29 Aralık 2013 Pazar

‘2 milyon yolla Süleyman’ diyen gazete yöneticisi kim?

Taraf gazetesinin dün (26 Aralık 2013) yayınlanan sayısında, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun önemli isimlerinden Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ile ilgili ilginç bir ayrıntıya yer verildi.

Hüseyin Özay imzalı "özel haber"e göre Rüşvet soruşturmasında teknik takibe takılan görüşmede; hükümete yakın bir gazetenin tepe yöneticisi, Halkbank Müdürü Aslan'a "Maaşları ödeyemiyorum, 2 milyon lira gönder" diyor.

Sözü geçen haber şöyle:
Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında hazırlanan dosyadan “medya skandalı” çıktı. Soruşturma sürecinde yapılan teknik takipte, hükümete yakın olarak bilinen bazı medya kuruluşlarının yöneticilerinin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’dan “nakit desteği” istedikleri tespit edildi. Hatta bir yandaş gazetenin tepe yöneticisinin, “Maaşları ödeyemiyorum. Ordan 2 milyon lira gönder” şeklinde talepte bulunması, savcıları bile hayrete düşürdü.

HALKBANK BAHANE REKLAM ŞAHANE

İstanbul cumhuriyet savcılığı tarafından yürütülen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun, “medya ayağının” da olduğu ortaya çıktı. Operasyonun patlamasının ardından, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a büyük destek veren yandaş basının, Halkbank sevgisinin sırrı çözüldü.

Savcılık tarafından yürütülen 14 aylık teknik takip sırasında, Süleyman Aslan ile yandaş medya yöneticileri arasındaki “ilişki” de tüm yönleriyle açığa çıktı.

Özellikle, söz konusu medya kuruluşlarına bankadan sağlanan olağanüstü destekler ise, soruşturmayı yürütenlerin de dikkatini çekti.

ASLAN: “BURASI HALKA AÇIK ŞİRKET”

Yapılan teknik takipte, bazı yandaş medya yöneticilerinin Süleyman Aslan ile yaptığı “destek” pazarlıkları da gün yüzüne çıktı.

Örneğin hükümete yakınlığı ile bilinen bir gazetenin tepe yöneticisi ile Süleyman Aslan arasında geçen telefon görüşmesinde, medya yöneticisinin, “Süleyman Bey, maaşları ödeyemiyorum. Oradan 2 milyon yolla” şeklinde talepte bulunduğu belirlendi.

Aslan’ın ise, “Burası halka açık şirket. Açıklayamayacağım, kaynak transferleri yapamam” dediği saptandı. Bunun üzerine medya yöneticisinin, “Bir şey olmaz. Ben reklam faturası keser gönderirim, sana” cevabı vermesi dikkatlerden kaçmadı.

Savcılık bu konuda özel bir inceleme yapmadı. Ancak, teknik takipte elde edilen bilgilere göre, hükümete yakın medya kuruluşlarına, reklam adı altında yüksek miktarlarda kaynak transferinin yapıldığı tespit edildi.
Haberde doğal olarak  o gazete yöneticisinin kim olduğu belirtilmiyor. Ancak, reklam ve hükümete yakın gazete sözcükleri yanyana gelince benim aklıma tek bir gazete ve onun iki tepe ismi geliyor ne yalan söyleyeyim.

Halen Star gazetesi/Kanal 24 televizyonu İcra Kurulu Başkanı olan Mustafa Karaalioğlu'nun10 Aralık 2012 günü yayımlanan "Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni" başlıklı yazısı aklıma nedensiz yere gelmedi elbet. Ne diyordu o yazısında Karaalioğlu:

“Bir avuç da güçlü ve imanlı reklam veren var!.. Kendi medyalarına para aktarmaktan asla geri durmayan; reklam bütçelerini (...) ideolojik aidiyetlerinin emrine hasreden iş dünyası bu ittifakın ortağıdır. Böylesi ittifakların ne denli etkili olduklarını hatırlamak için, sadece (...) 28 Şubat’ı hatırlamak yeterlidir...

