31 Mayıs 2013 Cuma

Hıncal Uluç bunu hep yapıyor ama ne fayda...

Sabah gazetesinin "kerameti kendinden menkul" yazarlarından değil elbet Hıncal Uluç.

17 yaşında Yenigün gazetesinde spor sayfasında çalışmaya başlamış Uluç. 1967 yılında, askerlik dönüşü Mehmet Ali Kışlalı başta olmak üzere eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı'da çalışmaya başlamıştır. Oktay Kurtböke, Cumhuriyet gazetesi yayın yönetmeni olunca haftada iki gün spor yazıları yazmaya başlamış; TRT kurulunca pazartesi günleri de yine Cumhuriyet'e tam sayfa TV sayfası yapmış... 1980 senesinde Gelişim Yayınları'nın sahibi Ercan Arıklı'nın  çağırması üzerine  dergi çıkarmak üzere İstanbul'a gelmiş, ardından Zafer Mutlu'nun daveti ile 1990 yılında Sabah'ta yazmaya başlamış...

75 yaşına merdiven dayadığı sırada kendinde özellikle gazetecilik konusunda ahkam kesmeyi de kendisinin hakkı olarak görüyor herhalde. Sık sık, Türkiye'de gazetecilik yapılmadığını, gazeteci kalmadığını filan yazıyor. Sabah arşivi bu tarz yazıları ile dolu.

Önceki gün (29 Mayıs) Gazeteler niye satsın ki?  diye bir yazı kaleme aldı Uluç. Her zamanki tepeden bakan tavrı ile yazdığı yazıda, yıllardır sık sık tekrar ettiği ve yanlış olduğunu artık internete giren herkesin bildiği bir iddiayı da yeniden yazmakta beis görmedi.

Hasan Cemal Banu Güven'e ne anlattı?

Hasan Cemal: Bir başbakanın çıkıp Kürtlere karşı yapılan hataları söylemesi lazım

PKK'nın Türkiye'deki silahlı unsurlarının sınır dışına çekilme sürecini izleyen usta gazeteci Hasan Cemal, gazeteci Banu Güven'in artı bir tv'de sunduğu 'Haftanın Başı' programında "Bugün eğer barışa gideceksek ve Türk kamuoyundaki hassasiyetlerden duyarlılıklardan söz ediyorsak bir başbakanın çıkıp ‘Bakın geçmişte devlet Kürtlere karşı şu yanlışları yapmıştır. Bundan dolayı bu sorun doğmuştur. Kürtlerin dili inkâr edilmiştir kimliği, inkâr edilmiştir. Bundan dolayı hapishanelerde eziyet çekmişlerdir’ diye anlatmaya başlamalı ki liderlik budur" dedi.

Cemal, Güven'in "Çekilme ne zamana kadar biter?" sorusunu "Mesela 1999’da birçok operasyon yapılmış çekilen PKK’lıya karşı. Ve operasyon yiyen PKK’lıların 500 kayıp verdiği hep anlatılıyor. Şu ana kadar hiçbir kayıp yok ve yürüyor. Ana çekilmenin 2 ay içinde tamamlanabileceğini söyleniyor" diyerek yanıtladı.

Milliyet'ten ayrıldıktan sonra T24'te yazmaya başlayan Cemal, internet medyasının yazılı basına göre imkanlarının daha geniş olduğuna değinerek, "Yıllar boyu hep yazıyorsunuz, sabahleyin kağıtta basılı olarak görüyorsunuz kendinizi. Bu daha farklı bir mecra. O yüzden bir ‘acaba ben kayboluyor muyum’ hissi başlangıçta geliyor. Fakat sonra insan kendini alıştırıyor" yorumunu yaptı.

PROGRAMIN İLK BÖLÜMÜNÜ İZLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ.

PROGRAMIN İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ İZLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ.
 
Hasan Cemal'in Banu Güven'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

30 Mayıs 2013 Perşembe

Taraf'tan İş Bankası ve Cumhuriyet belgeleri

Sabah gazetesinin ekonomi müdürüyken Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak'ı "Benim gazetemin birinci sayfası da  aynı tutum içinde... Tüm bunlara rağmen Türkiye'nin en iyi gazetesinde, Türkiye'nin en iyi ekonomi ve gazete sayfalarını yapmaya devam edeceğiz... İşimizi yapacağız... Balık bilmezse Halik bilir... Patron görür değerimizi anlar..." diyerek patrona şikayet eden bir isimdi Oğuz Karamuk. 

Ardından gazetenin okur temsilcisi Yavuz Baydar ile köşesinde kavga eden "bize gazetecilik dersi veriyor" diyerek tepkisini gösterdi ve "Siz de bilirsiniz ki, bu tip başarılar, genelde diğer yayın organlarında ödüllendiriliyor. Çelme takılmıyor." diyerek özür beklediğini ilan etti. 

Bir süre sonra Karamuk'un Sabah gazetesindeki görevlerine son verildi. İddialara göre Karamuk, patronu Serhat Albayrak'ı Sermaye Piyasası Kurulu'na şikayet ettiği için kovulmuştu.

Gerçek Gündem'in  haberine göre kovulmanın ardında yatan gelişmeler şöyle meydana geldi:
Karamuk, gazetenin CEO'su Serhat Albayrak'ı "kimi hisse senetlerinde spekülasyon yaptığı" gerekçesiyle Sermaye Piyasası Kurulu'na şikayet etti.  Başbakan Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın da kardeşi olan Serhat Albayrak'ın gazete yöneticilerinden biri tarafından Sermaye Piyasası Kurulu'na şikayet edilmesi Sabah yönetiminde soğuk duş etkisi yarattı. Çalık Grubu, Karamuk'un SPK'ya yaptığı şikayeti öğrenince Karamuk'un işine son verdi.
Bu iddia ne kadar doğrudur bilinmez. Ancak kısa süre sonra Karamuk, Sabah gazetesi yazarı Süleyman Yaşar'ın eşi Neşe Düzel'in Taraf genel yayın yönetmeni olmasıyla beraber Taraf'a transfer oldu. Karamuk, Nisan ayının sonundan itibaren Taraf'ın gedikli isimleri Demiray Oral, Tuncer Köseoğlu, Ümit Aslanbay ile "Yazıişleri Müdürü" olarak künyede yer aldı.

Karamuk dün ve bugün İş Bankası ile ilgili bir dizi belgeyi köşesine taşıdı. İlginç olan belgelerin medya ile ilgili içeriği... Onun için kaybolmasın dijital çöplükte diyerek bir kopyasını da buraya alıyorum.

İŞ'te Ergenekon belgeleri


Oğuz Karamuk / TARAF
29.05.2013 

İş Bankası Yönetim Kurulu Toplantı tutanakları yakın tarihe ışık tutuyor. Belgeler Tuncay Özkan’a yönelik soruşturma kapsamında savcılık tarafından bankadan alınmış. Ak Parti’ye karşı medya eleştirilerinin en yoğun olduğu dönemde, CHP kontenjanından yönetimde yer alan Deniz Baykal’ın avukatı Nail Gürman, bankanın kaynaklarının partisine yakın medyaya kullandırılması için baskı yapıyor. Sadece siyaset değil ekonomide, her alanda safların belirlenmesi gerektiğini söylüyor. O günkü Genel Müdür Ersin Özince direniyormuş gibi gözüküyor. Sonra onun da tavrı değişiyor

Yer İş Bankası Kuleleri, tarih 28 Aralık 2005... Banka Yönetim Kurulu’na CHP kontenjanından giren CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın avukatı Nail Gürman, Genel Müdür Ersin Özince’ye hesap soruyor. Ak Parti aleyhine keskin muhalefet yapan Tuncay Özkan’ın Kanaltürk adlı televizyonuna reklam verilmesi için baskı yapıyor. Banka Yönetim Kurulu’ndan itiraz sesleri yükseliyor: “Kanaltürk bizim aleyhimizde haberler yapıyor, vermeyelim.”
Sonuç değişmiyor, CHP’li üyenin dediği oluyor. Üç ay sonra banka reklam politikasını değiştiriyor ve bir süre sonra Ergenekon davasından dolayı hapse girecek olan Tuncay Özkan’ın Kanaltürk’üne İş Bankası reklam muslukları açılıyor. Konuşmalar ilerledikçe CHP’li Nail Gürman’ın sadece reklam değil hemen her alanda, hatta İş Bankası’nın çocuklar için yaptığı yayınlara kadar istediklerini yaptırdığı ortaya çıkıyor... Ve İş Bankası’nın olay Yönetim Kurulu toplantı tutanakları başlıyor...

Tarih: 28.12. 2005
Nail Gürman konuşuyor:

“Cumhuriyet gazetesi az tiraja sahip diye daha az reklam vermek doğru değildir, bunun gerekçesi yoktur. Bununla ilgili olarak bir başka konu şu. Banka geçmişte bazı yayın organları ve televizyon kanalları ile bir çekişmede olmuştur. Bunun bir sıkıntısı vardır. Biz yakın geçmişte bir gazeteyle bir grupla bu çekişmeyi yaşadık. Sonra sorunlar halledildi. Biz de reklamımızı veriyoruz, iş yürüyor. Eğer ölçü buysa, bu zararı veren gazeteyle de hiçbir zaman bir reklam ilişkisine girmemek lazım. Ama Kanaltürk televizyonunu ihmal etmek mümkün mü? Samanyolu televizyonuna reklam verirken Kanaltürk’ü nasıl ihmal edersiniz? Bunlar düzenlenmelidir, düzgün bir şekilde yapılmalıdır.

KANALTÜRK VE VATAN İŞ BANKASI’NA SALDIRDI

Ersin Özince cevap veriyor:
Vatan Grubu da Kanaltürk de bize 2005 yılı içinde çirkin şeklide saldırılarda bulunan iki yayın organı. (...) Bu yayın organlarının bunu iyi niyetle yaptıklarını ve bankada mevcut olan bir hatayı, yanlışlığı ortaya çıkartmak amacıyla yaptıklarını söylemek mümkün değil. Bunu kendileri bile söyleyemiyorlar. (...) Yalnız bazı ufak farklılıklar var. Bir tanesine açıklama gönderdik, derhal yayınladı (Vatan). Öbürüne mahkeme kararıyla zorlukla yayınlatabildik (Kanaltürk). Bir tanesi bankaya değil daha ziyade hissedarına sataştı. Öbürü her yönüyle bankaya ve iştiraklerine hakaret etti.

(...) Bunun reklam politikamızla ilgili yönü nedir? Aslında hangisine önceden reklam veriyorsak o reklam almaya devam etti. Çünkü onun bir tirajı vardı. Reklam vermeyle teknik yönden ilintisini hiçbir şekilde arkadaşlarıma kurmadım. Onlar tamamen belirledikleri ilkeler doğrultusunda, öteden beri olduğu gibi sürdürmeye devam etti. Onda da bütün çabam, bugün Nail Bey’in ifade ettiği gibi sonunda Samanyolu gibi yerlere reklam vermek değil. Reklamı verirken asla kişisel değerlendirmelerle hareket etmiyoruz. Tiraj vs. hususlar bu kararlarda etkili oluyor.

 

SAMANYOLU’NA REKLAM YARARLI DEĞİL

Tarih: 30 Mart 2006
Nail Gürman:

2006 bütçesi görüşülürken bazı basın yayın organlarına reklam ve ilan verilmesinin yararlı olmadığını ifade etmiştim. Bunun tersine bazı organlara da neden verilmediği konusunda zihnimde bir soru belirmişti . (... ) Samanyolu televizyonuna 150 milyar lira (150 Bin) reklam bedeli veriyoruz. Bu doğru değildir, bu uygulamadan kesinlikte vazgeçilmesi lazımdır. Kanal Türk televizyonuna Akbank, Yapı Kredi, Oyakbank gibi bankalar reklam veriyor da biz hangi gerekçeyle vermiyoruz? O konuda bir gelişme var mı bilmiyorum, onun için ezbere konuşmuş olmayayım. Çünkü Sayın Özince’nin bakacağız, inceleyeceğiz diye bir beyanı vardı, öyle anımsıyorum. Oyle bir hazırlık varsa mesele yok. Ama yoksa da bu hazırlığın süratle yapılmasını ve gündeme taşınmasını uygun gördüğümü ifade edeyim. ... Bana göre yapılan yanlışların ve eksiklerin artık süratle sonunun alınması lazımdır.”

 

ERSİN ÖZİNCE REKLAM POLİTİKASINI DEĞİŞTİRİYOR

Ersin Özince:
Reklam işini daha önce de bilgi verdiğim gibi çok istatistiki ve aritmetik değerlere dayamıştık. Burada yapılan konuşmalar, tartışmalar doğrucusunda bu işi yeniden sorguladık ve mantık değil de sektör uygulamaları nasıl diye baktık. (...) Esasen biz bugüne kadar kitabi davranmayıp bunların bir şekilde reklam gelirleriyle desteklenmesi yoluna gitseydik belki tam tersine destekleyip lehimize lobi yapabilirlerdi.

