "la havle" çekmiş, ikinciye dönmüş ve sormuş: “Sen ne iş yaparsın?”
 İkinci de marifetini “Ben çok iyi duyarım..." diye açıklamış; sonra da elini kulağına götürüp başlamış dinlemeye... Bir iki dakika, herkesin şaşkın bakışları arasında dinlemiş, dinlemiş ve sonra da demiş ki:  "Yedi deniz ötede, Hint Padişahı’nın sarayı var... Sarayın yedi katlı kulesinin, yedinci katındaki, yedindi pencerede, Padişahın on yedi yaşındaki yedinci kızı atlas yorganına nakış işlerken elindeki altın iğne düştü ya... tınnnnnnn diye bir ses. Ben de onu duydum.”
Kaptan herifleri dövüp denize atacak ama, yine "la havle" çekip üçüncüye de sormuş:
“Sen ne iş yaparsın?”
“Ben kızarım” demiş üçüncü adam.
Kaptan şaşırmış: “Neye kızarsın?”
“Böyle lüzumsuz heriflerin söyledikleri yalanlara kızarım...”

Aslına bakarsanız 1993 yılından beri kah fiilen medya dünyasının içinde, kıyısında, köşesinde yer aldım. Yapmadığım iş, çalışmadığım alan kalmadı gibi. Lakin hala "lüzumsuz" tiplerin söylediği yalanlara, şişirmelere, atmasyonlara, palavralara, abartılara, kandırmalara alışamadım. Hala "kızıyorum" Hasan Pulur'un ünlü hikayesindeki gibi.

[Ünlü hikaye dedim ama, diyebilirsiniz ki "nereden ünlü?" Yıllar önce daha ilkokula gidereken, olan biteni öğrenmek isteyen ama okumaktan çok zevk almayan babama, çok sevdiği Hasan Pulur'un yazılarını okurdum... Milliyet, Güneş,... Hasan Pulur nereye biz ailecek oraya. Hasan Pulur da bu anlattığım hikayeyi belki yüzlerce kez yazmıştır köşesinde... Ben de dolayısıyla yüzlerce kez okumuşumdur. Onun için ünlü...]

Neyse neye kızdığımı da söyleyeyim. Son günlerde "Menderes'i astınız, Özal'ı zehirlediniz, Erdoğan'ı yedirmeyiz" şişirmesi ile iyice sloganlaşan "Özal'ı öldürdüler" palavrasına yönelik kızgınlığım. Yaklaşık olarak ayda bir kez farklı bir televizyon programına çıkan ve "babamı öldürdüler" diyen, ancak hiç bir kanıt bulunamadığı için her seferinde öldürme biçimini değiştiren Ahmet Özal'ın söylediklerine daha doğrusu...

Elimde bir basın bülteni var: "Haziran 1987 akşamı İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan havalanan uçakta Başbakan Turgut Özal’ın atlattığı ölüm tehlikesi A Haber’de yayınlanan Can Okanar’ın hazırlayıp sunduğu “Anlatılmamış Öyküler” programında ele alındı." diyor bültende.

Programın adının "Anlatılmamış Öyküler" olmasına mı kızayım... Ahmet Özal'ın aynı iddiasını tam 1 yıl önce Sevil Atasoy'un CNN Türk'te hazırlayıp sunduğu Suç ve Delil programında dile getirmiş olmasına mı kızayım...

Babamı zehirlediler diyip duran Ahmet Özal'ın mahkeme kararı ile mezarının açılmasına karar verildiğinde susup köşesine gizlenmesine mi kızayım...

Neye kızayım, ne edeyim bilemedim.


24 Ekim 2013 Perşembe

Mehmet Baransu VS Nagehan Alçı

Sana aşık olan patronun sayesinde tv programı yaparsan, reytinglerde çuvallarsın. 
Biri sevgilisini yazar yapar, biri platonik aşkına ekranları açar. Üniversite gazetecilik kriterleri değişmeli.
Mehmet Baransu, son dönemde gazetecilik sözcüğü akla gelince (olumlu ya da olumsuz) telaffuz edilen isimlerin başında geliyor. Bazılarına göre kendisine Cemaat'in polis/istihbarat ağıyla gelen belgeleri, bilgileri yazıyor sadece... Bazılarına göre ise askeri vesayeti yıkmak için nasıl gazetecilik yapıldığını gösteren isim Baransu.

