22 Mart 2013 Cuma

Başbakan Demirören'e Akif Beki'yi önermiş

Türkiye'nin gözü Diyarbakır'daki Newroz'da Öcalan'ın mektubuna kilitlenmişken, Cengiz Çandar "ben, Abdullah Öcalan’ın ‘deklarasyonu’ndan daha öncelikli olarak, Hasan Cemal’in yazısını bekliyorum. ‘Newroz’dan 48 saat önce, yarın yani salı günü Hasan Cemal’in yazısı çıkacak mı çıkmayacak mı?" diye sormuştu.

O yazı çıkmadı, Hasan Cemal teknik olarak Milliyet'ten kovulmuş oldu. Derya Sazak sanki kendisi kovmamış gibi "Gazetemiz ona her zaman açık" yazdı ama bir veda yazısını bile çok gördü...

Süreci ayrı bir yazı ile ele alacağım ama olayla ilgili suçlanan isim Milliyet'in patronu Demirören ile Başbakan Erdoğan. Başbakan Erdoğan'ın süreçte rolü olmadığını ispatlama görevi Yalçın Akdoğan'a düşmüştü. Akdoğan iki farklı isimle iki farklı gazetede süreci yorumladı ve Demirören'i işaret etti ama medya için yaratılan "korku" atmosferinin sorumlusunun AK Parti ve Erdoğan olduğu da ortada.


Newroz'u Türkiye'de değil de Roj TV yüzünden sorun yaşanan Danimarka ve ardından Hollanda'da geçirmeyi (belki de böyle yaparak gündemdeki ağırlığını azaltmayı planlayan) Erdoğan,   Danimarka-Hollanda ziyaretinin ardından dönüş yolunda gazetecilerle konuştu. Zaman gazetesindeki habere göre "Hasan Cemal'in yazılarına son verilmesiyle ilgili tartışmalara ne diyorsunuz?" sorusuna da cevap verdi.
RENCİDE OLDUM! BENİMLE UZAKTAN YAKINDAN İLGİSİ YOK

Erdoğan gazetecilere şunları söyledi:

"Dedikodular bazı köşelerde yer alıyor. Bu iki gazetenin alımında Erdoğan Demirören Bey ve oğluna en ufak bir tavsiyem olmadı. Satın aldıktan sonra Erdoğan Bey bana "Kimi tavsiye edersin" diye sordu. O zaman 24'ten ayrılmakta olan Akif Bey'i tavsiye ettim. Onlar anlaşamadılar. "Şunu al, bunu al" demedim. Derya Bey atanırken de benim haberim olmadı. Hasan Cemal'in yazılarına son verilmesini benim istediğime dair ifade beni rencide etmiştir. Hasan Cemal olayının benimle uzaktan yakından ilgisi yok. Geçmişte Uğur Dündar, Emin Çölaşan gibi isimler ayrılırken benzer dedikodular çıkarılmıştı. Orada da bir dahlim olmamıştır. Kaldı ki gazetesi de 'Hasan Cemal istediği zaman köşesinde yazabilir.' demiştir."

Bu metin analiz edilmesi gereken bir metin. Sırayla gidelim:

BENİ RENCİDE ETTİ
"Hasan Cemal'in yazılarına son verilmesini benim istediğim ifadesi beni rencide etmiştir." 
Başbakan Erdoğan bu güne kadar pek çok gazeteci ile kimi zaman açık açık, kimi zaman ima yoluyla "kavga etti" (deyim ağır diyenler olabilir. Ama yaşanan polemik değil kavgaydı) Cüneyt Özdemir'i patronuna şikayet etti; canlı yayında Ruşen Çakır ile atıştı; Miting meydanlarından Nuray Mert'e "namert" diye seslendi; gazete patronları ile yaptığı toplantıda herkese açık açık göz dağı verdi. (İlginçtir 2011'deki o toplantıda tartışma konusu olan yine Hasan Cemal'di. Kandil'de Karayılan ile görüşmesi Başbakan'ı kızdırmış, patronlara Hani Başbakan Erdoğan'ın medya temsilcileri ile yaptığı toplantıda söylediği:"O arkadaşların KCK konusunda kendilerini gözden geçirmeleri lazım." diye çıkışmıştı. Onu tek savunan ise o dönem Taraf Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı olan Yasemin Çongar olmuştu.) Başbakan şimdi ise "ismimin karışması beni rencide etti" diyor. Şaşılacak bir durum.

DÜNDAR VE ÇÖLAŞAN

"Uğur Dündar ve Emin Çölaşan gibi isimler ayrılırken de benzer dedikodular çıkarılmıştı."
 Bu sefer haklı gibi Başbakan. Dündar ve Çölaşan'ı kovan Aydın Doğan oldu. Çeşitli bahanelerle... Dündar kanal satılınca boşa çıktı, Çölaşan tüm uyarı ve yıllardır uğradığı sansüre rağmen artık katlanılamaz noktaya geldiği için kovuldu. Erdoğan'ın bir dahli yoksa da genel çerçeve ve yaşanılan ortam AK Parti'nin dahlini ortaya koyuyor. Örneğin Doğan neden Star TV'yi Doğuş Grubuna sattı? Bu sorunun yanıtı malum.

VATAN VE MİLLİYET'İ ALIN DEMEDİM

"Bu iki gazetenin (Vatan ve Milliyet) alımında Erdoğan Demirören Bey ve oğluna en ufak bir tavsiyem olmadı."  
Başbakan Demirören ve oğluna gazeteleri alın demedim diyor. Doğru olabilir. Dememiştir de muhtemelen. Ancak az önce dediğim gibi Aydın Doğan'ı neredeyse siyasi rakip gibi gördüğü ve yok etmek için dünyada eşi benzeri görülmemiş bir vergi cezası ile cezalandırdığı, sonra çekilmeye başlayınca da cezalarda uzlaşma yoluna gidildiği sonuçta ceza olarak getirilen vergi borcunun kapatıldığı ortada.  

AKİF BEKİ'Yİ TAVSİYE ETTİM

"Satın aldıktan sonra Erdoğan Bey bana "Kimi tavsiye edersin" diye sordu. O zaman 24'ten ayrılmakta olan Akif Bey'i tavsiye ettim." 
İşte atmosfer diyip durduğum şey tam da bu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Başbakan Erdoğan'a danışmadan birşey yapamıyor, çünkü Başbakan kendini Belediye'den de sorumlu hissediyor. Kültür Bakanı Başbakan'a danışmadan birşey yapamıyor, çünkü Başbakan kendini kültürel faaliyetlerden de sorumlu görüyor. ".... Başbakan'a danışmadan birşey yapamıyor, çünkü Başbakan kendini .... sorumlu hissediyor" Bu kalıbı her ünvan ve makam için uyarlamak mümkün. Ancak bir Başbakan'a bir gazete patronunun gelip "gazeteyi aldım kimi genel yayın yönetmeni yapayım" diye sorması ipin koptuğu nokta. Başbakan "kimi yaparsan yap beni ilgilendirmez" demiyor. Aksine kendis basın sözcülüğünü de yapmış olan bir ismi öneriyor. Bu sadece Başbakan açısından, Türkiye demokrasisi açısından, Türkiye medyası açısından, hatta Türkiye sermayesi açısından değil, o makama önerilen Akif Beki açısından da çok üzücü.

Medya ve sermayenin hükümete göbek bağı ile bağlı olduğu belki de ilk kez bu kadar net bir şekilde açığa çıkıyor.

Akif Beki açısından ise sorun daha büyük, bugüne kadar geldiği makamların hiç birine kendi yeteneği ile gelmediğinin, bundan sonra da gelemeyeceğini ortaya koydu Başbakan'ın bu açıklaması.

Yazık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder