28 Ağustos 2012 Salı

'Militan değil gazeteci' ama şaşırmak yetmez

Suriye'de bir Türk gazeteci kaçırıldı. Bayramın üçüncü günü haber önce twittera, ardından da internet sitelerine Türk gazeteci öldürüldü diye düştü önce.



Bianet'ten Nilay Vardar'ın haberine göre  Suriye'de öldürülen yerel muhabirlerin sayısı tutulamıyor. Ancak yine Ramazan Bayramı sırasında yaşanan ve Cüneyt Ünal'ın da kaçırıldığı silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren Japon gazeteci Mika Yamamoto öldürülen dördüncü yabancı gazeteciydi.



 
TWİTTERDA "PKK ŞEHİT ETTİ" DENİLİYORDU

Cüneyt Ünal'ın  öldüğü haberi twitterda her zaman olduğu gibi garip bir şekilde yayıldı. İddiaya göre Ünal TRT muhabiriydi. Suriye'de PKK tarafından şehit edilmişti. Herkes başsağlığı diliyordu mesajlarında ama kimse yayılan yalanların ailesini yıktığını düşünmüyordu. "İddia" filan değil kesin bir haberdi sanki yazılanlar...

Ardından gelen günlerde Türk gazetecinin aslında muhabir değil kameraman olduğunu, TRT için bir dönem çalıştığını ama Suriye'ye freelance (serbest gazeteci) olarak gittiğini, öldürülmediğini ama birileri tarafından esir tutulduğun öğrendik.

FOTOĞRAFINI BİLE BULAMADIK

İlk günler kaçırılan Türk gazeteci'nin doğru bir fotoğrafını bile bulup yayınlayamadı medyamız. Kullanılan fotoğraf, Cüneyt Ünal'ın birlikte görev yaparken kaçırıldığı Filistinli gazeteci Beşar Fehmi'ye aitti. Sonrasında Ünal'ın görüntülerini Esad rejimine yakın bir televizyon yayınlayınca hata yaptığını itiraf eden de olmadı zaten.

ROKETATARLI GAZETECİ CÜNEYT ÜNAL

Ünal'ın görüntülerini yayınlayan Suriye televizyonu bir de fotoğrafa yer verdi. Fotoğrafta Ünal'ın boynunda kırmızı renkli bir poşu (kefiye?) ve elinde bir dönem PKK militanlarının da kullandığı RPG-7 roketatar bulunuyordu.

Görüntülerde Suriye'ye silahlı gruplar ile beraber giriş yaptığını, silahlı gruplar içinde Libyalı, Çeçen, gibi yabancı unsurlar olduğunu, hepsinin silahlı olduğunu, Suriye ordusu ile çatışmaya girdiklerini anlatıyordu Ünal... Gözlerinin altındaki morluklar şiddet gördüğünün açık bir ispatıydı. Söylediklerini söyleme biçimi de ezberletilmiş bir metni tekrar ettiğini düşündürüyordu dinleyenlere...

Ancak anlaşılmaz olan eşinin fotomontaj dediği o fotoğraf karesiydi. Belki ki Ünal, bir elinde kamera, diğerinde roketatar ile o pozu vermişti. Silahlı çatışma içinde bir televizyon yönetiminin propaganda için bile olsa böyle bir fotomontaja yönelmesi oldukça anlamsızdı çünkü.

DAVUTOĞLU'NDAN "TERÖRİST DEĞİL GAZETECİ" YORUMU

Ardından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun açıklaması geldi.

Dışişleri Bakanı, Suriye'de kaçırılan Türk gazeteci Cüneyt Ünal'ın roketatarla çekilmiş fotoğrafının senaryo olduğunu ileri sürdü. "Gazetecilik için giden Ünal'ın gitmiş silahlı militana dönüşme ihtimali var mı? İddiaları hiçbir şekilde ciddiye almıyoruz. Sağlığından Suriye devleti sorumludur" dedi. Ardından da ekledi: "Gazetecilik yapan kameramanı da terörist ilan eder, muhalefeti de terörist ilan eder."

"Uluslararası ve Türk medya kuruluşlarına buradan çağrıda bulunuyorum... Eğer gazetecilik kimliğine ve etiğine saygınız varsa hep birlikte gazeteci arkadaşımızın serbest kalması için çaba sarf edelim."

FATİH ALTAYLI ŞAŞIRMIŞ!

Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Altaylı, bu sözleri duyunca şaşırmış. Önce "ne diyor bu Davutoğlu" demiş, sonra Suriye'den söz edildiğini duyunca anlamış neden böyle konuştuğunu bakanın.

Altaylı pek imalı ve kinayelerle süslü yazısında dile getirmiyor ama  mesela bundan 1 hafta önce Ramazan Bayramına girerken, cezaevlerinde 83 gazeteci tutuklu ve hükümlü olarak bulunuyordu.

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun saptamasına göre cezaevlerinde çoğu Kürt basınından ve sosyalist basından 13’ü imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü olmak üzere 83 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Geçen Ramazan Bayramında 60 gazeteci tutuklu bulunuyordu. Durumun daha da kötüleştiğinin göstergesidir bu.

170 TUKUKLU GAZETECİNİN 83'Ü TÜRKİYE'DE

Dünyada 170 gazetecinin tutuklu olduğu düşünülünce neredeyse tamamına yakınının KCK, Ergenekon, vb. davalarda terör örgütü üyeliği suçlaması ile tutuklanan gazetecilerin, gazeteci olduğunu söyleyenlere "onlar terörist" diyen bir hükümet, elinde roketatar ile fotoğraf çektiren bir gazeteci için o terörist değil diyebiliyor.

Şaşırtıcı olmamalı aslında bu durum. Çünkü hükümetimizin genel eğilimi uzun zamandır bu yönde. Başbakan Erdoğan Suriye ile ilgili bütün söylemlerini "Devlet katliam yapar mı? Kendi yurttaşını öldürür mü?" cümleleri üzerine kurdu bu güne kadar. 17 Temmuz'da düzenlenen AK Parti Kocaeli ilk kongresindeki konuşmasını hatırlatmak yeterli aslında:


“Suriye için artık söz bitmiştir. Bu alçakça katliamlar, bu soykırım girişimleri, bu insanlık dışı vahşet, artık gitmekte olan bir rejimin ayak seslerinden başka bir şey değildir. Biz bu sahnenin benzerini Irak'ta, Saddam rejiminde gördük. Biz bu sahnenin benzerini, Libya'da, Kaddafi rejiminde gördük. Biz bu sahnenin benzerini, Mısır'da, Mübarek rejiminde gördük. Kendi hırsı, kendi koltuğu, kendi ikbali ve istikbali için, halkına silah çevirenler, halkına helikopterlerden bomba yağdıranlar sadece ve sadece kendi sonlarını hazırlarlar. Bütün diktatörler korkaktır. Bütün diktatörler zalimdir. Bütün diktatörler, ülkelerinin düşmanlarından değil, kendi halklarından çekinirler.”

Başbakan Erdoğan'ın ya da hükümet üyelerin sözlerini dinlerken yanlışlıkla Türkiye'den söz ettiğini, kendi yurttaşlarını öldüren devletin Suriye olmadığını düşünebiliriz tıpkı Altaylı gibi. Bu sözleri duyunca insanın aklına Uludere'de, Robosky'de havadan tepesine bomba yağdığı için ölen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kaçakçılar gelebilir...
Ama böyle düşünmek yetmez... Altaylı gibi ima etmek yetmez... Açık açık söylemek gerekiyor. Yüksek sesle hatırlatmak gerekiyor.

2 yorum:

  1. Akla Uludere gelmişken, NTV yayınında Başbakan'ın Uludere hakkındaki cümleleri şöyle: “34 sivil vatandaş hayatını yitirdi” sözünü kesen Erdoğan, “Bakın bu kadar basitleştirmeyelim, terör örgütü üyesi de sivildir. Bakalım askeri ve sivil yargı ne karar verecek. Bunların kaçının sivil olduğunu bilmiyoruz." (Agos) Kendi içinde fena halde çelişen anlamsız bir cümle bu aslında ama tabi karşısındaki gazeteciler ya anlamıyorlar dinlediklerini ya da bu çelişkiyi irdelemeye cesaret edemiyorlar. Dahası bu cümleler hemen sonrasında özür dilemekle ilgili söylediği her şeyin üstüne de bir kara örtü çekiyor. Ama haber başlıkları genelde "Başbakan 'Gerekirse Uludere için de özür dilerim' dedi" olarak atılmış. Oysa birkaç cümle öncesinde zaten üstü kapalı biçimde "Süreçte çok büyük bir aksilik olmazsa özür dilemek gerekmeyecek" demiş. Ne de olsa yargı gerekeni yapıyordur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karşısındaki gazetecilerin Başbakan'ı dinlememesinden mütevellit olacağını sanmıyorum. Ancak NTV'deki programda Başbakan'ın "kar yağdı medyamız ne haberler yapıyor" şeklindeki çıkışından da anlaşıldığı gibi Başbakan Erdoğan'a göre herşeyin sorumlusu medyanın yaptığı haberler...

      Yani kimse cesaret edip de soru soramıyor, hele canlı yayında, hele ekran başında.

      Ayşenur Arslan'ın CNN Türk'te anlattıklarına bakılırsa, (tabi Akif Beki'nin cansiperhane yalanlama çabası da gerçekliğini bir kat daha doğruluyor bu anlatılanların...) Başbakan'ın yakın çevresindekiler, Yurtdışı gezisi öncesi havaalanında düzenlenecek basın toplantısı öncesi "muhteşem yüzyıl sorusu sorulmayacak" diye uyarıda bulunmuş muhabirlere...

      Kızdırmamak lazım sayın Başbakan'ı...

      Sil