Ekşi sözlük'te farkında mıdır bilmiyorum ama türkiye tarihinin en önemli adamlarından biridir kendisi. diye yazılmış kendisi için. O kadar abartmamak lazım ama gazetecilik nasıl yapılmaza çok güzel örnekler veriyor çoğu zaman. Üstelik yaptığı işin gazetecilik olduğunu düşünerek yapıyor bunu.

Sadece köşesinden değil Twitter gibi sosyal medyadan da esip gürlüyor çoğu kez. Başbakan Erdoğan'a yönelik tweetleri değil sadece, medyadaki meslektaşlarına yönelik yazdıkları da unutulmazlar arasında. Aralık 2012'de yazdığı mesaj hala akıllarda örneğin.


Kendisi defaatle "otelde bedenini satan kişi" dediği ismin kadın bir gazeteci olmadığını (hatta kadın bile olmadığını) söyledi. Ama medya kulislerinde hakkında mesaj attığı kişinin Aslı Aydıntaşbaş olduğu yazıldı çizildi. 

İslam dinine inanan, bunu sık sık vurgulayan birinin bırakın dedidoku yapmayı, gıybet etmeyi, böyle "zina" göndermeli bir lafı aklından geçince bile tövbe etmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Allah ve peygamberi de böyle düşünüyor olmalı ki Kur'an'da şöyle deniliyor:

 "kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin...(nisa 4/15)" 

Neyse konumuz bu değil. Yukarıda alıntıladığım mesajları bugün attı Baransu. 


Kimdir reytinglerde çuvallayan TV programcısı? Bir kere kadın medya patronu olmadığına göre bu tv programcısı bir kadın. Devam edelim. Reytinglerde çuvallayan bir kadın TV programcısı arıyoruz. 

Dün medya sitelerinde yer alan bir habere bakalım hemen. 
NAGEHAN ALÇI İZLENMİYOR 
CNN Turk'te yayınlanan ''Dört Bir Taraf'' adlı tartışma programında yer almanın yanı sıra bir de sabah programı sunan Nagehan Alçı'ya büyük şok. 
Kanal D'de Nagehan Alçı'nınsunumuyla ekrana gelen 'Bırakın Konuşalım'ın yayınlandığı 11.45 ile 12.15 saatleri arasında izlenme oranı 0,08 ratinge düştü. Nerdeyse '0 share', bir rekor olarak değerlendirildi.
Akşam'da eline tutuşturtulan belgeler ile köşe yazan, ardından Rasim Ozan Kütahyalı ile babasının ölüm döşeğinde olduğu hastanede anlı şanlı bir nikah ile evlenen, medyaya özel yaşamı ve mal varlığı ile haber olan, sunucusu olduğu tartışma programında bas bas bağıran, sola, sosyalizme yönelik saldırıları ile tüyleri diken diken eden, ama her gün daha popüler olan bir isim Nagehan Alçı.

Bu haber ile beraber okununca Baransu'nun işaret ettiği isim bir anda aydınlanıveriyor.

İddialara göre o medya patronu, işlerini devrettiği kızları ile kavga ediyormuş bu kadın tv programcısı için. Ama bunu yazmak, böyle tweetler atmak gazetecilik mi? Bence esas tartışılması gereken o...


NOT: Baransu'nun diğer tweetinde yazdığı, sevgilisini köşe yazarı yapan genel yayın yönetmeni kim mi? Onu da biliyorsunuz canım. 23 Nisan çocuğu kıvanında yazı yazıp, sonra bir gecede kaybolan yazarlar kim diye düşünün... O yazarı da, o genel yayın yönetmeni de bulursunuz.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Hani "off the record" diye bir şey vardı, bildin mi?