Tek tek üzerinde de çalışmanın zamanı geldi... Mesela neden, Yeni Türkiye’nin en çok kazanan Koç, Sabancı, P&G gibi çok değerli şirketleri hâlâ reklam bütçelerini bu ülkede hiçbir şey olmamış gibi dağıtmaya devam edebilmektedirler?..

Tiraj ve reyting paylaşımı eşitlenmiştir ama ülkenin güçlü reklamverenleri (...) eski medya düzenini korumak için bu değişimi ıskalamaktadırlar...


Türkiye’de reklam demek iktidar savaşının bir parçası olmak demektir ve (...) sokaktaki insanı da yakından ilgilendirmektedir. Artık bu adaletsiz düzeni açık ve ikna edici bir şekilde sorgulamanın zamanıdır...”
Ertesi hafta da konuya devam eden Karaalioğlu şu tabloyu köşesinde yayınlamıştı:



Reklam denince akla gelen Star gazetesinin eksi başyazarı, "ikinci cumhuriyet" kavramının kuramcısı Mehmet Altan da gazetesinden eleştirileri yüzünden kovulduktan sonra konuşmaya başlamış ve “siyasi baskıyla ilan toplanıyor, normalde ilan vermeyecek olanlar ya da iktidarın manyetik alanında olanlar mecburen ilan veriyor...” demişti.

Hüseyin Özay'ın dikkat çektiği gibi bu durum bir medya skandalı, sözü geçen gazete yöneticisinin kim olduğunun en kısa zamanda ortaya çıkması lazım. Ancak hiçbir şeye şaşırmayan bizler bu yaşananlara da şaşırmıyoruz. Daha vahim olanı bu değil mi?

26 Aralık 2013 Perşembe

İkinci operasyon dalgası medya ile de ilgili(ymiş)

Türkiye Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu ardından hükümetteki istifa depremi ve yeni hükümet revizyonunun yanı sıra, Ankara ve İstanbul’da yolsuzluk operasyonlarının ikinci dalgasının hazırlandığı iddiasıyla çalkalandı.

Emniyet kaynaklarından sızdırılan bilgiler doğrultusunda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda Mart 2012’den bu yana yürütülen, ilk operasyondan çok daha kapsamlı, uluslararası çapta çok büyük bir karapara aklama, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk dosyasının bulunduğu, ekonomik büyüklüğü 100 milyar doları aşan bu dosyanın, Başbakanlık’tan dört ayrı bakanlığa ve Başbakan Erdoğan’ın iki oğluna kadar uzandığı öne sürüldü. Ankara’da ise Yüksek Hızlı Tren projesi ile ilgili soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı.

SORUŞTURMADA ERDOĞAN’IN ÇOCUKLARI VAR

BirGün gazetesinde yer alan habere göre, hazırlanan büyük soruşturmada, adı geçtiği öne sürülen kritik isimler, kaynaklar şöyle sıralandı:

Başbakan Erdoğan’ın oğulları Necmettin Bilal ve Burak Erdoğan, Erdoğan’ın danışmanı Hasan Doğan, Başdanışman İbrahim Kalın, Latif Topbaş, İBB Genel Sekreteri Adem Baştürk, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, Binali Yıldırım’ın danışmanı Ömer Sertbaş, İsmet Yıldırım, işadamları Yasin El Kadı, Celal Koloğlu, Mehmet Cengiz, Fatih Saraç, İbrahim Çeçen, Adnan Çebi, Abdullah Tivnikli, Üsame Kutup, Orhan Cemal Kalyoncu. 
Soruşturulan kurum, şirket ve kuruluşlar için ise şu isimler öne sürüldü: Turkuaz Grup (Sabah ve ATV), Bosphorus 360, BİM, Başbakanlık Kalkınma Ajansı, Kolyoncu Grup, KİPTAŞ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Al Baraka Türk, TÜRGEV.
Peki soruşturmanın medya ile ilgili kısmı ne? Haberde şöyle deniliyor:

SABAH-ATV'NİN SATIŞI

İddiya göre, Turkuaz Medya Grubunun elinde bulunan yazılı ve görsel medya organlarının satın alınması için, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla, Binali Yıldırım’ın koordinesiyle Mehmet Cengiz, Celal Koloğlu, İbrahim Çeçen, Adnan Çebi, Hayrettin Özaltın, Muzaffer Nasıroğlu ve Abdullah Tivnikli’den 100’er milyon dolar para toplandı.

