11 Şubat 2013 Pazartesi

Temelkuran ve köşe yazarlığı

[Bu yazıyı aslında daha önce yazdım, sonra hiç beklemediğim bir şeyi yapıp yanlışlıkla sildim.
Onun için yeniden, aynı şeyleri ikinci kez yazma sıkıntısıyla yazıyordum... 

Sonra süre uzadı. Yazmadığımdan değil sonu gelsin diye beklediğimden... Gecikmiş ama genişlemiş bir yazı oldu yani...]

Ciner Grubun sahibi olduğu Habertürk Gazetesi, yazarı Ece Temelkuran'ın geçtiğimiz sene Ocak ayının ilk günlerinde işine son verdi. Kararı çok sık kullandığı twitter hesabından duyuran Temelkuran "İlk önce benden duyun isterim. Habertürk benimle de yolunu ayırdı. Bütün çalışma arkadaşlarıma başarılar dilerim" dedi.

Peki Temelkuran'ın işten çıkartılma gerekçesi neydi? Bir kaç gün öncesinde gazetedeki köşesini, televizyon kanalındaki programını ve Medya grubundaki poziyonunu kaybeden Yiğit Bulut yüzünden, denge kurmak için mi çıkartılmıştı işten? Yoksa Hükümet eleştirilerini sıklaştırdığı için mi? Belki de twitter'da gördüğü "Türk uçakları sivil kürtleri bombalıyor" mesajını yaygınlaştırıp sonra da yalan olduğu ortaya çıkınca mesajları silmesi neden olmuştu işten çıkartılmasına...

Hangisi olduğunu net olarak bilemiyoruz. Elimizde sadece bazı veriler var... Onları alt alta sıralamaya çalışalım.


TEMELKURAN KOVULMA NEDENİNİ LÜBNAN GAZETESİNE ANLATTI

Temelkuran işsiz kaldıktan bir kaç gün sonra ilk açıklamasını bir Lübnan gazetesine verdiği röportaj ile yaptı. El Ekber gazetesinin İngilizce baskısında Matthew Cassel imzasıyla çıkan röportaj, “Türkiye’nin Ece Temelkuran’ını işten çıkarmak: Düşündüğünü açıkça söylemenin bedeli” başlığıyla yayımlandı.
MC: Kovulmanız sürpriz oldu mu?
ET: Pek değil, çünkü tutuklu gazeteciler ve [35 Kürt sivilin Türkiye’nin Irak sınırında] katledilmesi hakkındaki duruşum anaakım medyanın kaldıramayacağı kadar keskindi. Çünkü başbakan birkaç gün önce, katliamdan hemen sonra, “katliam” ifadesini kullananları [tehdit etmişti] ve ben, bu ifadeyi twitter ve sosyal medyada kullanmaktaydım.
(...)
MC: Neden kovuldunuz?
ET: Yazdığım son iki köşe yazısı “fazla tartışmalı” olarak algılanmış olabilir. Bir tanesi “Emret komutan” başlığını taşıyor ve başbakana atıfta bulunuyordu. Yazı, “Öyleyse emirleri sen veriyorsun komutan, ama biz artık seni dinlemiyoruz. Biz bu ülkenin geri kalanıyız! Senin emirlerini artık dinlemiyoruz!” şeklinde bitiyordu.
Son yazı ise öldürülenlerden 19 tanesinin yaşları 12 ile 15 arasında olan çocuklar olduğu hakkındaydı. Erdoğan, Uludere katliamı hakkındaki korkunç konuşmasını yaptı ve gazetecileri suçladı. Ben de ölü sayısını tekrar eden, başbakanın zalimce tavrını acı bir şekilde eleştiren bir yazı yazdım.
MC: Anaakım medyada bunun gibi yazılar yazan tek kişi siz misiniz?
ET: Birkaç kişi daha var ve hepsi de bugün, “biz de işsizler diyarına geliyoruz, bekle bizi” demek için beni aradılar. “Yazılarımızı hep son yazımız gibi yazıyoruz” diyorlar. Herkes önümüzdeki günler hakkında kötümser.
(...)
MC: Türkiye’ye döndüğünüzde başınıza nelerin gelebileceğini düşünüyorsunuz?
ET:Dehşete düşüyorum; ille de hapse atılmaktan değil ama artık üzerime hükümet tarafından istenmeyen kişi damgasının vurulduğunu hissediyorum. Bir süre işsiz kalacağım endişesini taşıyorum, çünkü bu damga yüzünden hiçbir gazete beni işe almaz. Alırlarsa gerçekten şaşırırım.
Temelkuran böyle anlatıyor kovulmasını...