Gazeteci, kendi çabasıyla elde etmedikçe, bir kaynağın verdiği bilgi veya belgenin yayınlanma tarihi konusundaki isteğe uymalıdır. Gazeteci, röportaj, haber, yorum veya görüntü, yayın şekli ne olursa olsun, hazırlığını yayın organındaki sorumlular dışında, kaynağı da dahil kimseye denetlettirmekle yükümlü değildir.Gazeteci, açıklanmaması kaydıyla (off the record) verilen bilgiyi ve sarfedilen sözleri yayınlamamalıdır.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin bir dönem uzun çabalar ile hazırladığı ve gazetecilik nasıl yapılmalıdır sorusunun yanıtlarını içeren Gazeteciler Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi Off The Record için böyle diyor.

Nereden geldi aklıma bu? Hemen söyleyeyim bugün Talat Atilla isimli arkadaşın, kendi kişisel haber sitesinde yayınladığı bir haber yüzünden geldi.

TÜRK SİYASETİNE DÜŞEN BOMBA...  DENİZ BAYKAL: MUSTAFA SARIGÜL GELİRSE, CHP ‘ÇAPULCU’ PARTİSİNE DÖNER! başlığı ile yayınlanan haber yüzünden.

Haber müthiş....  "Deniz Baykal ve Mustafa Sarıgül arasında uzun süredir devam eden psikolojik savaş nihayet ete kemiğe büründü" diye başlıyor.  

"Baykal, uzun süren sessizliğini TBMM’de bulunan makam odasında meclis muhabirlerine bozdu ama Baykal’ın siyaseti sarsacak bu konuşmaları off the record olduğu için dışarıya sızmadı." diye devam ediyor.

Ta Taaaaaam! Devam ediyor... Ama Baykal'ın konuşmaları off the record. Nasıl devam ediyor peki?

Haberden, Talat Atilla arkadaşın yazısından okuyalım:

Olay şöyle gelişti; Baykal, dün meclis muhabirleriyle makamında sohbet toplantısı yaptı. Gazetecilerle görüşmesinde Baykal’a iki yeni, bir de eski vekil eşlik etti. Sohbet döndü, dolaştı ve Mustafa Sarıgül’ün CHP’ye gelişine kilitlendi. 
Baykal kaçamak bir kaç cevap verse de gazetecilerin ısrarları üzerine, “Sarıgül’ün CHP’ye gelmesi CHP’yi bozar.” dedi. “CHP’nin İstanbul’da oyları artmaz mı?” sorusu üzerine Baykal ağzındaki baklayı çıkardı,  “Mustafa Sarıgül CHP’ye gelirse, CHP Çapulcu partisine döner.” yanıtını verdi. 
Şaşkınlık artınca Baykal, “Bu sözlerin off the record olduğunu hatırlatırım” ikazını yineledi.
Gazetecilik, ilkeleri olmadan manüplasyondan başka birşey değildir. Bir siyasetçinin off the record diyerek, üstelik konuşmasının hem başında hem de sonunda bunu tekrar ederek söylediklerini yazmak hangi ilkeye uygun bir davranış olabilir?

Anlayan bilen varsa beri gelsin. 