Toplam 550 milyon dolara satış gerçekleşti. Bu medya grubunun başına Zirve Holding’i kuran Ömer Faruk Kalyoncu getirildi. İşadamlarının Sabah ve ATV’nin satın alınmasında verdikleri bu yüksek meblağlı paraları, aldıkları devlet ihaleleri karşılığında rüşvet olarak verdikleri öne sürüldü.

SAVCI GÖZALTINA ALIN DİYOR POLİS YAPMIYOR

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TCDD ile ilgili soruşturma iddiasını doğruladı. Cumhuriyet gazetesinin haberi üzerine ortaya çıkan soruşturma için başsavcılık, ‘dosyanın basına nasıl yansıdığının anlaşılamadığı’ bilgisine yer verdi.

İstanbul’da ise 100 milyar dolarlık yolsuzluk iddiasıyla oluşturulan dosya için Savcı Muammer Akkaş’ın dün sabah operasyon başlatılmasını istediği ancak polisin operasyonu yapmaya direndiği öne sürüldü. Operasyon talimatından İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın haberinin olmadığı, Çolakkadı’nın haber almasının ardından operasyona engel olundu da iddia edildi. Başsavcı Turan Çolakkadı akşam saatlerinde bir açıklama yaparak operasyon iddialarının doğru olmadığını, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bu kapsamda bir soruşturma bulunmadığını ifade etti. Akşam saatlerinde İstanbul Mali Şube Müdürü, savcılarla toplantı yapmak üzere Çağlayan Adliyesi’ne geldi. Toplantı geç saatlere kadar sürdü.

MALİ ŞUBE'NİN ÇAYCISINI DA SÜRDÜLER
İstanbul’da mali şubede bulunan 400 polisin yerlerinin değiştirildiği bilgisi, ikinci operasyon depreminin bir başka sarsıcı haberi oldu. Yetkililerce doğrulanmasa da polislerin yanı sıra Mali Şube’de görevli çaycıların da görev yerleri değiştirildiği bildirildi.

Başbakan Erdoğan, kitap, bomba, rüşvet, vs.

"Bu kitapları toplatan ben değilim. Tutuklanan medya mensuplarının elindeki belge ve bilgilerin ardında bir şey var ki yargı hemen tedbir istiyor. Bakın bir örnek vereyim. Bombayı kullanmak suçtur. Bombanın hazırlanmasında kullanılan malzemeleri kullanmak da suçtur. Bunun ihbarı gelmişse güvenlik güçleri bunu toplamaz mı? Burada da daha önce gelmiş bilgiler gelmişse, yargı da bu kararı vermiştir ve güvenlik güçlerine gidin alın demiştir."
(Başbakan Erdoğan, 13 Nisan 2011, Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda İmamın Ordusu kitabıyla ilgili soruları yanıtlarken...)

* * * 

"Onu açmayalım... Öyle kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir"

(Başbakan Erdoğan, 9 Haziran 2011, NTV canlı yayınında Ruşen Çakır'ın, "Geçenlerde yakın arkadaşım Nedim Şener'i Silivri’de ziyaret ettim. Kendisi çok güvendiğim, kefil olduğum bir gazetecidir, Ahmet Şık da öyle. Sizin Strazburg'da yaptıgınız bir konuşma vardı. Bu konuşmadaki 'kitap ve bomba' benzetmesi yapmanız arkadaşlarımda rahatsızılık yarattı. Tabii beni de rahatsız etti. Bu konuyu açar mısınız" sorusuna yanıt verirken.)




* * *


"AB ofisine çantayla girdi, çantasız çıktı" diyorlar. Teslim edilirken bir görüntü var mı? Sadece "Çantayla girdi, çantasız çıktı" gibi bir yaklaşım olabilir mi? Böyle bir hukuk var mı? Anlamak mümkün değil. Belki o çantayla kitap falan götürülmüştür. Sakın ha arkadaşlar, bundan böyle çantayla bir yere girip çıkmayın. Malum, çanta artık suç aleti! Hele valizi, unutun kullanmayın... 
(Başbakan Erdoğan, 24 Aralık 2013,   İslamabad'dan Ankara'ya dönerken uçakta gazetecilerin Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu ile ilgili sorularını yanıtlarken...)

23 Aralık 2013 Pazartesi

Melek kanatlı Yılmaz Özdil'den Yozdil'li itiraf...

Yılmaz Özdil, medyada kendi konumunu taş üstüne taş koyarak inşa eden isimlerden biri.

Kısa ve eksiltili cümlelerden meydana gelen yazıları, zaman zaman alt alta yazılmış yıllar, zaman zaman iki cümlelik bir yazı, kimileyin eski yazıları yeniden köşeye taşımak gibi yöntemler ile adından sıkça bahsettirmiyor Özdil. Kolay okunan, basit, eleştiri dozu yüksek, laf oyunlarıyla süslü tarzı zaten kendi okuyucu kitlesini yarattı. Tek yaptığı bir takım yenilikler ile o kitleyi elde tutmaya çalışmak.

Tabi bu basit yazılmış, laf oyunlu yazılar alttan alta ırkçı, nefret söylemini körükleyen özellikler de içeriyor. Üstelik iktidara karşı hiç bir yaratıcı öneri getirmeyen, muhalefeti sadece küfür ve laf cambazlığına indirgeyen, okurunu "benim edemediğim küfürleri etmiş, benim söyleyemeyeceğim hakaretleri bak nasıl da yazmış" noktasına getiren bu yazıların en çok "muhalefet edermiş gibi göründüğü" AK Parti'nin işine geldiği de bir başka realite.

Neyse Özdil hakkında bu kadar cümle kurma gerekçemi söyleyeyim de yazıyı boş yere uzatmayayım. 10 gün önce (13 Aralık 2013) bir yazı kaleme aldı Özdil.  Nazar etme ne olur küfret senin de olur  başlıklı yazısında, Türkiye’de örnek tavırlar sergileyen bir insanın örnek alınmayacağını, doğrunun küçümsendiğini, yanlışın yüceltildiğini ileri sürdü.

Yazıyı okuduğu zaman hak vermemek, örneklerine katılmamak pek mümkün değil.

Ancak ilginç bir ayrıntı var ki, atasözlerine girmiş "Merdi Kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söyler" hesabı (bu atasözünü kullanınca biz de nefret söylemini pekiştirmiş olduk ama neylersin...) bir ayrıntıya işaret ediyor Özdil.
"Sayın ahalimizden en çok esemes alan, gelin oldu, damadı uyuşturucu komasından ölü buldular, tabuta Türk bayrağı sardılar, kaynana Semra’yı şehit anası ilan ettiler, televizyonlarımız cenaze namazından 80 saat filan canlı yayın yaptı. Hiç unutmam, o sırada atv Haber’i yönetiyordum, beş bin dolar vereyim tabutun önüne kamera takayım dedim, prensipte anlaştık, parada anlaşamadık."

Özdil'in kendi günahını arada kaynatmasına değil eleştirim. Kendisinin de içinde bulunduğu, hatta yöneticilik gibi tepe noktalarında yer aldığı bir yapıyı eleştiriken üzerine pislik bulaşmamış gibi mağrur duruşunu eleştiriyorum ben.

Mizahi bir dille "hiç unutmam, o sırada atv Haber'i yönetiyorum..." diyerek anlattığı bu anısı tam da eleştiriyormuş gibi yaptığı yanlışın yüceltildiği durumlara örnek.
"Recep İvedik.Öküzün önde gideni.Gişe rekortmeni." 
Böyle diyor Özdil. Kendisi de mail adresini alırken denk geldiği gibi YOZDİL'li bir tavır sergiliyor ama tıpkı İvedik'in gişe rekortmeni olması  gibi en çok okunan yazar oluyor.

Kusura bakmasın kimse ama photoshopla melek kanadı takarak kimse melek olmuyor...

19 Aralık 2013 Perşembe

"O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklı..."

"Geçmişte başka kişiler yine bu usullerle suçlanmış olabilirler ama bu bugün yapılan işe meşruiyet kazandırmaz. O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır, hukuk herkese lazımdır, adalet herkes için yol göstericidir."
Bu seferki bir medya kritiği değil... Yine medya var işin içinde ama eleştirimin hedefinde değil. Kimileri tarafından Türkiye tarihinin en büyük Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonu olarak anılmaya başlanan ancak Cemaat-AK Parti (hatta daha doğru bir analizle Cemaat-Erdoğan) savaşının (şimdilik) sondan bir önceki adımı olan operasyondan söz edeceğim.

Önce yukarıdaki alıntının kimden olduğunu söyleyeyim. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cemaatin operasyonu sonrasında Emniyet'te ve Yargıda çeteleşmiş bir cunta girişiminden söz ettiği basın açıklamasında dün (18/12/2013) söyledi yukarıdaki cümleyi.

Açıklamasında sadece bu cümleyi etmedi tabi. Bağlamından koparmamak için biraz daha uzun bir alıntıya bakalım:
"Elbette bu iddialar üzerine hükümeti eleştirmek, hükümette yer alan bakanlar üzerinden hükümetin yıpratılmasını istemek, hükümetin önümüzdeki mahalli seçimlere kırık bir şekilde gitmesini temin etmek, ondan sonraki süreci de bu olay sebebiyle belki tersine döndürmek isteyebilirler. Muhalefetin meşru hakları vardır, gayrımeşru haklarının olmaması gerekir. Bu olay, bugüne kadar cereyan etmiş pek çok iddiada olduğu gibi dikkatle takip edilmelidir. Eleştiriler her zaman yapılmalıdır. Ama bunu bahane ederek peşin hükümle karar vermek, masumiyet ilkesini bertaraf etmek ve henüz ispatlanmış hiçbir şey yokken sadece basına ve internet medyasına servislerle vakit geçiriliyorken peşinen hükümlü saymak, suçlu saymak muhalafete yakışmaz. 
Sadece iddialar üzerine bu yolsuzluk iddialarının süratle araştırılmasını isteyebilirler, hükümetin kendi içerisinde bir tavır almasını isteyebilirler, bu tür olaylara yol açtığı iddia ediliyorsa hükümetin siyasi anlamda en çok eleştirilerini yapabilirler. Ama ne bakanlarla, ne burada ismi geçen kişilerle ilgili bir peşin hükümle suçlama noktasına gitmek ve hükümeti bu olay sebebiyle sorumlu tutmak doğru bir davranış olamaz, insaflı olsunlar, hakkaniyete uygun hareket etsinler ve kamuoyunda kendilerini de hükümeti de zor durumda bırakacak bir iş yapmasınlar." 
Soruşturmanın gizliliğinin ihlalinin, hukukun evrensel pernsiplerinden birisi olduğuna vurgu yapan Arınç, gizliliği ihlal etmenin Türk Ceza Kanunu'na göre de suç olduğunu dile getirdi. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ne var ki biz hükümet olarak daha dosyada neler olduğunu bilmiyoruz. Bize getirin bakalım bunları demek imkanından da mahrumuz ama boy boy fotoğraflar, kime ait olduğu belli olmayan resimler, onlara konulan altyazılar işadamlarını, gazetecileri, sanatçıları suçlayacak bir psikolojik savaşın içerisine sokmak hukukla bağdaşmaz. İkincisi adli görevi etkilemek, adli yargılamaya teşebbüs de Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Bu noktada verilecek beyanatların, yargıya verilecek talimatların da doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bize düşen sabırla ama bir an önce de yargının elindeki delillerle suçladığı kişilerle yüzleşmesi, ciddi bir adli yargılama süreci sonunda da burada gerçekten ne var, kimin suçu nedir, kim neyle suçlanıyor, deliller yeterli midir, bu konuda bir karar verilmesidir. Bu kararı sabırla bekleyeceğiz ama bu karar çıkarken de hükümetimiz belki siyasi anlamda bazı çalışmaları da ayrıca yapacaktır. Bunları da Sayın Başbakanımız kamuoyuna yeri geldiğinde ifade edecek, açıklayacaktır."
Soruşturma sürecinin gizli olduğunu belirten Arınç, muhalefetin de basının da siyasetin de gizliliğe uymadığını bildirdi. Arınç, "Lütfen insanları karalamayın, insanlar hakkında peşin hükümler vermeyin. Beraat-ı zimmet asıldır. Bir insan kesin hükümle mahkum oluncaya kadar masum sayılır. Bu hukuk herkes için geçerlidir. Geçmişte başka kişiler yine bu usullerle suçlanmış olabilirler ama bu bugün yapılan işe meşruiyet kazandırmaz. O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır, hukuk herkese lazımdır, adalet herkes için yol göstericidir. Bizim beklediğimiz yargı sürecinin açık, şeffaf ve hakkaniyete uygun bir biçimde mutlaka süratle gerçekleştirilmesidir" diye konuştu.

Kendisi de hukukçu olan bir siyasetçinin hukuku nasıl eğip büktüğünün en iyi örneği bu konuşma bence. "O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır" şeklinde bir cümle kurmak hukuku çekiştirmek, parçalamak, kanırtmak anlamına gelmiyorsa, ne anlama gelir. Bana açıklayabilecek biri var mı?
 

18 Aralık 2013 Çarşamba

Seks kasedi iddiası Nagehan Alçı'yı çıldırttı

Youtube'da yayınlanan ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olduğu iddia edilen görüntüler Nagehan Alçı'yı çileden çıkarttı.

Milliyet gazetesi yazarı Nagehan Alçı, CNN Türk'te yayınlanan Dört Bir Taraf programında video paylaşım sitesi Youtube'da yayınlanan eşi Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olduğu iddia edilen görüntüler yüzünden ateş püskürdü.

Programda Nazlı Ilıcak'ın "Ahmet Hakan tutuklanacaktı iddiasını yaymasaydınız o zaman" sözlerine çok sert tepki gösteren Alçı, eşinin sosyal medyaya bomba gibi düşen görüntüleri için kimsenin tepki göstermediğini, kişilik suikasti yapıldığını ileri sürdü.

İşte Nagehan Alçı'nın Nazlı Ilıcak ile sert polemiğe yol açan o sözler:



SENİNLE KONUŞMUYORUM 

Nazlı Ilıcak: Bunları söylerken özen göstermemiz lazım. İkincisi şuna izin vermememiz gerekir.

Nagehan Alçı: Siz de inşallah bu kadar kesin konuştuğunuzda, kesin bilgilerle...

Nazlı Ilıcak: Bir dakika. Şuna izin verememiz lazım. Bir takım örneklerini verdiğim gibi komplo teorilerinin işin gerçeğini gölgelemesine izin vermememiz lazım.

Nagehan Alçı: Siz işin gerçeğini bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?

Nazlı Ilıcak: Seninle konuşmuyorum.  Herkese hitap ederek konuşuyorum.


SATIR ARASINDA ÇİRKİN ŞEYLER SÖYLÜYORSUNUZ

Nagehan Alçı: Kuryelik yapmaya karşı dikkatli olmak gerekir.

Nazlı Ilıcak: Nagehan, Rahatsız olma. Bir dakika. Ben bitireceğim Nagehan'dan fırsat kalmıyor.

Nagehan Alçı: Satır arasında çok çirkin şeyler söylüyorsunuz.Benden fırsat kalmıyor diyorsunuz.

Nazlı Ilıcak: Rahatsız oluyorsun.

Nagehan Alçı: Evet oluyorum...


"AHMET HAKAN TUTUKLANACAKTI" DİYE YAYMASAYDINIZ


Nazlı Ilıcak: Eee! "Ahmet Hakan tutuklanacaktı"yı yaymasaydınız kardeşim.

Nagehan Alçı: Aaaa! Bakın Nazlı Ilıcak... Bu program gittikçe çirkinleşti. Bir ben böyle bir şeyi asla yapmadım. Bunu Rasim'in üzerine fatura ediyorsunuz. O dönem konuşulan bir şeydi. Bir kişiye  fatura edemezsiniz. Bunu bu şekilde anlatmak yanlış mı ben de eleştiririm.

Nazlı Ilıcak: 1 kişi değil 5 kişi yazdı. 5 kişi yazdıysa da kötü.

Nagehan Alçı: Yapmayın allah aşkınıza. Bu bir takım çevrelerde konuşulan bir şeydi.

Nazlı Ilıcak: Nagehancığım ama bak, şimdi ne yapıyorlar...

BİR KELİME DE MONTAJ KASETLER İÇİN SÖYLEYİN İSTERSENİZ


Nagehan Alçı: Birileri böyle dezenformasyon yapıyor. Sonra da uyduruk kasetler çıkıyor... Kişilik suikastleri yapılıyor. Bir kelime de isterseniz onun için edin...

Nazlı Ilıcak: Ben sen rencide olacaksın diye söylemiyorum. Onu çok ayıpladım tabi.

Nagehan Alçı: Rencide olacak ne var.

Nazlı Ilıcak: Peki... Ben kasedi çıkaran herkesi laneliyorum.

Nagehan Alçı: Şantajlar, uyduruk montajlanmış kasetler...

Nazlı Ilıcak: Ben kasedi lanetlerim. Baştan aşağı lanetlerim. Ama şunu da lanetlerim. Bir kişi tutuklanacak diye hava yaymak yanlıştır.

Nagehan Alçı: Kim yapıyor bunu? Açıkça konuşun. Çamur atıyorsunuz üstü kapalı.

Nazlı Ilıcak: Ne diyorsun ya...

PROGRAMIN VİDEOSUNU BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ

Neler mi oluyor? Bir süredir herkesin ağız birliği etmişçesine "bize geldi ama yayınlamadık" dediği o video YOUTUBE sitesinde yayınlanıverdi. Sosyal medyada bir iki karenin de paylaşılmaya başlandığı görüntülerin Rasim Ozan Kütahyalı'ya ait olup olmadığı belli değil. Ama zaten önemli de değil. 


Düne kadar Deniz Baykal'dan MHP yöneticilerine, Deniz Kuvvetlerindeki subaylardan Hanefi Avcı'ya kadar pek çok kişinin özel hayatını üst üste yayınlanan video kasetler ile altüst ederken sesini çıkarmayanlar şimdi aynı silah kendilerine dönünce montaj demeye başladılar. Güç savaşının böyle sonuçlara yol açacağını bilmek, sezinlemek, tahmin etmek gerekiyor.

Üstelik canlı yayında bas bas bağırıp sonra o canlı yayında olan biteni haber yapınca, arayıp kaldırın o haberi de dememek gerekiyor. Ama yalılarda oturmanın, Aydın Doğan ile kadeh tokuşturup, o anları twitter'da paylaşmanın da bir bedeli olacak değil mi...

10 Aralık 2013 Salı

Dünya İnsan Hakları gününde Basın Özgürlüğü ne halde?

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün 179 ülke arasında basın özgürlüğü endeksine göre Türkiye 2013'te 179 ülke arasında en kötü 154'üncü sırada yer aldı.

CEZAEVİNDE 63 TUKUKLU GAZETECİ

Cezaevlerinde 63 tutuklu gazeteci bulunuyor.  Cezaevlerindeki tutuklu gazetecilere kitap, dergi, gazete ve benzeri yayınlar verilmiyor.  Sağlık hakları engelleniyor.  Mektupları iletilmiyor.

GAZETECİLER İŞTEN ATILDI, DAYAK YEDİ

Gezi Parkı Eylemleri süresince, barışçıl gösteri hakkının ihlal edilmesinin yanı sıra düşünce özgürlüğü de kısıtlandı. Başta gazeteciler olmak üzere Gezi direnişine destek verdiğini ifade eden birçok kişi işinden atıldı.

Mesleğini yapmaya çalışan gazeteciler de polis şiddetinden nasibini aldı. Polisler gazetecileri darp etti, kasklarına, maskelerine ve kurum kartlarına el koydu.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın raporuna göre 27 Mayıs 2013′ten bu yana 59 basın emekçisi işinden oldu veya izne ayrılmaya zorlandı.

3 Aralık 2013 Salı

AK Parti Cemaat kavgası Bülent Arınç'ı nerelere savurdu

“Bakın ben bir Hadis-i Şerif’e çok önem veririm. Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Rasulullah Aleyhisselatüvesselam şöyle bir hikmet buyurmuş: ‘Yakında büyük fitneler olacak. O fitnelerde yerinde oturanlar, ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan daha hayırlı olacaktır. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri bir sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.’ 
Sahih-i Buhari’de zikrediliyor. Hükümet sözcüsü sıfatıyla bunu yapmamış olayım. Bu Bülent Arınç olarak benim duyduğum ızdırabın karşısında söylemek istediğim bir konudur. Şimdi tam bir fitne zamanıdır. Bu fitneyi çıkaranlar, büyütmek isteyenler, bu ateşin içerisinden büyük zararlı sonuçlar çıkarmaya çalışanlar için inançları olduğuna emin olduğumdan böyle bir Hadis-i Şerifi okumak istedim.(...) Peygamberimiz şöyle buyuruyor ki ‘fitne çıktığı zaman ayaktaysanız oturacaksınız, yürüyorsanız ayakta duracaksınız, koşuyorsanız yürüyeceksiniz.’ Yani fitneyi uyandırmadan veya fitneyi büyütmeden ne doğruysa onu yapacaksınız. Bu sözüm kime? Önce kendimize kabul edelim. Yani asla bir fitnenin unsuru olmak istemeyiz.

Arınç dün (2 Aralık 2013) 7.5 saat süren uzun Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamada dershane konusunun ele alındığını söyledi ve Gülen Cemaati (ya da Hizmet Hareketi) ile AK Parti hükümeti arasındaki gerilimli süreci bu cümleler ile yorumladı.

ŞİMDİ FİTNE ZAMANI

Hadisler ile süslenen cümlelerin özü "Şimdi tam bir fitne zamanıdır" sözünde gizli aslında.  Çok boyutlu, pek çok yan anlamı olan bir cümle bu.

İlk önce Cemaatin en köklü yayını olan Zaman gazetesinin son reklamlarını hatılatıyor:

Gazetenin 27. yıl dönümünde hazırlanan televizyon reklamında "Bir ihtimal daha var" deniliyor ve reklam, "Bu dünya kimseye kalmaz / Zaman kardeşlik zamanı" mesajıyla noktalanıyordu.

Aynı kampanya için bilboardlara da reklam verilmişti. Gezi Eylemcisi ve Çevik Kuvvet Polisi "kardeşlik zamanı" sloganı ile bir araya geliyordu.


Zaman gazetesinin dershaneler meselesindeki tavrı, günlerce dershanelerin kapatılması ile ilgili yaptığı yayın doğal olarak gazeteyi Cemaat-AK Parti kavgasının silahı olmasına yol açmıştı.

Peki Arınç'ın Zaman'a yönelik ilgisi eskiden nasıldı? 2011 yılı Haziran'ında Arınç şöyle diyordu Bursa'da üniversite öğrencileriyle bir araya geldiği kahvaltıda:

"... Türkiye'de öyle bir gazete var ki her şey onun içerisinde, onu takip ederseniz zamanla her şey daha iyi anlaşılır. Emin olun baktığınız 'Zaman', okuduğunuz 'Zaman'  başka bir şey karıştırmaya gerek kalır mı? kalmaz mı? diye siz düşünün. Ben buradan bir şey söylersem medyadan sorumlu adam ne dedi bakın derler sonra. Zaten şimdiden kaptı onlar cümleyi..."
Nereden nereye değil mi?