(...) Burada herkesin beklentisi aynı, herkes İş Bankası icrasından para bekliyor. Biz bu konuda sadece istatistiklere bakarak değerlendirme yapmayacağız. Kanaltürk’e, Haber Türk’e veya diğerlerine, öbür bankalar nasıl reklam veriyorsa biz de o kadar bulunalım düşüncesindeyiz.”

Nail Gürman: Bu uygulama ne zaman başlayacak?

Ersin Özince: Hemen. Bugün basında bizim bilanço ilanlarımız yayınlanacak, onlarla başlayabilir.

Caner Çimenbicer (Yönetim Kurulu Başkanı): Bize hakaret eden, bize kin kusan kurumlara, yayın organlanna reklam verilmesine karşıyım. Kanaltürk de bunlardan birisi ve kişisel olarak reddediyorum ve muhalifim.

Nail Gürman: Hiç kuşkusuz bir basın organının İş Bankası hakkında yaptığı yalan ve yanlış yayınları desteklemek olanak dışıdır ve bu hiç kimsenin içine sinmez. Ancak benim içerideki dosyamda var, bunu aramızdaki bir fikir alışverişinin kanıtı olarak söylemek istemiyorum, ama bunun en taze örneğini Vatan’da yaşadık. Niye Vatan’a reklam vermeye devam ediyoruz? Basisen, Tiryakioğlu, İş Bankası, Evcil diye karmakarışık yayınlar olunca biz Vatan’ın reklamlarını kestik

Ersin Özince: “Kesmedik, onlar kestiğimizi iddia ettiler.”

 

BEDAVADA BASSA ZAMAN’DA ÇIKAN İLANIN ÖNEMİ YOK

Nail Gürman:
Ben bu tür haberleri dosyamda biriktiriyorum. Fatih Ataylı’nın Hürriyet gazetesindeyken, ‘Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince’nin bu görevde ne kadar kalacağını merak ediyorum’ mealinde, bundan yaklaşık bir sene evvel yayınlanmış bir yazısı var. O zaman niye Hürriyet’e, Milliyet’e reklam veriyoruz? Bunun sonu gelmez. Diğer taraftan nasıl büyük ortak için yalan yanlış haber yazıldıysa Cumhuriyet Halk Partisi için de basında pek çok yalan haberler çıkıyor. Eğer öyle bakarsak, CHP de bu bankanın bir parçası. Ben size daha evvel kişisel konuşmalarımızda da o görüşümü aktarmıştım, dediklerinizin hepsine katılıyorum. Kolay iş değildir. Konuşmalarınızda belirtiniz, Cumhuriyet gazetesinin geçmişten itibaren Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir yayın organı gibi davranmadığı tam tersine zaman zaman alıp yere vurduğu da bir gerçektir. Durum böyleyken bedava da bassa, bir kuruşa da bassa, Zaman’da, Yeni Şafak’ta bizim bankanın bilançosunun ilan edilmesinin onu okuyanlar tarafından hiçbir kıymeti olmadığı kanısındayım.

 

ARTIK EKONOMİDE, SİYASETTE TAVIR BELİRLEME ZAMANI

Onun için Türkiye ekonomide, siyasette, her yerde yeniden kesin tavırların, fikirlerin belirlenmesi düzeni içine girmiştir. Biz de bunun tarafıyız. Onun için benim de hepsine birden kızdığım noktalar var. Ona bakarsanız hepimiz ona göre davranalım.

Ersin Özince: Biz aşırı tutucu veya cumhuriyet aleyhtarları yayın organlanna neden reklam veriyoruz, ne kadar veriyoruz? Mesela bugün bilanço ilanımız çıkacak. 1 milyar TL’ye (Bin TL) alırsa Yeni Şafak gazetesinde de çıksın düşüncesindeyiz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük bilançosunu görsünler istiyoruz. Fakat katiyen ne televizyonlarına ne gazetelerine verdiğimiz rakamlar ciddi tutarlara varmıyor.

 

ONLARA REKLAM VERMEYE BEN DE RAZI DEĞİLİM

Arkadaşlanmdan aldığım bilgiler 6 milyar TL (6 bin) civarında olduğu şeklinde. İsterseniz bu rakamları bir dahaki toplantıda kime kaç para vermişiz açıklarım. Benim kesinlikle bunlara bu tutarlarda iş verilmesine bir rızam yok, böyle bir bilgi de yok. Bütün aleyhtarlığına rağmen Zaman’da yeri geldiğinde iki cins ilan çıkabiliyor. Çünkü Zaman’ın belli bir tirajı var. Böyle olduğu için firma destekli Maximum Kart ilanları çıkıyor. Örneğin İstikbal Kanepe’nin reklamları olabiliyor ve zaten bunun önemli bir bölümünü İstikbal sağlıyor. Bizim müşteriye şu gazetede çıksın, bu gazetede çıksın şeklinde yönlendirmemiz olamayacağı için bu tür reklamları mazur görmek lazım. Sadece İş Bankası olarak verdiğimiz reklamlar ise son dereca mahduttur ve diğerlerine vermemiz söz konusudur.

Ersin Özince: Hümanistim Tuncay Özkan: Ben vururum

ERSİN ÖZİNCE: Kanaltürk, gibi kanallara öteden beri sempatiyle baktık. Fakat Tuncay Özkan Bey’in, bu kanalı kurmadan önce Akşam gazetesinin yayın grubunun başındayken, Bankamız aleyhine doğrudan yaptırdığı yayınlar olmuştu ve ben bunu astlarıyla da üstleriyle de, kendisiyle de konuştum. Zaten kendisi de doğruluyor ve “Hayat böyle Sayın Özince, hayat bir mücadele” diyor. Ben hümanistim dediğimde, “Ben insanların hümanistliğine, iyiliğine inanmam. Ben size vururum, siz kendinizi korursunuz.. Benim sorunum İş Bankası’yla değil, yönetimiyle. İş Bankası yönetimi değişmelidir” diyor. Bunu bazı kişilerle paylaşıyor. Söylediğine göre İş Bankası Genel Müdürü’nü değiştirecekmiş. Geçen genel kurulda olmamış, bu genel kurulda değiştireceğini söyleyebiliyor. Direkt bu ifadeyi değil ama buna benzer ifadeleri benim yüzüme karşı da söyledi. Ben de kendisine, hayatta sizin gibi kimselerden yoruldum, size başarılar dilerim dedim. Bu konuşmalar gayet nezaket içinde geçti ve sonunda tokalaşıp ayrıldık. Ama hakikaten böyle insanların, bu makamlarda, böyle yerlerde oturan insanların ve bu tür siyasetin beni çok yorduğunu ifade etmek isterim...

NAİL GÜRMAN, İş Bankası’nın Atatürk’ten kalan yüzde 28’lik hissesini temsilen yönetim kuruluna giren üyelerden sadece biri. Ancak banka yönetim kurulu adeta ona hizmet için toplanıyor. Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyesi Ersin Özince sürekli olarak Gürman’a hesap veriyor. Bankanın Yönetim Kurulu Başkanı Caner Çimenbiçer ise sessiz. Toplantıda neredeyse bütün üyeler Gürman’a biat eder gibi... 

----------------------------------------------------

Bu bankacıların İŞ’i gücü Cumhuriyet’miş

Oğuz Karamuk / TARAF
30.05.2013
İş Bankası yönetimine CHP kontenjanından giren Deniz Baykal’ın avukatı Nail Gürman takıntılı bir ısrarla Cumhuriyet gazetesine ilan verilmesini istiyor. Yeni Şafak ve Zaman’a ilan verilmesine ise karşı. Bankanın o zamanki Genel Müdürü, şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, Cumhuriyet’in reklamlarını yüzde 57 artırdıklarını, ilan yükseltmenin dışında gazeteyi satın almak için ciddi ciddi uğraştıklarını, kendisinin bu konuyla ilgili birkaç kez İlhan Selçuk’la görüştüğünü anlatıyor. Özince Yeni Şafak ve Zaman’a ilan verilmesini yasakladığını kendisi itiraf ediyor. Konuşulanlar bankanın yönetim kurulunun ideolojik bir yapılanma içinde olduğunu kanıtlıyor
Dün, İş Bankası Yönetim Kurulu’na CHP adına giren Deniz Baykal’ın avukatı Nail Gürman’ın, Ergenekon davasından tutuklu olan ve o dönem Ak Parti hükümeti hakkında yaptığı aleyhte yayınlarla dikkat çeken Tuncay Özkan’a ait Kanaltürk kanalına reklam verilmesi için, yönetime nasıl baskı yaptığını gösteren konuşmalarını yayımladık. Nail Gürman’ın baskısına dönemin İş Bankası Genel Müdür Ersin Özince önce direniyor gibi gözüküp, ardından istenilenleri adeta gönüllü olarak yerine getiriyordu. Bugün İş Bankası’nın 2005-2007 dönemindeki yönetim kurul toplantı tutanaklarında bir başka önemli konu olan Cumhuriyet gazetesiyle ilişkileri içeren konuşmaları yayımlıyoruz.

Toplantılarda geçen konuşmalar, halen İş Bankası’na ait Milli Reasürans’ın yönetiminde olan Nail Gürman’ın Cumhuriyet gazetesine daha fazla reklam verilmesi isteğinin nasıl bitip tükenmek bilmeyen bir ısrara dönüştüğünü gösteriyor. Ersin Özince’nin ise bankacı halinden pek eser kalmamış. Cumhuriyet’in reklamlarını bir yılda yüzde 57 artırdığını, Zaman’a, Samanyolu’na, Yeni Şafak’a adeta reklam verilmesini yasak ettiğini ‘övünerek’ anlatıyor. Tutanakları okudukça, Ersin Özince’nin Cumhuriyet’e ortak bulmak için uğraştığını, danışmanlıklar verdiğini görüyorsunuz. Ak Parti Hükümeti’nin iktidara gelişini “Genç subaylar rahatsız” manşetiyle karşılayan Cumhuriyet gazetesi, arada bankayla ilgili aleyhte yayınlar yapsa da Özince’nin deyimiyle çok ciddi ‘müzaheret’ yani arka çıkma görmüş. Öyle ki, İş Bankası Yönetim Kurulu, Cumhuriyet gazetesini nasıl satın alabiliriz diye ciddi ciddi konuşmuş, plan bankacılık mevzuatı izin vermediği için hayata geçirilememiş.


» 30 mart 2006

NAİL GÜRMAN: ...Özellikle Cumhuriyet gazetesine uzun yıllardan beri hiçbir şekilde ne kendimiz ne de iştiraklerimiz aracılığıyla bir yardımda, katkıda bulunmuyoruz.

ERSİN ÖZİNCE: ... Bu mealde Cumhuriyet gazetesinin çok ciddi müzaheret gördüğünü ifade etmek isterim. Ben iş prensiplerimle ve bankamızın prensipleriyle ters düşmeyecek noktalara kadar Cumhuriyet gazetesine fazla reklam verilmesini veya destek verilmesini savundum. Hatta geçmişte bu gazetenin sahiplik sorununa çare aranmasında dahi bazı çabalar gösterdim. Cumhuriyet gazetesi her zaman tirajına göre diğerlerinden daha farklı pay almıştır. Bunun gerekçesi de okurun niteliğidir. Ayrıca Cumhuriyet gazetesi ile Hasan Ali Yücel dizisinin basılması ve ücretsiz dağıtılması gibi müşterek bazı kampanyalar yapılmıştır. Daha birçok konuda kendilerine fikir verilmiştir, danışmanlık yapılmıştır. Ama onların ihtiyaçlarını tümüyle karşılamak bizim imkânlarımız dâhilinde değil. Özellikle Gürbüz Çapan ve Turgay Ciner beylerle ortaklık yapmaya karar vermelerinden sonra biz onlara biraz daha mesafeli durduk. Reklam kampanyalarımızda her zaman tirajdan bağımsız, ayrı bir müşteri kitlesinin gazetesi olarak destekliyoruz.

ZAMAN İLE YENİŞAFAK’IN OKURU CUMHURİYET’İNKİYLE KIYAS EDİLMEZ

Beklentilerini diğer yayın organlarına yaptığımız esaslarla karşılamamız mümkün değil, ihtiyaç duydukları desteklerin miktarı onların hissesine düşecek miktarların her zaman kat be kat üzerinde oldu. Tabii, ki kabili kıyas değil ama Yeni Şafak gazetesine veya Samanyolu televizyonuna verdiğimizden çok daha fazlasını Cumhuriyet’e öteden beri verdik. Ama Cumhuriyetin mali problemleri çok büyük. Bu konu tabii çok tartışılacak bir konu.