YENİ MECRALARDA BAŞARILAR DİLERİZ

Habertürk'te ise bu kovulma kararı daha farklı yorumlanıyordu. Ciner Medya Grubu Başkanı Kenan Tekdağ MediaCat dergisine verdiği röportajda şöyle yorumluyordu olayı:
- Ece Temelkuran’ı Milliyet’ten transfer ettiniz ve şimdi yollarınızı ayırdınız. Bunun nedeni nedir?
- Ece’nin son dönemde Tunus’a yerleşmesi, sosyal medyaya odaklanması, sosyal medyayı kullanma tarzı ve orada oluşturduğu profil yeni bir durum oluşturdu. Bu yeni durumun ileride çeşitli açılardan problem yaratma potansiyeli içerdiğini değerlendiren gazete yönetimi, kendi özgür iradesiyle sözleşmeyi yenilememe kararı aldı. Birbirimizin tercihlerine saygılıyız. Ece’ye teşekkür ediyor, inançları ve tercihleri doğrultusunda yazacağı yeni mecralarda başarılar diliyoruz. 
"EN İYİ YAZARINI KOVMUŞSUN FATİH?"

Fatih Altaylı da aynı şeyi söylüyordu: "köşe yazarlarının merkezde oturmasına, ülkenin ve gündemin nabzını tutabilecek bir konumda olmasına önem verdikleri" gerekçesiyle Temelkuran'ın sözleşmesini yenilememişlerdi.

Hadi Özışık köşesinde, Altaylı'nın Temelkuran için "En iyi yazarım" dediğinin altını çizip kovulma haberinden sonra neler konuştuğunu şöyle yazdı:
H.Ö.:- En iyi yazarını kovmuşsun!
F.A.: - Hayır kovmadım.

H.Ö.:- ...?F.A.: - Bana geldi, Tunus'a taşınacağını söyledi. Ben de kendisine bunun olamayacağını anlattım. Bak Hadi, Türkiye'de gündem dakikada bir değişiyor. Ece önem verdiğim bir kalem. Türkiye'nin gündemine hakim olmayan bir yazar benim için yazar olamaz. Tunus'tan Türkiye'yi yazması bana doğru gelmedi. Bunu kendisine de söyledim.H.Ö.:- İktidar baskısı?F.A.: - Katiyyen!
ALTAYLI KOVDUĞU YAZARINI GAZETESİ İÇİN ÖVDÜ

Birkaç gün sonra Altaylı da, Temelkuran'ın o günlerde yayınlanan kitabını kendisi ve gazetesi için bir övgü vesilesi yaparak şöyle yazacaktı:
"Ece Temelkuran çok sevdiğim yazarlarımızdan biriydi. Gazetecilik ile aktivistlik arasındaki çizgide yürüdü uzun süre. Sonunda aktivist yanı ağır bastı. Tunus'a yerleşme kararı aldı. Biz de kendisiyle yollarımızı ayırdık.
DenemeKendisine de söylediğim gibi, Ece Temelkuran bundan böyle uluslararası bir gazeteci.

"Freelance" yazılarını dünyanın çeşitli gazetelerinde göreceğiz. Saygın gazetelerde.

Serbest gazeteci olunca, bir yandan da aktivist olmanın bir sakıncası yok.

Ece'nin bu tercihi çok saygıdeğerdir. Zor bir yolu seçti.

(...) Şimdi Ece Temelkuran, Habertürk'te yazdığı yazıları bir kitapta toplamış. Kitabı görünce çok mutlu oldum.Çünkü hem tüm bu yazıları tek bir kitapta görebilmenin rahatlığı olacak...
Hem de Ece'nin Habertürk'te nasıl özgürce yazdığı tarihe kayıt düşecek. Ece'nin kitabı, Habertürk'ün özgür ortamının kitabıdır bence."
Bu yazı aslında Temelkuran'ın kovulma kararının Altaylı'yı da aşan bir iradeden kaynaklandığına da işaret ediyordu. Altaylı [tıpkı daha önce Bekir Coşkun'u kovduğu zaman yaptığı gibi elinden bir şey gelmediğini, kararın patron katından geldiğini bu köşe yazısıyla ima ediyordu. Bekir Coşkun kovulma hikayesini kendisi bir kitap olarak da yazdı.] Temelkuran'ın kitabını köşesine taşıyarak okura mesaj veriyordu.

Ancak o mesaj gelmeden önce Habertürk gazetesi yazarları başka bir ayrıntıya dikkat çekmişti bile.

TWİTTER MESAJI YÜZÜNDEN GAZETECİ KOVMAK CAİZ Mİ?

Amberin Zaman, Habertürk'teki köşesinde "Twitter nedeniyle gazeteci kovmak caiz midir?" sorusunu ortaya atıyor, üstü kapalı olarak yazdıklarının Temelkuran ile ilişkili olmadığını söylüyor ama imalarla durumu açıklıyordu:
(...)Ece’nin durumundan bağımsız olarak Kenan Tekdağ’ın değindiği husus kritik önem taşıyor: Gazetecilerin sosyal medyayı nasıl kullandığı, bu alanda faaliyet gösteren her birimizi yakından ilgilendiriyor. Bu bağlamda en etkin platform Twitter.
Ve artık sormak zorunlu hale geldi: Attığımız twit’lerle oluşan profilimiz, gazetemizdeki profille ve gazetenin genel yayın politikasıyla örtüşmek zorunda mı? Destek verdiğimiz davaları Twitter üzerinden savunmamız doğru mudur? Yani Twitter üzerinden aktivizm mubah mı? Bir haberi “retweet”lerken nelere dikkat etmeliyiz? Meselenin pratik, etik ve felsefi boyutları var.

Sosyal medya, gelir bilançolarının, siyasi baskıların değil kitlelerin elinde tuttuğu bir alan. Gazeteciler ise bu sanal coğrafyada döktürdükleriyle çok daha geniş bir kitleye ulaşabiliyorlar.
Öyle ki Twitter kimlikleri ön plana geçebiliyor. Birçok gazete yöneticisi de doğal olarak bu sorunlarla boğuşuyor.

(...) Olaylara tarafsız bakıp “gerçekleri” tüm yönleriyle araştırarak aktarmak gazeteciliğin temel kurallarından biri. Diyelim ki Uludere’de 34 sivilin ölümüne dair haber yazıyorsunuz. Ama Twitter’dan “katil devlet” diye twit’ler atıyorsunuz. Bu haberciliğinizi gölgelemez mi? Düz haber yapan muhabirler ile fikir ve ideolojilerini ortaya atan köşe yazarları aynı kriterlere tabi tutulmalı mı?
Gerçekten de Temelkuran'ın kovulmasını takip eden günlerde Twitter kullanımıyla ilgili olarak Habertürk'te  yaşanan süreç dikkat çekiciydi:

HABERTÜRK YAZARLARINA TWİTTER UYARISI 

Önce "Gazetecilerin Twitter'da yazdıkları kurumlarını bağlar mı?" başlıklı bir haber yayınlandı gazetede. sonra Fatih Altaylı'dan çalışanlara Twitter sınırlaması geldi. Ardından da Fatih Altaylı gönderdiği bir  e-posta ile çalışanlarına Twitter hakkında uyarılarda bulundu. Altaylı çalışanlarına şöyle diyordu:
"Düşüncelerinizi, eleştirilerinizi, gündem yaratma gücünüzü gazetemiz aracılığı ile yapmanız hepimiz için çok daha olumlu olacaktır.
Gazetemizin sütunları ve sayfaları dururken, sosyal medyaya fikir beyan etmenizi mesleğimizin ilkelerine uygun bulmuyorum. Bazı gazetecilerin sosyal medyayı kullanma tarzları, sanki gazetelerinde yeterli özgürlük yokmuş bir gibi bir algının oluşmasına neden oluyor. Burada bu özgürlüğün varolduğunu hepiniz biliyor, yaşıyorsunuz.
(...) Burada bir icat çıkardığım da yok. Dünyanın saygın gazeteleri ve haber üreten kurumları da benzer tavırlarını dile getiriyorlar. Sizlerden ricam, sosyal medyayı yalnızca sosyal amaçlarla kullanmanız ve fikirlerinizi gazetemize saklamanızdır"
 

"KÖŞE YAZMAK APTALCA"

Ece Temelkuran Habertürk'ten böyle kovuldu. Peki bunlar bir yıl sonra nereden çıktı?  Temelkuran'ın kovulma gerekçelerinden biri olan Tunus'a yerleşme projesinin arkasında roman yazma isteği vardı.