3 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi için kim ne dedi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN AÇIKLADIĞI “DEMOKRASİ PAKETİ” İÇİN 16 GAZETE HANGİ MANŞETLE ÇIKTI? BU GAZETELERDEKİ KAÇ KÖŞE YAZARI “PAKET”İ YAZDI? İŞTE GAZETELERİN “PAKET”E DAİR ATTIKLARI MANŞETLER VE 100 CİVARINDAKİ KÖŞE YAZARININ “PAKET” İÇİN YAZDIKLARI:
MİLLİYET – 18 yeni adım
Fikret Bila: Önemli ve ihtiyatlı adımlar
Güneri Civaoğlu: Güven artırıcı hamleler
Melih Aşık: 6 hafta önce söylenen
Aslı Aydıntaşbaş: Yeterli değil, ama olumlu
Serpil Çevikcan: Bir geçiş sürece metni
Abbas Güçlü: Eğitimde çok şey değişecek
Nihat Ali Özcan: Paketten aslında beklenen
Mehmet Tezkan: Tatmin etmedi eksik kaldı
VATAN – Yeni bir dönem
Güngör Mengi: Paketteni iyiler ve kötüler
Reha Muhtar: Üç seçim sistemi AKP’ye yarıyor
Okay Gönensin: Tabii ki yetmez, eksiğimiz çok…
Ruşen Çakır: Daha fazla, daha iyiye hazırdık
Murat Çelik: Asıl olan uygulama
HABERTÜRK – Demokrasiye bir adım daha
Fatih Altaylı: Kürt’e çiçek, Kandil’e ‘Hayır’ 
Umur Talu: Demokrasi pakete sığsaydı… 
Muharrem Sarıkaya: Paketin getirdiği
POSTA – Kamuda türban serbest
Candaş Tolga Işık: Paketiniz kargoya verildi…
Yalgülü Aldoğan: Paketlenmiş demokrasi!
SABAH – Yeni Türkiye için 20 adım
Mehmet Barlas: “Nefret” suçtur 
Yavuz Donat: Kürtçe propaganda 
Emre Aköz: En iyisi dar bölge 
Süleyman Yaşar: Büyümeye katkı 
Şeref Oğuz: Özgürlük reformu 
Mahmut Övür: Demokrasi şifreleri
Sevilay Yükselir: İnanılmaz bir reform
Okan Müderrisoğlu: Tarihi süreç 
Rasim Ozan Kütahyalı: İleri Türkiye 
Nazlı Ilıcak: Çağdaş Türkiye
HÜRRİYET– Öncü paket
Taha Akyol: Reformist sakin adım 
Sedat Ergin: Alevilerin adı yok 
Metehan Demir: O maddeler bekliyor 
Mehmet Y. Yılmaz: Yetmese de olumlu adım 
Yalçın Doğan: Kürtleri keser mi? 
Akif Beki: Şaşırdım ama ‘evet’ paketi 
Yalçın Bayer: Muhalefetsiz demokrasi 
Fatih Çekirge: Bu çabayı alkışlıyorum
BUGÜN – Özel okullarda Kürtçe eğitim
Erhan Başyurt: Özgürlükler Türkiye’ye kazandırır 
Gülay Göktürk: Emin adımlarla ilerliyoruz  
RADİKAL: Demokrasi 1.0 (Yeni sürüm gelecek)
Eyüp Can: Reform gazına basmak önemli 
Ezgi Başaran: Demokrasi için küçük adımlar 
Tarhan Erdem: Algının özeti: Evet, yola devam 
Ahmet İnsel: Temel haklarda azla kifayet 
Murat Yetkin: Bardağın ancak yarısı dolu 
Cüneyt Özdemir: Paketin Türkçe tercümesi 
Seyfettin Gürsel: Seçim sistemi kimin için risk 
Oral Çalışlar: Ruhban Okulu ve cemevi de olsaydı 
Koray Çalışkan: 15 milyona yok, 3 harfe var 
Deniz Zeyrek: Beklentiler karşılandı mı?
AKŞAM – Erdoğan devrimi
Mehmet Ocaktan: Demokrasi devrimi yapan diktatör
Cengiz Özdemir: Söz sırası muhalefette
Ufuk Ulutaş: Normalleşme paketi ve normalleşmeyenler
Kurtuluş Taviz: Değişim iradesi sürüyor
Emin Pazarcı: Ölümsüzlük iksiri ve fare
TARAF – Evet, devam edelim
Enver Sezgin: Olumlu, ama eksik
STAR – 30 Eylül devrimi
Mustafa Karaalioğlu: Daha güzel bir Türkiye’ye uyanmak
Fehmi Koru: Korkulardan kurtuluyoruz galiba
Yalçın Akdoğan: Paketin kodları
Ahmet Kekeç: Beğenmiyorsan, daha iyisini yaparsın
Yağmur Atsız: Merak ve heyecan
Eser Karakaş: Bir kez daha “yetmez, ama evet”
Murat Kartoğlu: Hayat tarzına müdahaleyi “suç” yaptı
Sedat Laçiner: Özgür birey, güçlü Türkiye
Mensur Akgün: Bence de yetmez, ama evet
Fadime Özkan: Paketin sürprizi
Bekir S. Gür: Demokratik eğitim paketi
SÖZCÜ – Andınız kaldırıldı, türban va çarşaf serbest kaldı
Emin Çölaşan: Civciv çıktı, kuş çıktı, sadece sıkmabaş çıktı>
Rahmi Turan: Bu paket alkışlanmaz
Mehmet Türker: Paketten PKK ile türban çıktı
Saygı Öztürk: Paket koca bir aldatmacı
TAKVİM – Yeni Türkiye
Ergün Diler: Paket
Bülent Eradaç: Duvar yıkıldı
Mehmet Çetingüleç: Partilere müjde
Bekir Hazar: Yasaklar kalkıyor
TÜRKİYE- Hoşgeldin özgürlük
Nuh Albayrak: Reform nihayet halka inde
Melit Altınok: Balkon paketi
Mehmet Sağırlı: Demokratikleşme paketi kaç kişiye dağıtılacak
İsmail Kapan: Beğenenlere de, beğenmeyenlere de hayırlı olsun
ZAMAN – Özel okullarda Kürtçe eğitim serbest
Ekrem Dumanlı: Reformlara devam
Bülent Korucu: Paketin dolu tarafları
Abdülhamit Bilici: AK Parti’nin en büyük hizmeti
İhsan Dağı: Demokrasi varsa doğruya doğru, eğriye eğri
Şahin Alpay: Evet! Ama yetmez…
Mümtaz’er Türköne: Zafer anıtını nereye dikelim?
Leyla İpekçi: Paketlerin ruhumuza etkisi
YENİ ŞAFAK: Demokrasiye yüksek standart
Ali Bayramoğlu: Demokratikleşme paketini nasıl okumalı?
Salih Tuna: Erdoğan yanağımızdan makas aldı mı desinler
Ali Saydam: Beklenti yüksek olursa tatmin düşebilir
Akif Emre: And
Mehmet Metiner: Demokratikleşme derinleşerek sürüyor
Abdulkadir Selvi: Durmak yok, reformlara devam
İbrahim Karagül: Paket ve yeni dalga sempati
Osman Özsoy: Gözünüz aydın bacım…
Tamer Korkmaz: Dört Yüz On Bir paket kaosa kalktı!

[Ali Eyüboğlu derlemiş. Ben de ondan aldım. 
Bence "en yandaş yazar" ödülünü Sabah gazetesinden Sevilay Yükselir, "İnanılmaz bir reform" diyerek haketmiş.  "En yandaş gazete" ödülü ise Star'dan ithal Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan'ın Akşam gazetesi'ne gidiyor: "Erdoğan devrimi" ]

1 Ekim 2013 Salı

Türkiye gazetesi, reklam, değişim ve herşeyin başı kredi...

Daha babası yaşarken şirketin yönetiminde söz sahibi olmak için uğraşan ancak çeşitli nedenler ile bir türlü istediği konumu elde edemeyen Mücahit Ören, Enver Ören'in ölümünden sonra İhlas Holding'in başına geçti.

Holding'in hala TGRT Haber gibi bir kanalı var ama ağırlığı Türkiye gazetesinde dersek yanlış olmaz. Gazetenin yönetiminde ise yıllardan beri Nuh Albayrak var.

Gazete yakın zamanda deyim yerindeyse baştan aşağı yenilendi. Bir yandan tasarımı, bir yandan logosu değişti, diğer yandan da yeni bazı yazar ve muhabirler ile yazıişleri kadrosunu güçlendirdi.

Yeni yazar diyoruz ama aslında yeni dediğimiz yazarlar Taraf'ın eski yazarları: Yıldıray Oğur, Alper Görmüş, Melih Altınok, Ceren Kenar gibi yazarların dışında Arzu Yıldız gibi Taraf muhabirleri de artık Türkiye'de. (İbrahim Kahveci, Burcu Çetinkaya ve Deniz Ülke Arıboğan gibi Tarafçı olmayanları da es geçmeyelim tabii ki).

Bu arada unutmadan Melih Altınok ile ilgili başka bir yazı daha yazdığımı söyleyeyim... OdaTV, BirGün, Taraf, Türkiye şeklinde giden medya karnesine bir süredir Kanal 24'ü de ekledi. Uzun uzun yorumlamazsam eksikliğini hissederim. Ama şimdi değil, daha sonra...

'Daha iyiye ulaşmak için değişim kaçınılmazdı' diyen Mücahit Ören, yeni dönemin amacını "Gazetemizde logo değişimi, yeni yazar kadrosu ve yenilenen içeriğimiz de daha iyiye ulaşma gayretimizin bir parçasını oluşturmaktadır." diyerek açıkladı. Ancak daha dikkat çekici olan gazetenin yeni yazarlarını tanıtan reklam.

Gelin hep beraber izleyelim.


Reklam işi zordur. Hele bir gazetenin reklamını yapıyorsanız daha da zordur. Egoları tavan yapmış, yazıları ile milyonları etkilediğini düşünen, hatta düşünmekle kalmayıp bunan inanan isimleri reklam filminde oynatmak, üstelik onları bir senaryo doğrultusunda hareket etmeleri için ikna etmek çok zor.  Şimdilerde Cumhuriyet'te yazan Bekir Coşkun, Habertürk'ün bir dönem çok sık yayınlanan "mutfak" temalı reklamın nasıl çekildiğini az da olsa Başın Öne Eğilmesin kitabında anlatır. (Reklamı hatırlamak isterseniz buraya bakabilirsiniz.)

Türkiye'nin reklamı da hiç farklı değil aslında. Baksanıza Melih Altınok'un, İbrahim Kapan'ın, Yıldıray Oğur'un, Halime Gürbüz'ün,  Ceren Kenar'ın hatta Burcu Çetinkaya'nın saf, şaşın bakışlarına. Deniz Ülke Arıboğan'ın, Alper Görmüş'ün reklam filminde rol almak yerine sadece görünmesi de şaşırtıcı değil. Belli ki "gençler" gibi reklam konseptine ikna olmamışlar.

Kolay da değil ikna olmak. Kendilerinin yazıları ile gündem belirlediğini, milyonları etkilediğini, herkesin ağzından çıkacak sözlere baktığını düşünen biri kolay kolay, sıradan insanın herşeyi bildiği, hatta kendisinden daha iyi bildiği düşüncesini kabul etmez. Hele bunu bir reklam filmi ile herkese ilan etmez. Gençler dediğim Melih Altınok, Yıldıray Oğur, Ceren Kenar'ı buna ikna eden reklamcı kimse tebrik ediyorum.

Bakmayın siz Nuh Albayrak'ın ısrarla her sorulduğunda "Demezler mi insana, mademki siz farklı düşünsek de beraber yaşayabilmeliyiz diyorsunuz, niye Türkiye Gazetesi’nde farklı düşünenleri yazdıramıyorsunuz?" demesine. Bakmayın siz "bizden farklı yazmayacaklarsa neden aldık gazeteye?" demesine.

Değişimin ilk gün manşete taşıdıkları ve sonra da "başlığı yanlış atmışız şeklinde" özür diledikleri AK Parti kurucuları içindeki ajanlar haberi ile bir sinyal vermiş oldu Türkiye gazetesi, ama okuru için önemli olan hala, gazetenin logosundaki Türk bayrağının neden kalkmış olduğu.

Peki tüm bunların ardında ne gibi hesaplar dönüyor olabilir? Oda TV kaynaklı (güvenilirliği tartışılır) bir haber dikkat çekiyor. Cemaat medyasının AK Parti hükümetine muhalefet ettiği sırada eski Tarafçılara kapılarını açan Türkiye gazetesinin reklamdan yeni tasarıma dek mali kaynakları zorlayacak masrafları iddiaya göre Ziraat Bankasından alınan krediye bağlanıyor.
Türkiye gazetesinin “AKP’li Taraf” haline gelmesi hangi hediyeyle gerçekleşti?
Kulislerde sıkça konuşulan iddia şu: 
Ziraat Bankası Türkiye gazetesine (İhlas Yayın Holding’e) 40 milyon dolar kredi verdi.
Dediğim gibi doğruluğu tartışılır, ama doğru olma ihtimali çok yüksek bir iddia bu.