» Tarih: 23.01.2007

YAVUZ EGE (CHP kontenjanından atanan yönetim kurulu üyesi):

(...) Raporda yayın faaliyetleri konusunda bilgi var. Bu bağlamda, geçenlerde dikkatimi çekmiş olan, 14 Ocak tarihi Cumhuriyet gazetesinde çıkan Hikmet Çetinkaya imzalı bir yazıdan bahsetmek istiyorum. Cumhuriyet, POAŞ ve Türk solu başlığını taşıyor. O yazıda bankamızla ve Sayın Genel Müdürümüz’le ilgili bir takım ifadeler var. “Yıllar önce İş Bankası, Cumhuriyetin yakın tarihimizle ilgili kitaplarına destek veriyordu. Fethullah Gülen Atatürk’ün kurduğu bankaya bir rest çekti, destek bir anda kalktı” diyor ve arkasından “Biliyorum Aydın Doğan’ın İş Bankası Genel Müdürü Ensin Özince ile arası çok iyiydi” diye bir ifade ile devam ediyor.

NAİL GÜRMAN: Benden evvel söz alan arkadaşlardan Sayın Ege, 14 Ocak tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazıdan söz etti. Buna bir yanıt verdik mi veya bir açıklama gönderdik mi veya bir mektupla bunun doğru olmadığını söyledik mi bilmiyorum.

Bunun yanı sıra, ben verdiğimiz TV reklamlarını ve gazete reklamlarını izliyorum. Bu sorunun da yanıtını ilgili arkadaşlarımdan rica ediyorum. Neden Cumhuriyet gazetesine reklam vermiyorsunuz? En son örnek olarak söylüyorum, Vatan gazetesi son yayınlarında ileri geri bir sürü haber yazdı, açıklamalar gönderildi, sonra Vatan gazetesiyle ilgili yayın problemimiz düzeldi. Neden Cumhuriyet gazetesine reklam verilmiyor? Bir kişisel karar mıdır, bir toplu karar mıdır, yoksa bu resmi banka politikamız mıdır? Eğer bir gazete İş Bankası ile ilgili yalan yanlış haber veriyor diye reklam kesiliyorsa o zaman ben çizelgesini çıkarayım, bir sürü gazete getireyim önünüze, hepsinin reklamını keselim.

 

CUMHURİYET’İN REKLAMINI BİR YILDA YÜZDE 57 ARTIRDIK

ERSİN ÖZİNCE: Sayın Gürman’ın, Cumhuriyet gazetesi ile ilgili sorusunu da bu vesile ile cevaplamak isterim. Biz prensip olarak hem görsel medyada hem yazılı medyada hedef kitle ve erişim temel prensipleri üzerine, tamamen matematik bir model üzerinden yatırım kararını veriyoruz. Bu kapsamda Cumhuriyet gazetesinin 2005 yılında 74 bin 500 TL, 2006 yılında da 117.200 TL payı oldu ve yaklaşık yüzde 57’lik bir artış söz konusu. Her yıl periyodik olarak bu mecralarla da temas kuruluyor. Bu bağlamda, önceki hafta kendileri ile bir temas kurulmuş ve gelen kişiler bu toplantıda memnuniyetlerini ifade etmişler. Onu da belirtmek isterim.”

NAİL GÜRMAN: Bu dönem içinde Zaman Gazetesine, Samanyolu televizyonuna verilen reklam bedeli nedir?

ÖZCAN TÜRKAKIN (İş Bankası iştiraklerinden Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası’nın şimdiki Genel Müdürü. O dönem İş Bankası’nda Genel Müdür Yardımcısıy’dı): Şu anda yanımda yok ama iletebiliriz. Prensip olarak yoğun olarak planladığımız imaj kampanyası şeklînde yıllık iki büyük kampanyamız var, ki bunların birisi bilanço döneminde, birisi de kuruluş yıl dönümünde yayınlanıyor. Sınırlı erişimi olan söylediğiniz tür kanallardan, genel olarak bu iki kampanyada faydalanıyoruz. Onun dışında, ağırlığı oluşturan kredi kartı ve bireysel ürünlerle ilgili reklamlarda pek bu tür kanalları kullanmıyoruz.

NAİL GÜRMAN: Söylediğiniz matematik dağıtım ölçüsü Zaman gazetesi ile Cumhuriyet gazetesinin tirajı karşılaştırıldığında nasıl bir sonuç veriyor diye öğrenmek için sormuştum.

 

GENEL MÜDÜR ZAMAN’A, YENİ ŞAFAK’A REKLAM VERMEYİ YASAK ETTİ ASLINDA!

ERSİN ÖZİNCE: Ben Cumhuriyet gazetesi ile ilişkileri detayı ile anlatacağım, fakat Zaman Gazetesi ile Cumhuriyet’in mukayesesi söz konusu olamaz. Özcan Bey (Türkakın) usule uygun cevap veriyor, ama Genel Müdürün o gazetelere reklam vermeyi yasak ettiğini söylemesi lâzım aslında.
ÖZCAN TÜRKAKIN: “Yeni Şafak, Samanyolu, Zaman Gazetesi gibi kanalları kullanmıyoruz.
ERSİN ÖZİNCE: Aritmetik modeller onlara da reklam vermek gerektiğini gösteriyor. Fakat bunlara bir tek bilanço büyüklüğü ile ilgili reklam veriyoruz.
NAİL GÜRMAN: Sonuçta aritmetik hesabın dışına çıkılabiliyor demek ki.

ERSİN ÖZİNCE: Bilançonun büyüklüğünü, İş Bankası’nın Türkiye’nin en büyük bankası olduğunu herkes duysun diye, çok cüz’i birtakım reklamlar onlara da verildi. Zaten onların reklamları daha ucuz. Fakat onun dışındaki kampanyalarda bu gazetelere reklam vermedik.

 

CUMHURİYET VE BRT’Yİ ALABİLİR MİYİZ DİYE BAKTIK

(...) Nitekim geçmişte basın sektörüne girmek dahi değerlendirilmiştir. Bu heyette bugün söz konusu olduğu gibi geçmişte basınla ilgili değerlendirmeler yapılmış ve BRT televizyonunu çalıştırabilir miyiz veya Cumhuriyet gazetesine hissedar olabilir miyiz gibi konuşmalar dahi yapılmıştır. Geçmiş dediğim de çok uzak geçmiş değil, yakın bir süre öncesidir.

(...) Buna rağmen Cumhuriyet gazetesiyle zaman zaman çeşitli yakınlaşmalar denedik. Hatta İş Bankası Cumhuriyet Gazetesini satın alabilir mi seviyesine kadar, konu bazı kimselerce değerlendirildi. Hatta geçmişte, Cumhuriyet gazetesi çok büyük problemler içindeyken sayın yönetim kurulu üyelerimizden de ‘bu konuları değerlendirelim, acaba biz Cumhuriyet gazetesini alabilir miyiz diye bakalım’ şeklinde temenniler dile geldi. Fakat Türkiye’deki yasal mevzuata baktığımızda bunun imkânsız olduğunu gördük.
NAİL GÜRMAN, İş Bankası yönetim kurulunda Ersin Özince’den hesap sormaya devam ediyor. Toplantılar boyunca hep aynı soruyu soruyor: “Cumhuriyet’e neden ilan vermiyorsunuz?” Ersin Özince kayırma, kollama, arka çıkma yaptıklarını anlatsa da Gürman tatmin olmuyor. İş Bankası’nın 360 milyon liralık reklam ve tanıtım bütçesine ilişkin görüşmelere Cumhuriyet gazetesi damga vuruyor.


Cumhuriyet’i tarafsız biliyorduk taraflı çıktı!

Ersin Özince: ...Heyette bu konuda bir eğilim belirtilip (Cumhuriyet’in satın alınması) cumhuriyetin kurduğu gazete gibi değerlendirmeler yapılınca, ben Sayın ilhan Selçuk’la birkaç kez bir araya geldim. Basında da galiba sonradan çıktığı şekilde Esas Holding ile İş Bankası’nın, Cumhuriyet gazetesini birlikte almaları ya da hissedar olarak girmeleri gazete tarafından çok istendi. Fakat gerek söylediğim nedenlerden ötürü ve gerekse Cumhuriyet gazetesi hisselerinin bir vakfın elinde olması nedeniyle bunu gerçekleştirmek mümkün olmadı. Daha sonra Cumhuriyet gazetesi maalesef bir dönem bizim ikinci büyük ortağımıza (CHP) karşı da bazı yayınlara girdi. Bu durum muhtemelen genel başkan değişikliği sırasındaydı. Politik bir gelişme olduğu için o dönemde özellikle uzak durduk. Gazete ile ilk yakınlaşma önceki sayın genel başkanın döneminde olmuştu ve Sayın Deniz Baykal’ın yönetime geleceği sıralarda Cumhuriyet gazetesi çok ilginç bir yayın yapmaya başladı. Bu bizi şu nedenle ilgilendirdi, tarafsız diye düşündüğümüz Cumhuriyet Gazetesinin birdenbire ciddi bir taraf olduğunu gördük.

İnsan insana benzer... Ya karikatür karikatüre?

İnsan insana benzer derler ya... Aynı şey karikatür için de geçerli. Bazen birbirini hiç tanımayan nice karikatürist, kilometrelerce uzaktaki bir meslektaşının çizdiği espiriyi neredeyse aynı şekilde düşünüp çizebiliyor. Bazen "intihal" koksa da yaşanabilecek olan bir durum bu.

Örneğin Levent Gönenç, bloglarından birinde bu benzer karikatür meselesine pek çok örnek gösteriyor. Buradan, buradan ya da buradan Gönenç'in dikkat çektiği benzer karikatürlere örnekler incelenebilir.

Peki benzer karikatür meselesi iki mizah dergisinin kapak karikatüründe yaşanırsa ne olur?

Penguen'in lokomotif çizerlerinden Erdil Yaşaroğlu Nisan 2012'de Hür Kamu Çalışanları Sendikası ('nın dergisi) için verdiği röportajda, haftalık mizah dergilerinin kapak karikatünün nasıl çizildiğini şöyle anlatıyordu:

29 Mayıs 2013 Çarşamba

RedHack gazetecilere verilen çekleri de açıkladı!

RedHack tarafından Egemen Bağış ve eşi Beyhan Yıldırım'a ait olduğunu iddia edilen mailler ve bazı belgelerin yayınlanması kafaları karıştırdı. Bugüne kadar emniyet, içişleri, TÜBİTAK, YÖK vb. devlet kurumlarına ve okul sütü skandalı sonrasında süt üreticilerine yönelik eylemleri ile kamuoyunda ciddi bir "hayran" kitlesi yaratan RedHack'in bu son eylemi "kişisel hayatı" ihlal suçlaması ile tepki de çekti.

MAİLLER VE BELGELER GERÇEK

RedHack tarafından kırılan, ardından Bakan Bağış'ın “özel yaşama müdahale” gerekçesiyle mahkemeden sansür istemesi belgelerin içeriğinin gerçek olduğunu da ortaya koyuyor. Zaten RedHack üyeleri de, “Egemen Bağış, RedHack'i Mahkemeye Vererek, hakkındaki belgeleri doğruladı. AKP milletvekili ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın adam kayırma, torpil gibi özelliklerini ve ahlak bekçiliği yaparken, kendi "ahlakini" ortaya serdiğimiz, yine kendi mail yazışmaları, başvurdukları mahkeme kararıyla blogger yönetimi tarafından kal dirilmiştir. Bu sayede belgeleri doğrulandığını da öğrenmiş olduk. İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığına hazırlanan Egemen’lerin başı bu gidişle çok ağrıyacak gibi” dedi.

“http://redleaks.blogspot.com” sayfasında yer alan ve Egemenleri Bağışlamayacağız sloganı ile açıklanan belgeler, Bağış'ın talebi ve Ankara 3. Sulh Mahkemesi’nin kararıyla doğrultusunda   Google tarafından kaldırıldı. Grup, belgeleri bu kez “http://redleaks.blogspot.nl/” adresinde yayınlanlamaya başladı.

BELGELER İÇİNDE NELER VAR?

Bakan Bağış ve eşinin mailleri ve ("belgeler sahte" diyenleri ikna edecek fotoğrafların) yanısıra Bağış’ın 2008 yılı vergi bildirimi ve telefon arama listesi ile Egemen Bağış'ın eşi Beyhan Bağış'ın temsilcisi olduğu Vakko'nun hediye çeklerini kimlere gönderdiğinin listesi de açıklanan belgeler arasında. Çekler içinde ismi geçen gazetecilerin varlığı da dikkat çekici.

EN BÜYÜK ÇEK ERDOĞAN'A İKİNCİSİ İSE BARLAS'A

Vakko'nun hediye çekleri listesinde en yüksek meblağın 5 bin TL ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a verildiği anlaşılıyor.