İkinci romanını, işte çıkartıldıktan sonra yereleştiği Tunus'ta yazdı Temelkuran. Bugünlerde roman satışa sunuldu ve Temelkuran da gazete ve televizyon kanallarında görünmeye başladı.

Belki de en ilginç röportajlardan birini Hürriyet'e verdi. Köşe yazmak aptalca, seviyemi düşürdüler başlıklı röportajda Ceren Arseven'in sorularına verdiği yanıt çok çarpıcıydı. 

...Düzenli yazı yazmaktan, köşe sahibi olmaktan imtina ettiğim bir dönemdeyim. Çünkü bu ülke delirdi bence. Artık kimsenin yazı okumak istediğini düşünmüyorum. Medya o kadar çok ele geçirildi ki... Hepimizin arkasından güldüğü insanlar öne çıkarıldı. Onlarla aynı yerde olmaktan dolayı kendimi aşağılanmış hissederim. Hâlâ iyi işler yapanlar var ama azınlıkta.
Var mı köşe yazarlığı teklifleri?
- Var ama ben istemiyorum. Köşe yazısı yazmak aptalca, ortalamaya yönelik bir iş. Muhataplarının ilkelliği sebebiyle sen de ilkelleşiyorsun. Seviyemi düşürdüler. 12 yıl boyunca haftada 2-3 yazı yazdım. Yazı dizileri ve kitaplar hazırladım. Hiç güler yüzle işe gitmedim. Hep bu memleketin kederiyle ilgilendim. İnsanın ruhu yoruluyor, kıvamı bozuluyor. Kırılgan bir insan olduğumu yeni kabul ettim. Dışardan bakana zengin, güçlü, neşeli gözükürüm ama yakından tanıyanlar bilir gerçek yüzümü.
Bu sözlerine Ahmet Hakan da benim gibi takılmış ve ilginç bir yorum yapmıştı.Takılmalar başlığı ile Temelkuran'ın bu sözleri için şöyle yorum yapmıştı:
Ece Temelkuran “Köşe yazarlığı aptalca, artık yapmam” demiş... Keşke acele etmeseydi böyle bir açıklama için... Belki yüklü maaşla köşe yazarlığı imkânı yeniden doğardı...
E HANİ TEMELKURAN BİRGÜN'DE YAZACAKTI?

Gerçekten de Temelkuran'ın BirGün gazetesinin atılım döneminde kamuoyuna yeni yazarlar diye lanse ettiği isimlerden biri olduğu biliniyordu. Eğer Reklamcı Ateş İlyas Başsoy'un Erdoğan'ın gözüne bant çektiği poster 1. sayfa Nuray Mert ve Yıldırım Türker tarafından sert bir şekilde eleştirilmese aylar öncesinde yeni bir köşenin sahibi olacağı biliniyordu.

Ahmet Hakan'ın eleştirisini Temelkuran katıldığı bir canlı yayında yanıtladı. A Haber'de Selin Ongun'un sunduğu "Bi Sormak Lazım" programına konuk oldu ve şunları söyledi:
"Muhtevasını aşmış, kısaltırken çekiştirilmiş... Sığsın diye bazı lafları atarsın, o zaman da çok ukala bir şey çıkmış. Öyle demedim. İnsanları aptallaştıran bir şey köşe yazmak, haftada üç gün, 20 yıl 30 yıl yazı yazarsan bu çok şahane bir şey değil. İnsanın düzeyini de düşürür diye de şundan söyledim; muhalefet ettiğiniz şeylerin düzeyi o kadar düşük, ilkel ki, onları yapmayın demek insanın kendi entelektüel düzeyini de düşürüyor. Ama kısalınca böyle oluyor. Ahmet Hakan da "bu kadar acele etmeseymiş keşke, yüklü bir paraya bir yerden teklif alırdı" belki demiş. Çok üzüldüm. Birincisi niçin "çok yüklü" dememiş, ikincisi de o da acele etmesin belki o da romanı okuduktan sonra Ece bundan sonra roman yazsın, köşe yazmasın diyebilir yani."
HÜRRİYET'E BAŞKA YANDAŞ KANALA BAŞKA MI? 

Sözlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır, ancak "Muhtevasını aşmış, kısaltırken çekiştirilmiş... Sığsın diye bazı lafları atarsın, o zaman da çok ukala bir şey çıkmış. Öyle demedim." demesi de ilginç.

Hürriyet'teki röportajda sarfettiği "Artık kimsenin yazı okumak istediğini düşünmüyorum. Medya o kadar çok ele geçirildi ki... Hepimizin arkasından güldüğü insanlar öne çıkarıldı. Onlarla aynı yerde olmaktan dolayı kendimi aşağılanmış hissederim." cümlesi ile "Sığsın diye bazı lafları atarsın, o zaman da çok ukala bir şey çıkmış. Öyle demedim." sözleri aynı anlama gelmiyor ne yaparsak yapalım. İster istemez aklımıza "Hürriyet'e başka, "yandaş" televizyon kanalında başka mı konuşuyor?" Temelkuran sorusu geliyor. 

BİRGÜN İLE YENİDEN KÖŞE YAZARI OLDU

Temelkuran gerçekten de bir süre önce ilan edildiği gibi dün (10 Şubat) BirGün gazetesinin Pazar ekinde köşe yazmaya yeniden başladı. Haftada bir gün yazacak olan Temelkuran'ın ilk yazısı Pınar Selek davası ile ilgiliydi. 
Pınar, verdiği bir röportajda "Ben devletin istemediği her şeyim. Cadıyım" demiş. Pınar sadece insan kalmaya çalıştığı için "cadılaştırıldı", kendi olduğu için, "mağdur" olmayı kabul etmediği için uzaklarda şimdi. Kendini savunmadığı ama kendini çok güzel anlattığı savunmasında demiş ki "Hayatla olan ilişkimi korumaya çalışıyorum". Mühim bir cümledir bu. Çünkü sistemin "tontonlaştıramadığı", "mağdurlaştıramadığı" ve nihayet delirtemediği bir kadın olarak Pınar'ın şimdi en önemli meselesi hayatla, kendisiyle olan ilişkisini korumak. O mühim, kıymetli ve özel biri.

Bu iddialaşmanın son perdesi Pınar'ı "sürgünleştirmek". Ülke topraklarına giremez hale getirmek. Ya da ülke topraklarına ancak "mahkum"  adı altında girmesini sağlamak. Bunun için yazıyorum bu yazıyı. Çünkü kaderiyle uğraşan bir kadın olarak Pınar'ın, tıpkı delirtilemediği, mağdurlaştıralamadığı gibi sürgünleştirilemeyeceğini de göstermeliyiz. Ülke, biziz. Ülke sadece toprak değil. Ülke, dostlar. Ülke, doğruyu söyleyen insanlar. Pınar'a bizim ülkemizde olduğunu, nerede olursa olsun hep ülkesinde olacağını hatırlatmalıyız. Çünkü uzakta olmak çok zor. Çünkü uzak, soğuk bir yer.

Onlar Pınar'dan  bir harfini çaldılar. Bizim işimiz şimdi ona bütün Türkçe harfleri vermek. Durmadan, bıkmadan ona Türkçe karakterler göndermeliyiz. Sevildiğini, onun yanında olan herkesin çoğalarak yanında olmaya devam ettiğini bir an bile unutmamalı.
 
Temelkuran, şüphesiz her insan gibi kendi iç çelişkileri ile yaşayan bir insan. "Kimse yazı okumak istemiyor"  diyen bir romancı... "Köşe yazısı yazmak aptalca" diyen bir köşe yazarı. "Yardımcısına verdiği maaş kadar parayı ayakkabıya yatırabilen" bir sosyalist... Liste uzar gider... 

Genellikle olduğu gibi bu yazının da belli bir sonucu yok. Çünkü hayat da çelişkilerle dolu. Tüm çelişkilere rağmen şunları söyleyen birini  desteklememek de olmaz...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder