İlk
resimli kitapları bastırarak o dönem yayıncılık alanında öncülük eden Ahmet İhsan
Tokgöz, Servet-i Fünun dergisinin
de kurucusu. “Matbuat Hatıralarım”adlı
kitabında 1868-1914 arasındaki 25 yıllık zaman dilimini gazeteci kimliği ile
genel tarih, basın, yayın ve edebiyat çerçevesinde anlatıyor. Alpay Kabacalı'nın yayına hazırladığı ve İletişim Yayınları'ndan çıkan kitapta Abdülhamit dönemi sansürü ile ilgili satırlar çok dikkat çekici...
“(…)
Saraçhanebaşı’nda bahçe içinde bir ak konak; her gün güneş
battıktan sonra bu konak kapısının çıngırağı sık sık çalınır; her
çalışta kapıdan içeri elinde ya da koltuğunda tomar biçiminde sarılı
kâğıtlarla bir hamal girer. Hamal yolu bilir; hiç kimseye bir şey
sormadan doğru konağın kahve ocağına gider, elindeki yarı ıslak kâğıt
tomarını oradaki ışığa uzatır, kendisi kahve ocağının bir köşesine
çöker.
Her akşam gelen hamallar iki olur, üç olur, dört olur kimi kez
ona kadar çıkar. Bu hamallar gazete basımevlerinden gelirler. Konak
Abdülhamit’in Basın Müdürü ve Başsansürcüsü Hıfzı Bey’indir.
Beyefendi yukarıda odasındadır; gazete provalarını, ilk gelen hamal sırasıyle Sansürcü Bey’in önüne dizerler.
Hıfzı
Bey hepsini okur, beğenmediği yerleri bozar, kuruntuya yol açacak
şeyleri kaldırır, kimi kez üç dört sütunluk bir yazıyı baştan aşağı
kırmızı mürekkeple çiziverir, ya da makalenin başına “istizan” yazar;
çünkü istizan ya da soru işaretiyle gelen yazıların o gece kullanılması
olacak şey değildir. Bunun için idi ki gazete basımevleri Sansürcü
Bey’in konağına en az iki sayfa fazla gönderirlerdi.
İlanları bile sansürcü Bey’in görmesi zorunlu idi.
(…)
Behçet zamanında sansürcü olan Hıfzı Bey 1894’de dairede kurulan
basın müdür yardımcılığına geçti, daha sonra Behçet Bey’in ayrılmasıyla
müdür oldu ve
denilebilir ki sansürlüğün en şiddetli dönemi bu müdürlükte başlamıştır.
Tam on beş yıl, bir gün bile ara vermeden, bin türlü tehlike ve
gözdağını göze alıp gündüz Babıâlide, gece sabahlara değin
Saraçhanebaşı’ndaki konağında sansürcülük yapan ve ara sıra çağrıldıkça
yürek çırpıntısı ile saraya koşan bu adam, nişanlar rütbeler almış,
yüksek aylığa geçmiş, çok bol bağışlara konmuştu.
Zavallı adam
başı taçlıların ne olduğunu anlamamış olduğu için
birdenbire hastalandığı sırada her gün padişahça hatırının sorulduğu
ile övünürken, hastalığının ağırlaşmasından sonra saraydan gelen giden
olmadığını görerek çok üzüntüye uğramıştı;
sansürcülük işi durmayacağı için daha o yatakta kıvranırken yerine adam getirilmişti. (…)”
(Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıralarım, c I. S. 82-86)