Toplamı 90 bin lirayı bulan listede, Erdoğan’dan sonra en yüksek miktar 4.750 TL ile Mehmet Barlas ve eşi Canan Barlas'a gitmiş. 

Listede özellikle gazetecilerin bu hediye çeklerinden faydalandığı görülüyor. Taraf, Posta, Radikal, Hürriyet, Sabah, Milliyet, Vatan, Habertürk, Türkiye, Star, Dünya, Bugün, Zaman, Kanal 24. Çeklerdeki miktarlar 150 TL ile 5 bin arasında değişiyor.

İşte listede yer alan gazeteciler ve yollanan çeklerin TL karşılığı:

 

 



HANGİ GAZETENİN YÖNETMENİ İLE YAŞIYOR BİZİ ALAKADAR ETMEZ

RedHack, “Bir defa sunun altını çizelim "özel hayat" meselesi olsaydı bizlerin "neler yayınlayabileceğini" Egemen çok iyi biliyor, bizlerin yani sosyalistlerin ahlaki yapısı onların yaptığı gibi "yandaş" medyada insanların özel hayatını çarşaf çarşaf yayınlamalarına benzemez. Kim kimin sevgilisi, kim kimi ne yapmış, hangi gazetelerin yönetmeniyle ne yaşıyorlar bizi alakadar etmez. Bu arada belirli bir kesimin hümanizminin sadece "kendi tecavüzcülerine" olması da ayrıca incelenmesi gereken pedagojik bir olay” diye ekledi.

LİSTEDEKİ İSİMLER NE DİYOR?

Candaş Tolga Işık: Vallaha bana ulaşan bir hediye çeki yok ama siz isterseniz bir de Tolga Candaş'a sorun!

Yıldıray Oğur: Beyhan-Egemen Bağış'ı tanımam, hayatımda kimseden hediye çeki almadım,almam, avanta hiçbirşeyi kabul etmem, etmedim. Bu iftirayı haber yapanlar/yapacaklar hakkında açacağım tazminat davası paralarıyla Vakko'dan alışveriş yapmayacak kadar da zevk sahibiyim.. ülkerin yılbaşı kutusundan abur cuburla karnımı doyurmuşluğum vardır tabi.

Cemil Barlas (Mehmet ve Canan Barlas'ın oğlu):  piyasada dolaşan "hediye çeki" listesi uyduruktur.. iftiradır.. ayrıca yayınlanan isimler yayınlandıktan sonra bile değişmektedir..

Esin Gedik (Ertuğrul Mavioğlu aracılığı ile) Esin Gedik aradı: "kimseden hediye çeki almadım, gönderseler iade ederdim" dedi

GAZETECİ HEDİYE KABUL EDER Mİ?

Basın mensuplarına toplantı ve değişik sebeplerle hediye verilmesi eskiden beri etik bir problem olmuştur. Çok bilinen birt tartışma bu aslında. Gazeteci hediye kabul eder mi etmez mi? Yanıt net: Etmez. Yılbaşı hediyesi de mi kabul etmez? Yanıt aynı: Etmez.

Çağdaş Gazeteciler Derneği üyelerinin uyması öngörülen gazetecilik ilkeleri başlığı ile ilan edilen ilkelerin ilk maddesi şöyle diyor mesela:
1. Gazetecilik kamu görevidir; gazetecinin temel amacı haber ve yorum üreterek halkı ve kamuoyunu bilgilendirmektir. Gazetecilik, özel amaç ve çıkarlara alet edilemez; haber ve bilgiyi yayımlamak ya da yayımlamamak karşılığında maddi-manevi çıkar sağlanamaz, hediye kabul edilemez.
Medya Etiği Platformu, "Gazeteciler iltimas, hediye veya para için bilgi vermeyi öneren kaynaklardan uzak durmalıdır." dedikten sonra şöyle devam ediyor:
Hediyeler, özel muamele veya para almak kabul edilemez.
TGC'nin Gazetecilik Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi de benzer bir tepki gösteriyor hediye olayına:
Hediye: Yayın Öncesi kararlarla ve yayınlarla ilgili önyargı, kuşku yaratacak her cinsten kişisel hediye ve maddi menfaat reddedilmelidir.
Bir başka meslek kuruluşu Ekonomi Muhabirleri Derneği, etik ilkelerinde şöyle diyor:
EMD Üyesi kamu ya da özel sektör kuruluşlarından, bunların yetkililerinden ve bunlar adına basınla ilişkileri sağlayan birim ve kuruluşlardan herhangi bir gerekçeyle hediye kabul edemez.
PEKİ NE YAPACAĞIZ?

Gerçekten ne yapacağız? Bir bakanın eşi çalıştığı kurumdan pek çok gazeteciye hediye çeki gönderiyor. Almadım diyen de var elbet ama sesini çıkartmayan (dolaylı yoldan aldığını kabul eden de) var. Meslek Kuruluşlarından pek ses seda çıkmıyor. Bakalım gazetecilerin  aldığı hediyeler yanlarına kar kalmaya devam mı edecek?

27 Mayıs 2013 Pazartesi

‘Köşe yazarı’ diye meslek mi olur?

Başlığı Akşam gazetesine röpotaj veren Posta gazetesi "köşe yazarı" Candaş Tolga Işık'tan ödünç aldım.

Medyada bir anda yıldızı parlayan isimlerden biri Candaş Tolga Işık. Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil gibi kelime oyunları ile süslü yazı yazanlardan. Belki de Beşiktaş taraftarı olmanın verdiği "muhalif" kimlik ile sokağın/tribünün nabzını tutabilme, onlarla beraber soluk alıp vermenin getirdiği bir durumun birleşmesi Candaş Tolga Işık'ın başarısının sırrı.

Kısa bir süre önce yazılarından derlenmiş bir kitabı çıktı. İthal Edilmiş Korkular Ülkesi ismiyle. Haliyle gazetelerde röportajlar yapılarak kitap okura tanıtılıyor.  

Ben Posta ve Akşam gazetelerindeki röportajları gördüm şimdilik... Eminim başka röportajlar da yapılmıştır/yapılacaktır. 

Akşam'dan Kaan Kavuşan'a konuşan Işık şöyle diyor:  
Peki, ‘moleküler biyoloji’, ‘gen mühendisliği’ derken gazetecilik nasıl karşınıza çıktı?
Kararı ben vermedim, Allah verdi... Bana kalsa ya bilim adamı olacaktım ya da ilaç firmasında yönetici! 2001’de bir yandan ilaç firmasında çalışıyor, bir yandan da hafta sonları radyo programı yapıyordum. Acayip konuklar alıyorum. Bakanlar, belediye başkanları, siyasi parti liderleri, sanatçılar… Herkes Fatih Terim’i arıyor mesela, bir tek ben ulaşıyorum, tekneden programa bağlanıyor. Radyonun genel müdürü İlhan Uzundurukan “Sen gazetecilik yapmalısın” dedi. Beni Rıfat Ababay’a gönderdi. Rıfat Abi önce pek yüz vermedi. Sonra 1 yıl sürekli aradım, hatta taciz ettim: “Şöyle bir haber var; bununla konuştum; şöyle şeyler dedi” diye... Bir gün Rıfat Abi, “Gazeteye gelsene tekrar” dedi. “Programda konuştuğun insanlarla gazeteye röportaj yap.” Başladım. O arada ilaç firmasından kovuldum.

26 Mayıs 2013 Pazar

Elif Şafak'tan Türk medyasında bir ilk! İki gazete tek röportaj

Efsanevi müzik grubu Pink Floyd'un solisti Roger Waters yazar Elif Şafak'a verdiği röportajda dünya medyasının diline düşecek Türkiye itirafında bulundu.

Ünlü yazar Elif Şafak,  Hürriyet gazetesinin medya sponsoru olduğu ve 3 Ağustos'ta İstanbul'da gerçekleşecek 'The Wall' turnesi öncesinde Pink Floyd grubunun solisti Roger Waters ile görüştü.

24 Mayıs 2013 Cuma

Abdi İpekçi, Ülkücü Ali ve Emin Çölaşan...


Haber,  24 Mayıs 1977 tarihli Milliyet gazetesinden: "Kültür Bakanlığı 'Ülkücü Ali' adında çocuk romanı çıkardı" başlığı aslında tüm olayı açıklıyor.

Haberde Emin Çölaşan'ın imzası var. Spotta şöyle deniliyor: "Romanda, ortaokul öğrencisi "Ülkücü Ali"nin köyünde "ülkücülük" çalışmaları yapıp nasıl örgüt kurduğu anlatılıyor"

Gazetenin genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi'nin Ecevit sempatizanı ve sosyal demokrat bir gazeteci olduğunu biliyoruz. Gazetede o dönem böyle haberlere sık rastlanıyordu. Sonuçta bu haberin üzerinden 2 yıl geçmeden İpekçi'de Ülkücü Gençlik Derneği yöneticisi Abdullah Çatlı ve Oral Çelik yönetimindeki bir ekip ve bir başka "Ülkücü Ali" Mehmet Ali Ağca tarafından öldürülecekti.


Dönemin Kültür Bakanı Rıfkı Danışman. İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu ve TODAİE mezunu. PTT Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliği yapmış bir isim 3.(XIV), 4.(XV) ve 5.(XVI) Dönem Erzurum Milletvekilliği ile Ulaştırma Bakanlığı görevinde bulunmuş.


İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti sırasında yani 1977 seçimlerinden sonra CHP %41 oy almasına rağmen, elde ettiği 213 milletvekili hükümet kurmasına yetmediği için AP Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından AP-MSP-MHP'den oluşan hükümette Kültür Bakanlığı görevini yürütmüş Danışman.

Danışman'ın ismi yıllar sonra bir kez daha gündeme gelmişti. Yanda çocukluk fotoğrafları görünen UNİ-Mar şirketi, kendi yönetim kurulu başkan vekili ve genel müdürü Ahmet Ümit Danışman ve  Enerji Bakanlığı'nın yap-işlet-devret'lerden sorumlu müsteşar yardımcısı  Haldun Atıf Danışman kardeşler yüzünden babalarının adı yine gazete haberlerine çıkmıştı.

Müsteşar Yardımcısı abinin, enerji üreten bir firmanın müdürü olan kardeşinin şirketine bazı avantajlar tanındığı tartışması çıkmıştı.

Danışman'ın oğlulları böyle. Peki ya babası? Baba "Hoca" Sakıp Efendi Erzurum Müftülüğü görevinde bulunmuş bir isim.  Sakıp Danışman'ın ölümünden kısa bir süre önce Fethullah Gülen ile yaşadığı bir problem Gülen tarafından da şöyle anlatılıyor:

Sakıp Efendi, bir zaman kültür bakanlığı yapmış olan Rıfkı Danışman Beyefendi’nin babasıydı. Büyük bir âlimdi. Kendisinden çok az da olsa ders dinlemiştim. Gençliğim sırasında bir defasında Erzurum’da vaaz vermiş ve bir sinemada oynatılmak üzere afişleri asılmış bulunan “İslâmiyet’in Doğuşu” mu, yoksa “Hazreti Ömer’in Adaleti” mi, bir filmin oynatılmasını, “Eşya misliyle temsil edilir, kimse Hazreti Ömer’i, Hazreti Hatice’yi oynayamaz.” diyerek önlemeye çalışmış ve halkı uyarmıştım. Halk da usûlünce o filmin oynatılmasını protesto etmişti.

O zaman Sakıp Efendi Erzurum’da müftü idi. Bu hâdise, oldukça canını sıkmıştı. Daha sonra, askerde iken izinli olarak Erzurum’a geldiğimde yine vaaz etmek istedim. Önceki hâdise dolayısıyla Hocamız izin vermek istemedi. Halk, sokağa döküldü ve bunun üzerine müsaade etmek zorunda kaldı. Daha sonraları, hastalanıp yatağa düşünce, “Gidip bir ziyaret etsem, acaba kabul eder mi?” diye haber gönderdim. Kabul buyurmuşlardı. Ziyaretine vardım ve ölüm döşeğindeki o hasta adam beni kapıda karşıladı, boynuma sarıldı.

Evet, o öylesine kâmil bir insandı. Şark’ın daha başka şehirlerinden de âlim, kâmil zatlar çıkmıştır ama, böylesine mübarek insanlar o zaman en çok, Erzurum ve İstanbul gibi yerlerde bulunuyordu. (24.12.2011)
Küçük bir haber ve internette biraz gezinme bakın nasıl ilişkileri ortaya çıkartıyor. (Yine mi Yalçın Küçük gibi yazdım yoksa?)


23 Mayıs 2013 Perşembe

Hayri Kozakçıoğlu intihar etti

75 yaşındaki eski Olağanüstü Hal (OHAL) Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Sarıyer ilçesindeki evinde ölü bulundu.

Polis kaynakları yanında beylik silahı bulunan Kozakçıoğlu'nun intihar ettiğini açıkladı.  

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU KİMDİR?

Hayri Kozakçıoğlu, 1938 yılında Manisa’da dünyaya geldi. 1959 yılında kaymakam adayı olarak göreve başlayan Kozakçıoğlu, Çamlıhemşin, Ardeşen, Delice, Çüngüş, Çınar, Kepsut ve Gökçeada ilçelerinde kaymakamlık yaptı.

Güvenlik hizmetleri ile ilgili olarak bir süre yurt dışında inceleme ve araştırma yaptıktan sonra, 1978 yılında Erzurum Valiliği'ne atandı.

Daha sonra Vali kadrosu ile 1,5 yıl süre ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevini ifa ederek, 12 Eylül 1980'den sonra Adana Valiliği'ne atandı. Üç yıl süre ile Adana Valiliği ve 3,5 yıl Sakarya Valiliği görevlerinden sonra 12 Ocak 1987 tarihinde Diyarbakır Valiliği görevine başladı. Bu görevi yürütürken 19 Temmuz 1987'de Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'ne atandı.

Hayri Kozakçıoğlu, iki dönem milletvekili olarak Meclis'te de bulundu. Hayri Kozakçıoğlu, İpekçi suikastı soruşturmasında polis müdürü olarak görev yapmıştı.

KOZAKÇIOĞLU'NU NASIL HATIRLAYACAĞIZ?

Kozakçıoğlu'nun adı anılınca hatırlanması gereken üç önemli olay var aslında.

Biri, 15 Aralık 1990'da yayınlanan, kamuoyunda "Sansür ve Sürgün Kararnamesi", "SS Kararnamesi" olarak da bilinen olağan üstü hal bölgesi için düzenlenen Kanun Hükmünde Karaname. SS Kararnamesi kitapları, gazeteleri, dergileri, kısaca basılmış her şeyi mahkeme izni olmaksızın deyim yerindeyse "kafasına göre toplatabilme, yayınını durdurabilme gibi" yetkilerin yanı sıra, Olağanüstü Hal Valiliğinin, bölgede yaşayan insanları sürgüne yollayabilme, süresiz ve sınırsız gözaltında sorgulayabilme yetkileri veriyordu.

İkinci önemli olay ise Olağanüstü Hal Bölge Valisi iken Kuzey Irak'tan göç eden Kürtler için gönderilen 2 milyar lirayı kişisel hesabına geçirmek ve İstanbul Valiliğine atanması sonrasında da ödememek ile suçlanmış olması.
Hayri Kozakçıoğlu bu iddia karşısında söz konusu parayı dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’nin onayı ile 12 Ağustos 1991’de kendi hesabına aktardığını ve 18 Ocak 1993’de Bölge Valiliği’nin talebi üzerine geri gönderdiğini öne sürdü.
Ancak Kalemli bu olaydan haberi olmadığını öne sürdü.  O dönemde Kozakçıoğlu'nun Vakıfbank'taki kişisel hesabında 7 milyar lira olduğu ortaya çıktı, İçişleri Bakanı Gazioğlu bu paranın dondurulduğunu açıkladı.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Kozakçıoğlu’nu istifaya davet ederken, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in “parayı Diyarbakir'dan getirip bankaya yatırdıysa ne olmuş yani? Yemedi ya? Yerinde duruyor... Verdimse ben verdim!” beyanı ile olay sümenaltı edilmişti.

Üçüncü bir olay ise Gazi Mahallesi olayları ile ilgili...  Gazi Mahallesi'nde 1995'teki yaşanan olaylarda göstericileri öldürmekten hüküm giyen ve meslekten ihraç edilen polis Adem Albayrak, operasyonun başında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir'in, dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu'nun ve dönemin emniyet genel müdürü Mehmet Ağar'ın olduğunu söylemiş, "emri onlar vermişti. ama hapiste yatan biz olduk" demişti.

Emin Çölaşan'ın minik kuşu kim?

Emin Çölaşan bir dönem Türkiye'nin en çok dikkat çeken köşe yazarıydı. Röportajlar yapmayı bırakıp kendisine Hürriyet'te tahsis edilen köşesinde bol küfürlü, ilginç enformasyonlar ile süslü yazıları ile stotükonun güçlü temsilcilerinden biriydi.

Doğru düzgün bir analize ve gazeteciliğe başladığı günden Hürriyet'teki köşesini kaybetmesine kadar geçen dönemin yeni baştan yorumlanmaya ihtiyacı var (Yalçın Küçük gibi yazdım farkındayım...)

Çölaşan'ın "minik kuş" adıyla andığı bilgi kaynağının kimliği her zaman merak konusu olmuştur. Benim şahsi görüşüm, onun bir kişi olmadığı, başlangıçta tek bir kişiyse de sonrasında gelen bilgi ve dezenformasyonların tamamının "minik kuş" adıyla tek bir güce maledildiğini tahmin ediyorum.

Türkiye'de internetin gücünü en önce tespit eden isimlerden Mehmet Eymür'ün son günlerde atin.org yerine yazdığı bir site var: "son.tv".

MİT eski yöneticisi Eymür, son.tv'de yazı yazıyor, yorum yapıyor. Bir de tıpkı atin.org gibi bu siteyi de mücadelesinde bir silah olarak kullanıyor.

Son günlerde kendisine bir internet sitesinden yöneltilen eleştirilere kızmış o eleştirilerin yazarı Ünal İnanç hakkında bir dosya açmış bugün.

Benim ilgimi çeken, eski (!) bir gazeteci hakkında yaptığı ithamlardan çok, (ne de olsa Eymür bir istihbaratçı, bir şeyi yazıyorsa altında bir neden olduğu için yazıyordur. Verdiği bilgiler kadar vermedikleri, gizledikleri, çarpıttıkları da olabilir. Yazdıklarını o perspektiften okumak lazım) Ünal İnanç hakkında sarfettiği "Emin Çölaşan'ın minik kuşu" tanımı...

Yazının tamamı burada. Kaybolmasın dijital çöplükte diye buraya bir kopyasını ekliyorum:

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Taraf'ın Demirören haberinde üçüncü perde


Taraf’ın Erdoğan Demirören haberleri bugün de devam ediyor. Gazete bir yandan da merkez medyanın suskun kalmasını sosyal medyadaki eleştirileri yayınlayarak yerden yere vurdu.

Mehmet Baransu imzası ile sürmanşetten yayınlanan üçüncü haberde şöyle denildi:

Servetteki soru işaretleri - MEHMET BARANSU - 22.05.2013

 
Mahkeme kayıtlarına göre Arşimidis servetine göz dikiliyor. Ardından sahipleri şüpheli şekilde ölüyor. Servet el değiştiriyor



İşadamı Erdoğan Demirören ile ilgili belgeyi ilk aldığımda, Taraf olarak ne kadar büyük bir işe parmak basacağımızın farkındaydık. Belge iki sayfadan oluşuyordu ancak Cumhuriyet tarihinin sermayeyle, siyasetle kısacası derin devletle olan geçmişini de özetliyordu. Askerî vesayetin yanı sıra sermaye vesayetinin de bu ülkede nasıl oluştuğunun işareti gibiydi belgeye yansıyanlar. MİT ve Genelkurmay belgelerine göre, kendi evlatlarının yanı sıra gayrımüslimlere baskı, şantaj, tehditler yapılmış, sonuçta işlenen cinayetlerle, sermaye el değiştirmişti.

Servetteki soru işaretleri
Bu kirliliğe maruz kalan, mücadele etmek isteyenlerin “Sizi Milli Güvenlik Konseyi’ne şikayet ederiz” cümlelerine bile “Hiç önemli değil. Konsey bu yazıhanede kuruldu” cevabı verilmişti. Yunan mitolojisinde “insanlığın tüm günahlarını barındırdığı düşünülen ve Pandora’ya armağan edilen büyük testide” olduğu gibi bu haberle, Pandora’nın Kutusu’nun açılacağını biliyorduk. Ve o kutu açıldı...

Kız kardeşlerini de mağdur etti

İki gündür aldığım telefon ve maillerin sayısını hatırlamıyorum. Taraf ’a getirilen belgeler, anlatılanlar korkunç. Hikâyeleri dinledikçe, belgelere baktıkça bu ülkede yaşadığıma bir kez daha üzüldüğüm. Demirören’in en yakınlarının anlattıkları, paylaştıkları bilgiler bile insanın tüylerini ürpertiyordu. İddialara göre, sadece gayrımüslimlerin canı yakılmamıştı. Kız kardeşlerini dahi sahte belgelerle mağdur eden bir kişi vardı karşımızda. Mağduriyet ve el konulan servetler.

Lafı uzatmayayım. İki gündür bu ülkenin en önemli kurumlarının raporlarını sizlerle paylaşıyoruz. İşlenen suçları görmemezlikten gelen, kapatan, belgeleri yok eden bir devletin, sanki kendi eliyle büyüttüğü, kullandığı bir “imparatorluğun” hikâyesini satırlara yansıtıyoruz.

Belgeler herkesi susturdu

Gelin görün ki bu ülkenin hükümeti, bürokratik kurumları, medyası, belgelere yansıyanlar karşısında sessizliğe gömülmüş durumda. Üç maymun oynanıyor ortalıkta. Bu oyuna inat, Taraf olarak ilk gün sizlere verdiğimiz “Bu ülkede yazılamayanları yazacağız” sözünün arkasında aynı kararlılıkla duruyoruz. Ve durmaya da devam edeceğiz. Bugün elimizdeki dosyadan Arşimidis şirketinin sahte belgelerle nasıl el değiştirdiğinin kısa hikâyesini sizlerle paylaşacağız. Mahkeme kayıtlarına göre, hikâye Arşimidis servetine göz dikmekle başlıyor. 6- 7 Eylül olaylarının etkisiyle de firma sahipleri Yorgi ve Afroditi Papadopulos’a baskı yapılıyor. Önce adlarına noterden sahte belge düzenleniyor. Belgeye göre bu isimlerden birinin ölmesi durumunda hisseler öteki kişiye geçiyor ve her türlü satış yetkisi de devrediliyor. Yorgi Papadopulos’un ölümün ardından Necdet Çobanlı ve ortağı Erdoğan Demirören, o ölmeden önce hisselerini Çobanlı’ya devretmiş gibi sahte belge düzenliyorlar. Ardından da Yorgi’nin eşi Afroditi ortalıktan kayboluyor. Yunanistan’a gittiği söylense de bu hiçbir zaman doğrulanamıyor. Üçüncü ortak Papadopulos’ların yeğeni ise tehdit ve şantajların ardından hisselerini devretmek zorunda kalıyor. O da kayıplara karışıyor.

İşlem tamam

Mahkemedeki bilirkişi raporuna göre, ortada herhangi bir hissedar ve vasi kalmayınca sahte belgelerle hem şirket hem de tüm mal varlıkları önce Necdet Çobanlı’ya ardından da ortak anlaşmayla Erdoğan Demirören’e kalıyor. Demirören şirketler grubunun halen kullandıkları holding binası, İstiklal Caddesi’ndeki alışveriş merkezi dahil onlarca taşınmaz, sahte tapu kayıtları ve belgelerle Arşimidis’ten Demirören’e geçiyor.

Ölümlerle birlikte sahte belge ve imzalarla her şey halloldu diye düşünülürken, Mersin’den Hüseyin Aslan isimli bir kişinin çocukları ortaya çıkıyor. Babalarının Yorgi’nin kardeşi olduğunu söyleyip, isim değiştirdiğini iddia ediyorlar. Bu iddialarını da mahkemede belgeliyorlar. Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla miras davası mahkemeye taşınıyor.

Mahkeme yaptığı incelemede, Yorgi’nin ölümünden önce ve sonrasında yapılan birçok usulsüzlük ve sahtekarlığı ortaya çıkarıyor. Sahte belgeler, imzalar, noter kayıtları bilirkişi raporuna yansıyor. Öyle ki emniyetten sahte parmak izleri raporları bile alınıyor. Bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla bildiğimiz oyun devreye konuyor. Mahkeme üyeleri, savcılar, bilirkişiler değiştirilip, gerçekler kapatılıyor.


Merkez medya susuyor ama... - BÜLENT ONUR ŞAHİN  
 

MERKEZ medya her ne kadar Taraf’ın Erdoğan Demirören haberlerini görmese de sosyal medya cinayete kurban giden Arşimidis’in sahibini konuşmaya devam etti

MERKEZ medya her ne kadar Taraf’ın Erdoğan Demirören haberlerini görmese de sosyal medya cinayete kurban giden Arşimidis’in sahibini konuşmaya devam etti. Twitter kullanıcıları medyanın bu haberleri görmemesinden şikayetçi.

@necatiugur Sabah gazeteleri okudum aynı öldürülen Ceylan da olduğu gibi Demirören’den bahseden tek gazete yok. Gerçek gazeteciler ortaya çıkıyor


@halilberkay1 Taraf haberi patlattı dün: Erdoğan Demirören ve bir cinayet ve el konulan mallar. Bugün: mit raporuyla kanıtlandı haber! Susacak mısınız?


@sersgr “Demirören” haberi başka demokratik herhangi bir ülkede olsa; gündeme tsunami etkisi yapardı; Türkiye medyası kulaklarını tıkamış.


@barbarosaltug Başak burcu erkeği Erdoğan Demirören’in bugünkü astroloji durumu: “Nakit durumunuzu etkileyecek beklenmedik gelişmeler söz konusu”


@KMLTAYYAR Anlaşılan Taraf geri dönmüş. Demirören haberine birileri üç maymunu oynuyor. Ama yetmez, elleri arkada dördüncü maymuna ihtiyaçları olacak.


@lebal23 Taraf’ta neler oluyor sorusu Taraf’ı durdurmaya yetmiyor, iki gündür çok çarpıcı haberler Taraf’ta.


@Raspberrylike Taraf’in yayımladığı belgelere karşı Erdoğan Demiroren’in avukatlarıyla verdiği cevaplar sanki bir kaç yıl öncesinin TSK’sını hatırlatıyor.


@ekomanhunt2009 Bu ülkede koca koca servetler nasıl elde ediliyor hep merak etmişimdir, Demirören olayıyla anladım. Boşuna çok mal haramsız olmaz dememişler


@ilhanzeynep Acaba bu ülkede kaç tane Arşimidis olayı var? Ya da emlaki metrukeye konmadan zengin olan var mı etrafta? Herkes bir baksın tapu kayıtlarına.


@Erdal_Dogan_ E.Demirören’in kent mimari kültürünü yok sayan cüret ve gücünü; İstiklalde yaptırdığı AVM ile dün&bugünkü Taraf’ın haberlerinde görmek mümkün.


@MelikDuvakli Taraf’ın 2 gündür bize kanıtladığı şey: “Hukuk, büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağıdır.”

AK Parti iktidarları iftiharla sunar Yaslıada Alışveriş Merkezi

Gerçekten de geçmişin çizgisini sürdürmek istemeyen bir toplumun ‘unutma-hatırlama’ ikiliğinden ‘hatırlama’ yönünde hareket etmesi gerektiği açık. Peki hatırlayalım da, neyi hatırlayalım?

Bugün bu konuda çalışan bilim adamlarının ezici bir çoğunluğu, esas olarak geçmişteki haksızlıkların, mağduriyetlerin hatırlanmasına ağırlık verilmesinden yana. Çünkü, Adorno’nun dediği gibi geçmişi bastırmak ve hatırlamayı engellemek, kurbanları ikinci kez kurban etmek demek. İşte bu yaklaşım, insanlık tarihinde çok yeni bir durum, çünkü bugüne dek toplumsal/ulusal hafızanın kurgulanması, ya kahramanca bir geçmişi referans alarak, ya da bizzat faillerin kurban-mağdur rolünü benimseyerek yapılırdı. Halbuki günümüzün ‘geçmişle hesaplaşma’ politikalarının esasını, bir ulusun kendini kabahatleri üzerinden tanımlaması oluşturuyor.
Ayşe Hür, Taraf gazetesindeki köşesinde 05.10.2008 tarihli yazısında böyle diyor, Hatırlamak ve Unutmak üzerine...

Adnan Menderes, idam edilen bir Başbakan olarak Türkiye'nin geçmişindeki en "hatırlanır" siyasi aktör aslında. (Sağcı) Siyasetçiler yıllarca, onun idam edilmesinin ekmeğini yedi bile denilebilir. Hatta sırf soyadı Menderes olduğu için siyasete atılan iki oğlu olduğunu hatırlamak bile yeterli. (Uzun uzun yazmayalım ama es de  geçmeyelim, benzer bir durum İnönü soyadı için de geçerli)

21 Mayıs 2013 Salı

Taraf Demirören iddilarını sürdürüyor!

Taraf, Demirören Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibi Erdoğan Demirören’in cinayetle suçlanmasıyla ilgili yayınına devam ediyor.

Ancak bu sefer gazetecilik açısından Taraf'ın pek yapmadığı bir şey de yapılmış durumda. Taraf'ın haberinde Erdoğan Demirören'in verdiği yanıt da yer aldı.

Daha önce yayınladığı haberlerde itham edilen, suçlanan kişilerin yanıtlarını yayınlamadığı için eleştirilen Taraf gazetesi bu kez Demirören'in tek cümlelik açıklamasına ve avukatlarının sözlerine haberde yer verdi. 


İŞTE DEMİRÖREN HABERİNDE İKİNCİ PERDE

28 Ocak 1982 tarihinde MİT’in, Genelkurmay’a Arşimidis cinayetiyle ilgili gönderdiği rapor bir süre sonra kayboldu. Taraf, müsteşar Burhanettin Bigalı imzalı bu rapora ulaştı


Taraf, Demirören Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibi Erdoğan Demirören’in cinayetle suçlanmasıyla ilgili yeni bilgi ve belgelere ulaştı. MİT’te kaybolan dosyanın yanı sıra Arşimidis olayının tüm belgeleri, öldürülen iş adamı Yorgi Papadopulos’un varislerinin yakınları tarafından dün Taraf ’a getirildi. Belgeler Taraf ’a geç saatlerde ulaştığı için, kaybolan MİT raporunun küçük bir bölümünü bugün sizlerle paylaşacağız.

Taraf’ın Erdoğan Demirören’le ilgili dünkü haberi kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Taraf ’ın elde ettiği Genelkurmay Başkanlığı’na ait 20 Ağustos 1982 tarihli belgeye göre, Erdoğan Demirören’in, Arşimidis Şirketi’nin mallarının haksız yere ele geçirilmesinde ve tuğla fabrikatörü kayınbiraderinin ölümünde parmağı olduğu iddia edilmişti. Her iki şirket sahibinin şüpheli ölümlerinin ardından, Erdoğan Demirören bu şirketlerin tüm mal varlıklarına el koymuştu.

Skandal olay, o dönem Genelkurmay Başkanlığı’na iki kez ihbar mektubuyla bildirilmişti. Gelen bilgilerin ardından konu önce MİT’e, ardından 1. Ordu Komutanlığı’na değişik aralıklarla dört kez sorulmuştu. Her iki kurumdan gelen cevap yazılarında iddiaların yalan olmadığı belirtilmişti.

Konunun incelenmesi için Başbakanlığa gönderilen iki sayfalık yazı ve ekleri ise Semra Özal tarafından Başbakanlık masasından alınıp Demirören ailesine ulaştırılmıştı.

Taraf, bu cinayetlerin ve iddiaların izini sürerken Genelkurmay Başkanlığı’ndan da konuyla ilgili bilgi istemişti. Genelkurmay Başkanlığı, Taraf ’a gönderdiği resmî yazıda bilgi ve belge veremeyeceklerini ancak kayıtlarına göre Beyoğlu Savcılığı’nda 1982’den beri soruşturmanın sürdüğünü söylemişti.

Kayıp raporu bulduk

Taraf, Genelkurmay’ın açıklamadığı, MİT’te kaybolan 28 Ocak 1982 tarihli o dosyaya ulaştı. Aşağıda MİT raporundaki Arşimidis’le ilgili bilgilerin bir bölümünü okuyacaksınız. Arşimidis raporunun bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz çünkü belgeler Taraf ’a geç saatlerde geldi ve MİT raporunda kişilerin özel hayatlarıyla ilgili de bilgiler var. Bu bilgiler de konumuzla ilgili olmadığı için yayımlamıyoruz.

MİT’te kaybolan 11 sayfalık raporun özeti şöyle:

Dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Korgeneral Burhanettin Bigalı, 28 Ocak 1982 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı’na Arşimidis Şirketi’yle ilgili istemiş oldukları inceleme sonucunu üst yazıyla gönderiyor. Şirket çalışanları, ortaklı yapısı dahil tüm bilgiler ayrıntılı bir şekilde raporda yer alıyor. Erdoğan Demirören’le ilgili de istihbarat notu rapora konmuş.

Raporda şirket ve ilgili kişilerin faaliyetleri, kişisel menfaatlere dayalı döviz kaçakçılığının yanı sıra Arşimidis şirketinin geçirdiği mali yapı tüm ayrıntılarıyla yer almış. Şirketin kurulduğu 6 Mart 1939 yılından, Erdoğan Demirören’e geçtiği yıla kadar tüm mali tablo, hisse durumları ilk üç sayfada anlatılmış.

Yorgi’nin nerede ne zaman öldüğü belli değil

Ardından raporda kişilerle ilgili bilgilere yer verilmiş. Raporda konu edilen ilk kişi İsviçre’de ölen şirket sahibi Yorgi Papadopulos. MİT’in raporuna göre ölüm tarihi 12 Aralık 1967 İsviçre. O dönem gazetelere yansıyan bilgilere göre de Papadopulos Cenevre’de ölmüş, Ancak Taraf ’ın elindeki dosyada Yunanistan Başkonsolosluğu’nun Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir yazı daha var. Burada ise ölüm tarihi 4 Aralık 1967 Atina olarak görünüyor. Bu da bu belgelerden birinin ya da her ikisinin sahte olarak düzenlendiğini, ölümün kapatılmaya çalışıldığını ortaya koyuyor. Ayrıca MİT’in Arşimidis Olayı başlıklı istihbarat notunda dikkat çeken bir ayrıntı da Papadopulos’un mezarının olmadığının vurgulanması. Tüm bu ayrıntılardan kendisini öldüren kişi ya da kişilerin sahte ölüm belgeleri düzenlediği gibi bir şüphe doğuyor.

Raporda tüm mâli işlemler var

Bu ayrıntıların ardından tekrar MİT raporuna dönersek, raporda Arşimidis şirketi ve sahibinin ölümüne kadar yaşanan tüm mâli işlemler, Erdoğan Demirören ve ortağı Necdet Çobanlı’nın şirkete el koymak için yaptıkları işler, sahte evrak düzenleyerek İşviçre’de şirkete el koymaları gibi ayrıntılı bilgiler yer alıyor.

Yorgi Papadopulos’un ardından Feridun Necdet Çobanlı’yla ilgili bilgilere yer vermiş MİT. Çobanlı’nın kısa hayat hikâyesinden sonra Arşimidis şirketinin diğer ortaklarına şantaj yaparak hisselerini kendi üzerine aldığı bilgisine de yer verilmiş. Necdet Çobanlı ve Erdoğan Demirören arasında husumet başladığına da yer verilen raporda, Çobanlı’nın 1977 yılında Arşimidis hisselerinin tamamını Erdoğan Demirören’e sattığı da belirtiliyor.

MİT raporunda Çobanlı’nın ardından Erdoğan Demirören’le ilgili kişisel ve mali bilgilere yer veriliyor. Ardından da Arşimidis dosyasıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na ilk ihbar mektubunu gönderen İnayet Esen’in portresi raporda yer alıyor.

MİT’in Arşimidis İstihbarat raporu

MİT, Arşimidis Başlıklı üç sayfalık raporunda ise ilginç bilgiler veriyor. (Bu rapordaki özel hayatla ilgili kısımlar çıkartıldı)

“ARŞİMİDİS Şirketi, Yorgo PAPADOPULOS adlı Rum asıllı bir Türk vatandaşı tarafından kurulmuştur. Özellikle OTOMOTİV Sanayinde etkili olan bu kuruluş Oto Light bujilerinin patenti gibi birçok yabancı şirket ile önemli anlaşmalar yapmış mal varlığını yükseltmiştir. Bu şirketin ortakları ve ilişki kurduğu kişilerin çoğunluğu Rum, Ermeni ve Yahudi asıllı kişilerdir. Diğer Türk asıllı gözüken ortak ve ilgililerinde aynı azınlıklar ile kan bağları yada duygusal bağları olduğu sanılmaktadır. Konuyla ilgili anılan kişiler ve bazı olaylar hakkında derlenebilen özel bilgiler şunlardır.

1. Yorgi PAPADOPULOS: Rum asıllı ve Ermenilerle çok samimi olduğu, şirketteki hisselerini kendi isteği ile devretmediği, bu hisselerin hile ile gasp edildiği, şüpheli ölüm olayının bu gasp olayı ile ilgili olabileceği sanılmaktadır. Mezarı yoktur.

2. Afradifi PAPADOPULOS: Eşi Yorgi PAPADOPULOS’ tan önce öldüğü iddia edilmekle birlikte nerede ve ne zaman öldüğü belli değildir. Büyük bir olasılıkla yaşamaktadır (Ölüm olayının zamanı şirketteki hisselerin miras yolu ile devri nedeniyle önemlidir)

3. Av. Necdet Çobanlı: Bu olaylarda en önemli kişidir. (MİT istihbarat notunun bu bölümünde Çobanlı’nın özel hayatına geniş yer verilmiş. Konuyla ilgili olmadığı için bu bölümü yayımlamıyoruz.)

ÖZET:

ARŞİMİDİS Şirketinin gaspı, Yurtdışında ve içinde kaçakçılık, Yurtdışında ve içinde oluşturduğu maddi güçle ermeni militanlarına yardım etme olayları ile ilgilidir. Eşi ile birlikte kaçakçılık suçundan Yurda dön çağrısı yapılmış, Yurda dönmüş fakat yargıyı rüşvetle kandırarak tekrar çıkmıştır.

MGK bu yazıhanede kuruldu

4. Av. Erdoğan DEMİRÖREN: Avukat Necdet ÇOBANLI’nın yardımcısı ve suç ortağıdır. Özellikle ÇAMGAZ şirketi sahibi Metin ÇAM’ın ve Tuğla Fabrikatörü olan kayınbiraderinin ölüm olayları ile ilgilidir. Ölüm olayları sonrası bu şirketleri ele geçirmiştir. ARŞİMİDİŞ Şirketinin gaspı olayında görev almıştır. Bu sonuçtan mağdur olan varislerin ‘Sizi Milli Güvenlik Konseyine şikayet ederiz’ demeleri üzerine ‘Hiç önemli değil zaten Milli Güvenlik Konseyi bu yazıhanede kuruldu’ demiştir. Ayrıca bu sözcükleri çok sık olarak değişik kişilere de söylemektedir.

5. Avukat Şükran ERGİN: Olaylardan haberdar ve suç ortağıdır.

6. Lembo FİLİBİDİŞ: ARŞİMİDİŞ Şirketleri ortaklarından ve suçlara iştirak eden kişilerdendir.

7. Hüseyin Yersuvat : Erdoğan Demirören’in de avukatlığını yapmaktadır. Olaylarla yüksek derecedeki kişilerle kurulan kontratlarla ilgilidir. Sadece Yahudi asıllı kişilerin girebildiği ATLAS Mason Loca’sında 30’uncu dereceden gibi yüksek bir dereceden masondur. Yarsuvat Hukuk Bürosunun sahibidir ve Prof. Duygu Yersuvat’ın ağabeyidir.

Sonuç: Bu bilgilerin sağlığının kontrolünün, Londra Divan Oteli ve Süper Marketin Ermeni olaylarıyla ilgisinin, Bu kişilerin üst yönetimlerle ilgisinin incelenmesinde büyük yarar olduğu düşünülmektedir.

NOT: Bu olayların hukuki detayları hakkında Danışma Meclis Üyesi Sayın Prof. Şener Akyol’unda çalışması olduğu sanılmaktadır.”


Beyoğlu’ndaki dosya da ortadan kayboldu

GENELKURMAY Başkanlığı, Taraf ’a gönderdiği “Arşimidis dosyası ve cinayetlerle ilgili” adlı resmî yazıda “Kayıtlarımızda, konu ile ilgili Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’nca soruşturma yürütüldüğü bilgisi bulunmaktadır” demişti. Taraf, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’ndaki dosyanın da izini sürdü. Elde ettiğimiz bilgilere göre, dosyanın hazırlık soruşturma numarası 1984/1101. Bu dosya, Beyoğlu’ndan Sultanahmet Adliyesi’ne gönderilmiş. Tıpkı MİT’te olduğu gibi bu dosya da 1991 ya da 1992 yılında ortadan kaybolmuş.


Demirören: Palavra, palavra

DEMİRÖREN Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören, haber hakkında The Wall Street Journal Türkiye’ye konuştu ve “Bunlar palavra. Palavracılara söyleyecek, verecek cevabım yok” dedi. Dün öğleden sonra ise Erdoğan Demirören’in avukatı Cemalettin Mutlu, müvekkili hakkındaki iddiaları yalanladı. Mutlu, yaptığı yazılı açıklamada, Demirören, hayatının hiçbir döneminde böyle bir soruşturmaya muhatap olmamıştır” dedi. Ancak Genelkurmay Başkanlığı, Taraf’a gönderdiği resmî yazıda Beyoğlu Savcılığı’nın konu hakkında bir soruşturma yürüttüğünü söylemişti. Avukat Mutlu’nun açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Türk iş dünyasında yarım yüzyılı aşkın süredir saygın bir yere ve isme sahip Erdoğan Demirören’i haberde öne sürüldüğü gibi cinayetle suçlamak, akıl ve izandan yoksun, büyük bir vicdansızlık ve sorumsuzluktur. Demirören, hayatının hiçbir döneminde böyle bir soruşturmaya muhatap olmamıştır. Sayın Erdoğan Demirören’in verilmeyecek hiçbir hesabı yoktur.”


Halkalı’da kim yakıldı

DÜNKÜ haberimizde Arşimidis şirketi sahiplerinden birinin Halkalı’da yakılarak öldürüldüğünü söylemiştik. Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin de yazısından bir alıntı yapmıştık. Eygi yazısında, “Çocukluğumda ve gençliğimde İstanbul’un büyük zenginlerinden Rum asıllı bir Arşimidis vardı. Bu zat, Üzeyir Garih gibi bir cinayete kurban gitmişti. Üç saygın kişi onu öldürmüşler, cesedini Halkalı’da gözden uzak bir yerde yakmışlar ve servetinin üzerine oturmuşlardır” diye yazmıştı. Dün Taraf’a konuyla ilgili dosyayı getiren varis yakınları, bu cinayetle ilgili de bizlerle bazı bilgi ve belge paylaşıp, MİT raporunda yer alan bir paragrafa dikkat çektiler. MİT raporunda Afroditi Papadopulos’la ilgili şu bilgilere yer verilmişti: “Eşi Yorgi PAPADOPULOS’ tan önce öldüğü iddia edilmekle birlikte nerede ve ne zaman öldüğü belli değildir. Büyük bir olasılıkla yaşamaktadır (Ölüm olayının zamanı şirketteki hisselerin miras yolu ile devri nedeniyle önemlidir)”

Halkalı’da yakılarak öldürülen kişinin eş Afroditi Papadopulos olduğunu iddia eden Arşimidis şirketinin varis yakınları, Afroditi’nin kimlik bilgilerini ve Atina’ya gitmiş gibi gösterilen sahte pasaport ve yurt dışı kayıtlarını da bizlerle paylaştılar. Varis yakınları ayrıca, kamuoyuna ve basına da Afroditi’nin Yunanistan’a gittiği yalan bilgisinin sızdırıldığını aktardılar.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Erdoğan Demirören'e cinayete suçlaması


Erdoğan Demirören cinayetle suçlanıyor

Taraf gazetesinin olaylı haberleriyle ünlenen Mehmet Baransu, bu kez de Vatan ve Milliyet gazetelerinin sahibi Demirören'in cinayet ve nitelikli yağma ile suçlandığını, ancak Semra Özal'ın yardımları ile hakkında hiç soruşturma açılmadığını ileri sürdü.

İşte Baransu'nun imzasını taşıyan o haber...



Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibi, Demirören Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören’in cinayetle suçlandığı ortaya çıktı. Genelkurmay kayıtlarına göre, cinayet soruşturması 1982’den beri devam ediyor. Taraf ’ın elde ettiği Genelkurmay Başkanlığı’na ait 1982 tarihli belgeye göre, Erdoğan Demirören’in, Arşimidis Şirketi’nin haksız yere mallarının ele geçirilmesinde ve bir tuğla fabrikatörünün ölümünde parmağı var. Her iki şirket sahibinin şüpheli ölümlerinin ardından, Erdoğan Demirören, bu şirketlerin tüm mal varlıklarına el koymuş.

17 Mayıs 2013 Cuma

Doğuş Galataport ihalesini (de) kazandı!

Galataport olarak bilinen Salıpazarı Liman Sahası' nın özelleştirme ihalesi dün (16 Mayıs) gerçekleştirildi. İhalede en yüksek teklifi 702 milyon dolarla Doğuş Holding A.Ş verdi.

Açık artırmaların başlama fiyatı 701 milyon Amerikan doları olarak belirlendi. Artırma aralığı ise 1 milyon dolar olarak açıklandı.

Doğuş Holding'in verdiği 702 milyon dolarlık teklif üzerine 2 firma da ihaleden çekilince teknik olarak ihale sona erdi.

DAHA ÖNCE OFFER ALMIŞTI

İhale ilk kez 8 önce yapılmıştı.  3 milyar Avroya Offer Grubu ortaklığı tarafından kazanılan ihale Danıştay tarafından iptal edilmişti. Global-Ofer ortaklığı Grubu 49 yıllığına 3.5 milyar Euro'luk bir teklif vermişti.

ANCAK BU İLK İHALE DEĞİL! 


Medya sektöründe sahibi olduğu NTV'deki muhalifleri birer birer kapının önüne koyması ile dikkatleri çeken Doğuş Grubunun kazandığı ilk ihale değil elbette bu.


Doğuş İnşaat’ın kazandığı 564 milyon euro ihale bedelli, 17 km uzunluğundaki Üsküdar-Ümraniye-Çekmeköy-Sancaktepe Metrosunun temeli yakında atılıyor.


  Doğuş İnşaat

Tamamlandığında Olimpiyat Stadı’na ulaşımın Ümraniye’den 64 dakika ve Çekmeköy’den de 78 dakikada olması hedeflenen metro hattı üzerindeki duraklar; Üsküdar, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı, Altunizade, Kısıklı, Libadiye, Çarşı, Ümraniye, İnkilap, Çakmak, Ihlamurkuyu, Altınşehir, Lise, Dudullu, Toplu Konut ve Çekmeköy olacak.

DOĞUŞ İNŞAAT KENDİSİNİ NASIL TANITIYOR?

Mega proje yaklaşımı ile hem kendi ülkesinde hem de uluslararası piyasada üstlendiği altyapı ve üstyapı projeleriyle Doğuş İnşaat, kendi sektörünün kilit şirketlerinden bir tanesidir. En saygın yapım şirketleri arasında yer alan Doğuş İnşaat, kuruluşu olan 1950 yılından bugüne kadar 12 milyar doları aşan 170 projeyi tamamlamıştır.

Yapmış olduğu işler arasında ana hatlarıyla, 19 adet baraj ve hidroelektrik santralı, 415 km’si otoyol olmak üzere 1150 km yol yapımı, 2.000.000 metrekare bina yapımı, altyapı işleri, toplam 35.000 m köprü, viyadük, alt ve üst geçitler, 96.000 m’den daha uzun tünel ve derivasyon tünelleri, limanlar, marinalar, sulama projeleri, kanalizasyon sistemleri, ofis binaları, alışveriş ve yaşam merkezleri, konut ve endüstriyel binalar sayılabilir. Bugün Doğuş’un içinde yer aldığı projelerin toplam tutarı 4,5 milyar doları bulmakta olup, bu rakam içinde Doğuş’un payına düşen miktar 3,5 milyar dolardır. Doğuş, dünya çapında da aktif inşaat çalışmalarını yürüten şirketlerin katılımıyla kurduğu ortak girişim veya konsorsiyumlarla Türkiye’de çeşitli raylı toplu taşıma sistemleri projelerinin yapımında yer almaktadır.

Yurtiçinde İstanbul’un ulaşım sorununa çözüm getirecek olan önemli metro projelerinden Üsküdar-Ümraniye-Çekmeköy-Sancaktepe Metrosu İnşaat ve Elektromekanik işleri ihalesi çok yakın zamanda kazanılan yeni bir projedir. Ayrıca, Boyabat Barajı ve HES İnşaatı ile Artvin Barajı ve HES Projesi de Doğuş İnşaat tarafından yapımına devam edilen çok önemli projelerdir.

Yapımı devam eden; Ukrayna’da Boryspil Uluslararası Havaalanı Geliştirme Projesi, Bulgaristan’da Sofya Metrosu Genişletme Projesi LOT 1 işleri ve 2011 yılı başında Libya’da yaşanan olaylar nedeniyle geçici olarak durdurulan Sirte Üniversitesi Kompleksi 1. Kısım inşaatı uluslararası piyasada göze çarpan işlerimiz arasındadır.

Doğuş İnşaat “Yaşam, mal varlığı ve çevre koruma” ile risk yönetimi konularında hizmet veren Lloyd’s Register Quality Assurance tarafından belgelenmiştir. Belgelendirme firması Doğuş İnşaat için ISO 9001:2008 Kalite, OHSAS 18001:2007 İş Sağlığı ve Güvenliği, ve ISO 14001:2004 Çevre Yönetimi sertifikalarını düzenlemiştir.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Gazetecilik flash disk ile geleni haber diye yayınlamak mı?

Yazan bir avukat.  Yegane Güley... Twitterda önce yazıyor, sonrasında da, "çok RT aldı, muhabirin başı derde girer" diyerek siliyor...

Muhabirin başını derde sokacak şey neymiş peki?

Kanal 7 çalışanı bir muhabir bana birebir: "Balyoz davasında flaşbellekte geliyordu haberler bize. Vicdanen rahatsızım ama yaptık maalesef."






Sözlük jargonunda bir cümle kalıbı var... "Şakaysa komik değil ciddiyse çok komik!" diye. Eğer Avukat hanım ciddiyse gazetecilik açısından yaşadığımı durumu ilk ağızdan ispatlıyor. Eğer asparagas bir iddia ise yalanlamak pek mümkün değil çünkü çok insan tam da böyle düşünüyor zaten.

Aynı kanal değil elbet. Ama Samanyolu TV'nin Ergenekon davası ile ilgili uygulamalarını daha önce yazmıştım. Hatırlatmakta fayda var:

...6 Ocak 2012'de yaptıkları ... hem yaşanan durumu ifade etmek açısından önemliydi hem de bugün kullandıkları sloganın neden gerçekten bir "lapsus" örneği olduğunu ortaya koyuyor.

MAHKEME KARARINI 21 DAKİKA ÖNCESİNDE DUYURDULAR

STV Haber, 6 Ocak 2012 günü, OdaTV davasında mahkeme kararını, sanık avukatlarından bile önce öğrnedi. Resmi açıklanmadan 21 dakika önce kararı izleyicilerine duyuran STV Haber  eleştirilere gözlerini kapayıp yoluna devam etti. O günlerde yaşananları şöyle haberleştirmiştim:

Mahkeme heyetinin, sanıkların tahliye talebini görüşmek üzere toplanmasının ardından tutukluluğun devamı kararı 21.48'de sanık avukatlarına bildirildi. Ancak Samanyolu TV, tam 21 dakika önce mahkemenin kararını son dakika olarak izleyicilerine duyurdu. Diğer haber kanalları ise saat 21:50'den sonra haberi son dakika olarak ekrana taşıdı. TV 24 ise haberi bırakın 21 dakika önce, saatlerce sonra bile görmemeyi tercih etti.
Twitterda bir kullanıcı ise şöyle diyordu o gün: STV nin yeni sloganı "Nur Hızında Habercilik". Tüm haber ajanslarıdan 20 dk önce olacak olanları açıklıyorlar....

'Laik' gazetelerin çaresizliği...

'Laik' gazeteler... 'Laikçi' gazeteler... Bu tanımlamaları sevmiyorum. Ama eksik de olsa tanımlama yapmak lazım. Ulusal yaygın medyanın önemli bir kısmı hükümete yakınlaşınca (yandaş medya olunca...) kalanlar diğer uçlara savruluyor. Gazetecilik değil siyaset üzerinden tanımlama yapmak mecburiyeti de daha belirginleşiyor.

Güneş, Akşam gazetesinin muhabirsiz yayını. Tıpkı Posta'nın Milliyet (şimdi Hürriyet oldu gerçi), Takvim'in Sabah'ın editöryal desteği ile yayınlanan gazetesi olduğu gibi muhabiri olmadan, ajans haberlerine takla attırmak yoluyla çıkartılan, ancak magazin ve bulmacası kuvvetli bir gazete Güneş de. Bir zamanların önemli gazetelerinden birinin ismini taşıyor ama şu aralar, muhalif çizgide yayın yapan bir gazete.

Peki az mı satıyor? Hayır tam aksine neredeyse grubun ana gazetesi Akşam kadar çok satıyor. Akşam'ın 102 bin satışı var, Güneş'in ise 101 bin civarında.

Haberler hafif, söylem popülist, tarz muhalif, ancak arkası dolu değil. Fotoğraflar büyük, başlıklar şişirilmiş, metinler dolgu...

Peki Güneş'in özelinde Laik gazetelerin çaresizliği nasıl vücut buluyor?

Bugün manşette "İçkiye büyük yasak!" haberi var. Gazetenin Ankara kulislerinden gelen bilgilerle yaptığı manşete göre, Alkol reklamlarını kısıtlamak için getirilen yasa teklifi aslında bir içki yasağı. Teklif yasalaşırda, ne Çiçek Pasajı kalacak, ne Nevizade... Hatta bakkalarda içki satılamayacak. Meyhane, büfe, lokantaların ruhsatları iptal edilecek, yenilerini almak çok zor olacak... 100 metre çevrede sürücü kursu bile olsa ruhsat alınamayacak... İçki satan dükkanlar camlarını içkiler görülmesin diye boyamak zorunda kalacak... 

Kısaca manşet haberi o çok iyi bilinen "Eyvah şeriat geliyor" temalı bir haber.

Haber bugün Güneş'e böyle yansıdı ama dün, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan yasa teklifi Alt Komisyon’a geri gönderildi. Alt Komisyon teklif üzerindeki çalışmaları bu hafta bitirecek, haftaya tekrar üst komisyon’da ele alınacak.

Teklif sahibi Ak Partili Recai Berber de teklifin turizm işletme belgesi olan tesisler için yeniden gözden geçirilmesi gerektiği görüşünde olduklarını vurguladı. Ayrıca mevcut ruhsat sahipleri için ‘müktesep haklar’, kazanılmış hakların da göz önüne alınması gerektiğini söyledi.

Berber, teklifin Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında gözden geçirilerek, hem turistik tesislerin istisna kapsamına alınması hem de kazanılmış hakların korunması için düzenleme yapılacağını açıkladı.

Şimdi gelelim çaresizlik bölümüne...

Manşet haberinin hemen altında bir kutu haber var. Batan güneş... Cami silueti... "Regaip Kandiliniz Mübarek Olsun" başlığı. Çünkü bugün Regaip Kandili. Peki Güneş'in okuru ile Regaip Kandili nasıl ilişkilendiriliyor?

Okur içki satışının yasaklanmasından rahatsızlık duyacak diye düşünüyor ki gazetenin genel yayın yönetmeni Murat Büyükçelebi, manşetinde "İçkiye Büyük Yasak" deniyor. Ama Regaip Kandilini kutlamamak da eksiklik olarak görünüyor olmalı ki "çaresizlik" içinde "mübarek olsun" deniliyor.

Elbette "sana ne kardeşim, içkimi de içerim, kandilimi de kutlarım" diyenlere itirazım yok. İçki yasağına Kandil kutlamasına katılanlar da karşı çıkabilir. Hatta en çok onlar karşı çıkmalı belki de... Ama ikisinin bir arada olması, birinin diğeri için olmazsa olmaz konumunda görünmesi de çarpıcı bir çelişki...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

NTV, THY Grevini bir gördü bir görmedi!

Reyhanlı katliamı üzerine haberleri an be an yayınlayan, ardından da yayın yasağı ile birlikte tüm haberleri sisteminden silen, NTVMSNBC şimdi de THY'nin grev haberini "uçurdu".





SABAH HABER VARDI ŞİMDİ İSE...

Sabah sitenin manşetinde yer alan Grev haberi, sitenin Türkiye sayfasında bile yayınlanmıyor. Sitede THY, Grev anahtar kelimeleri ile yapılan arama ile zorlukla bulunan haberde Hava-İş: Grevdeyiz, THY: Uçuşlar sürüyor başlığı kullanılmış ve şöyle denilmişti:
"Türk Hava Yolları yönetimi ile toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uzlaşamayan Hava-İş Sendikası, aldığı grev kararını uygulamaya başladı. Sendikaya bağlı çalışanlar, gece saat 3'ten itibaren greve başlarken Türk Hava Yolları'ndan "Seferlerde bir aksama yok" açıklaması geldi."

İSTEDİĞİ HABERİ YAYINLAR İSTEMEDİĞİNİ YAYINLAMAZ 

Elbette, internet sitesinde haberin nerede yer alacağını ya da yer alıp almayacağına yayıncı kuruluş kendisi karar verir. Ancak var olan bir haberin bir anda bulunamaz olmasının dikkat çekici olduğu da ortada.

THY ÖNEMLİ BİR REKLAMVEREN DİYE Mİ?

NTV'nin haberi sitenin manşetten, ana sayfadan ve Türkiye kategosinin ana sayfasından düşürmesinin ardındaki gerekçenin THY'nin önemli bir reklam veren olması olduğu sanılıyor.

MANŞETTE OBAMA İÇİN "ÜÇ MAYMUN" DİYOR AMA...

NTV'nin internet sitesinde manşette yer alan Obama haberine attığı "üç maymun" başlığı ise ironik bir duruma yol açtı.
Deneme

REYHANLI BOMBALARI ARDINDAN DA AYNISINI YAPMIŞTI


NTV Reyhanlı haberlerine yayın yasağı konması üzerine de aynı şeyi yapmış, haberlerin tamamını arşivinden silmiş; ardından gelen eleştiriler üzerine de bir açıklama ile suçlamaları reddetmişti.
Açıkmalada şöyle denilmişti:

"NTV'nin Reyhanlı saldırısı ile ilgili haberleri görmediği ve yayınlamadığı bilgisi gerçek dışıdır. NTV olayın olduğu andan itibaren canlı yayın ekipleri muhabir bağlantıları ve uzman konuklarla gelişmeleri kapsamlı bir şekilde ekrana yansıtmıştır, yansıtmaya da devam etmektedir. Ancak soruşturmanın gizliliği ile ilgili gece yarısı gelen mahkeme kararı doğrultusunda yayın yasağı kapsamına giren görüntü ve bilgiler haber metinlerinde yer almamıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Savaş Ay eski günleri anlatıyor!

Savaş Ay Türkiye'nin az sayıdaki "iyi" savaş muhabirlerinden biri. Birand'ın arkasından kendisini nasıl savaş muhabiri yaptığını anlatan bir yazı kaleme almıştı. Bugün ise köşesinde başka bir dönemi, savaş muhabirliği öncesinde yaptığı gazeteciliği yazdı.

Basın Tarihi açısından çarpıcı bir anı/ayrıntı... Yok olmasın istedim...

Günün modası yıkılıp-yapılacak İnönü Stadı'yla ilgili anılardan söz etmek, malum. Eksik kalmayayım diye lafa girecek oldum, gazetedeki Beşiktaşlı genç tayfa susturdu hemen. "Abi senin ne işin var Beşiktaş'la, İnönü Stadı'yla?"

Bak şu yeni yetmelere. 40 yıl önce mesleğe çaylak stajyer olarak orada başladım desem hangisi inanır ki?

Eskiler hatırlar. Gazeteler daha o gün sona ermeden; "meyhane baskısı", "kaldırım baskısı", "akşam baskısı" diye basılır, "Hayde yazıyoooo yazıyooo" diye bağrışan gençler tarafından vapur iskeleleri, tren istasyonları, çarşı içleri gibi kalabalık yerlerde satılırdı o devirlerde

İşte korkunç cinayetlerin, büyük kazaların ya da mühim maç günlerinin olduğu akşamlar kaldırım baskılarının en çok sattığı zamanlar olurdu.
Maçların tümü İstanbul'un tek stadı "Mithatpaşa"da (İnönü) oynanırdı öğleden sonraları. Art arda 2 maç oynandığını çok gördük.
İşte o maçların ilk devrelerinde atılan goller çok önemsenirdi. Çünkü devre arasında o fotoğraflar hemen gazeteye gidecek, seçilen kareler klişehanede kotarılacak, "İşte Kral Metin'in muhteşem volesi" türünden şimşir başlıklarla sayfaya "nal kadar" büyük girecek.


Basın kartı olmayan stada nasıl girecek ki ben gibi bir toy girsin. Çaresi şoför kartıyla bulundu. Devre arasında gol fotoğraflarını almaya giden şoförlerin özel kartı vardı çünkü. Ben onlardan birini kapar, şoför kadrosuyla stada girer, usta foto muhabiri abilerin de hoş görüsüyle kale arkasında yerimi alır beklerdim.
İşin matrağı, gönderilecek filmler sahadan tribüne elle atılır, gerçekten film almaya gelen gazete şoförleri kaleci antrenmanı yapar gibi havalara zıplayıp yakalardı bobinleri. Sonradan çelik tel, 1-2 dişli çark ve bobin koyacak kutu marifetiyle ilkel bir teleferik düzeneği kurulmuştu da hayran kalmıştık icada.

Akabinde, polis muhabirliğine geçene kadar tam 1.5 yıl müdavimi oldum stadın. Her maça gidip, yüzlerce kez deklanşör basardım. En büyük keyfim de Fener maçları için geceler boyu kapılarda bekleyip zor bela stada girdiğimiz eski mahalle arkadaşlarıma sahanın ortasında çektirdiğim fotoğrafları gösterip, onları kıskandırmak olurdu.